Savaşlar, çatışmalar, yıkım ve katliamlar, bir çok ülkede neredeyse
günlük hayatın olağan bir parçası gibi. Ve ezilen tüm bu mazlum
halklara, masum çocuklara gereken yardımı ulaştırabilmek,
yaşadıkları sıkıntılara, uygulanan zulümlere tümüyle son verebilmek
için etkili bir adım atılamıyor.
Peygamberimiz (sav) bu durumun, içerisinde bulunduğumuz Ahir
Zaman’ın önemli bir alameti olduğunu bildirmiştir. İşte günümüzde
hemen her gün şahit olduğumuz savaşların artması, büyük şehirlerin
helak olması, yıkım ve katliamların gerçekleşeceği gibi olayların
tamamı, bu hadislerde çok detaylı olarak anlatılmıştır. Tarihin en
kanlı ve karanlık olaylarına sahne olan 20. yüzyılda yaşanan
savaşlar bunun en açık örneklerindendir. Bu yüzyılda dünya savaşı,
soykırım, toplama kampı, kimyasal silahlar, nükleer silahlar,
bombardıman, gerilla savaşı, terör eylemleri gibi, daha önceki
yüzyıllarda duyulmamış ve görülmemiş vahşet yöntemleri ortaya
çıkmıştır. 20. yüzyılda bu sayılan yöntemlerle katledilen
insanların sayısı, yüz milyonlarla ifade edilmektedir.
Birinci Dünya Savaşı, ardında 20 milyon ölü, yüzlerce harabeye
dönmüş şehir ve milyonlarca yaralı, sakat, evsiz ve işsiz insan
bıraktı. İkinci Dünya Savaşı ise ardında yaklaşık 50 milyon ölü ve
harap olmuş şehirler bıraktı. Dünya tarihindeki en büyük yıkımlara
sahne olan bu savaşların ardından, dünyanın birçok bölgesinde
karışıklıklar, iç savaşlar, çatışmalar ve ayaklanmalar hiç eksik
olmadı.
Kuşkusuz ki dünyayı saran bu savaş ruhunun hangi boyutlara
vardığını gösteren en önemli unsurlardan biri de ‘silahlanma’.
Ülkeler, imkanlarının büyük bölümünü, dünya çapında refahı
arttırmak, medeniyetleri geliştirmek için kullanmak yerine, daha
fazla silahlanmak için kullanıyorlar. Silahlanma savaşlara,
savaşlar da insanların katliamına sebep oluyor. Milyonlarca insan
hayatını kaybederken, milyonlarcası da sakat kalıyor. Ülkeler yerle
bir oluyor, medeniyetin izleri birer birer siliniyor. Evler,
yollar, binalar, köprüler, barajlar, fabrikalar, tesisler, hepsi
tek tek yok oluyor ve büyük maddi kayıplar meydana geliyor. Köyler,
şehirler viran hale geliyor.
Dolayısıyla silahlanma kalkınmaya değil, yalnızca yıkıma ve
sefalete yol açıyor. Sürekli olarak yıkım ve ardından tekrar
yapılanma, tekrar kalkınma çabaları gerekiyor. Ve tüm bunlara çok
büyük bütçeler ayrılıyor.
Burada nasıl bir mantıksızlık ve yanlışlık olduğu çok açık bir
şekilde görülüyor. Bunun şeytanın bir oyunu olduğu ise çok açık.
Şeytan, dünyanın bütün ülkelerini bunun gerekliliğine inandırmış
durumda. Silahlanma ‘olmazsa olmaz’ kesin bir gereklilik olarak
görülüyor. Ardından da bu silahların kullanılması zorunluluğu
doğuyor. Ve ardından da yenilerinin, daha iyilerinin, daha
gelişmişlerinin alınması gerekiyor.
Hatta silahlanma, şu an dünyada öyle bir zorunluluk haline gelmiş
durumda ki, ülkeler arasında bu konuda büyük bir rekabet de söz
konusu. En iyisini kimin üreteceği, bunların kimlere satılacağı ve
kimin en fazla ve en etkili silahlara sahip olduğu küresel
rekabetin başlıca konularından. Bu sebeple silahlar sürekli olarak
daha da geliştiriliyor, ve çeşitlendirilerek kimyasal silahlar,
nükleer silahlar gibi toplu kıyımlarda etkili olabilecek şekilde
daha güçlü hale getiriliyor. Ve ardından da tüm bunlar doğrudan
insanlar üzerinde deneniyor.
II. Dünya Savaşı’nda Hiroşima ve Nagasaki’ye atılan atom bombaları
bu konuda dünyaya ders olmadı. Özellikle de 11 Eylül olayları
sonrasında, silahlanmaya ayrılan harcamalar tüm dünyada daha da
arttı, 2011 yılında 3 katı artarak rekor seviyeye ulaştı. Temel
birkaç örnek verecek olursak, bu durumun nasıl vahim boyutlara
ulaştığı çok daha iyi anlaşılabilir.
Stockholm Uluslararası Barış Araştırma Enstitüsü (SIPRI)’nün 2013
yıllığındaki verilere (*) göre;
2012 yılı itibarıyla dünya askeri harcamaları 1.7 trilyon doların
üzerindedir. Bu rakam Soğuk Savaş döneminde harcanan bütçenin
üzerinde bir miktardır. Bu tutar, dünya gayrisafi yurtiçi
hasılasının % 2,5’una denk geliyor, yani dünyada üretilen değerin %
2,5i silahlanmaya harcanıyor.
2011 yılı itibarıyla Amerika’nın denizaşırı ülkelere sattığı silah
ticaret hacmi 66.3 milyar dolar.
Dünyada silahlanmaya harcanan paradan sadece % 1’lik bir kısıtlama
yapılacak olunursa, bugün 30 milyon aç Afrikalı insanın gıda
ihtiyacı karşılanabilir.
Irak işgali sırasında Amerika 1.7 trilyon dolar para harcadı.
Silahlanmaya yapılan harcama o derece yüksek ki, bir ülkede halk
fakirken, günlük yiyecek yemek dahi bulmakta zorlanırken, o ülkenin
hükümeti silahlanmaya önemli miktarlarda para akıtabiliyor. Kuzey
Kore bunun önemli bir örneğidir; ülkede insanlar aç ve fakirken,
ülke nükleer silah üretimi yapabiliyor.
Dünya çapında silahlanmanın boyutları çok yüksek. Ama diğer yandan
da dünya genelinde insanların büyük bölümüne sorulacak olsa, hepsi
‘savaşların durmasını ve barış istediklerini’ söylüyorlar. Ve
gerçekten de dünya çapında bu amaçla çok çeşitli organizasyonlar
kuruluyor, çağrılar yapılıyor, gösteriler düzenleniyor. Ama bu
girişimlerin hiçbiri istenen sonucu vermiyor.
Çünkü barışın tesisi için, ülkelerin insanlığın çıkarlarını, şahsi
çıkarlarının üzerinde tutmaları ve bu doğrultuda bazı
menfaatlerinden ödün vermeleri gerekiyor. Dolayısıyla da böyle bir
bakış açısı hakim olmadığı sürece, barış söylemlerinin kalıcı
hiçbir etkisi olmuyor. Birleşmiş Milletler’in yılın bir gününü
‘Barış Günü’ ilan etmesi, barış temsilcilerine ‘Barış Ödülleri’nin
verilmesi gibi faaliyetler de bu sebeple temsili çabalardan öteye
gidemiyor.
Çözüm ise, barış söylemleri yapmak yerine, elbette ki yapılması
gereken değişiklikleri doğrudan eyleme geçirmek olmalı. Ama böyle
bir değişim, pek çok insan ve toplum tarafından çeşitli bahanelerle
çok zor hatta imkansız gibi görülüyor. Oysa ki ortada yalnızca tüm
dünyayı etkisi altına alan bir oyun var. Ve bu oyunu bozmak da çok
kolay. İnsanlara zor olanı kolay; kolay olanı ise zor görüyorlar.
Savaşmak, çatışmak, öldürmek, yaralamak, toplu katliamlar, toplu
yıkımlar yapmak ve tüm bunlar için silahlanmak, silahlanabilmek
için de bütçe ayırmaya çalışmak zor olandır. Barış ise çok kolay ve
güzel olandır. Silahlanmaya ayrılacak para, insanların refahına,
mutluluğuna, huzuruna, neşesine, toplumların kalkınmasına; daha
güzel, daha estetik evler, daha güzel bahçeler, sokaklar, daha
güzel şehirler inşa edilmesine, sanata, bilime, tıptaki gelişmelere
ayrılabilir. Tüm bunların sonucunda da tüm dünya insanları güzel
bir dünyada güzel bir hayat yaşayabilirler.
Ülkelerin silahlanma konusunda yaşadıkları rekabet yerine, dünya
çapında, güzellikte, iyilikte sevgide rekabet yaşanması gerekir.
Silahlanma rekabeti yerine sevgi rekabeti hakim olmalıdır.
İnsanlar, toplumlar, ülkeler silahlanmada yarışacaklarına,
hayırlarda yarışmalıdır. Bunun sonucunda da bombalara, füzelere,
tanklara verilecek olan para halka dağıtılır. Fakirlere, yetimlere,
yoksullara hastalara, muhtaçlara daha fazla yardım ve güzellik
sunulur.
Şu an için dünyanın büyük bölümüne, böyle bir sevgi ve şefkat
anlayışı yerine nefret politikaları hakim durumda. Peygamberimiz
(sav)'in hadislerinde verilen bilgilerden, bu konuda kökten bir
değişikliğin ancak Hz. Mehdi döneminde gerçekleşebileceğini, gerçek
barış ve huzurun ancak Mehdiyet’le birlikte yaşanacağını
anlıyoruz.
Bu dönemde insanlar nefretten, öfkeden, kin ve intikam hislerinden
kurtulacak, toplumlara sevgi, şefkat, hoşgörü ve güçlü bir adalet
anlayışı hakim olacaktır. Silahlar ve silahlanma anlayışı tümüyle
ortadan kalkacak, savaşlar, çatışmalar, katliamlar sona erecektir.
Ve dünyada ‘Altın Çağ’ adı verilen, tüm insanların refaha ve
mutluluğa kavuştuğu, dünyadaki tüm maddi olanakların silahlanma
yerine, teknoloji, sanat, bilim, sağlık gibi faydalı alanlara
aktarılarak insanlık adına çok önemli ilerlemelerin yaşanacağı
kutlu bir dönem yaşanacaktır.
*: http://www.globalissues.org/article/75/world-military-spending