MASUM bir insandı.
Yüz kızartıcı, can acıtıcı, başkasının hakkına tasallut edici, küçük düşürücü, aşağılayıcı bir hâline kimse şahit olmamıştı.
Herkesin iyiliğini ister, yardım eder ve bundan dolayı da iltifat beklemezdi.
Kendisine teşekkür edenler olduğunda ise şunca yaşına rağmen yüzü yere düşer, yanakları allanır, ellerini nereye koyacağını bilemez ve nasıl cevap vereceğini şaşırırdı.
Mahcup bir insandı gerçekten.
Bu sebeple zamanla adı unutulmuş, mahcubiyeti ismiyle birlikte sürüp gitmişti.
…
GEÇENLERDE arayan gençlik arkadaşım muhabbet sırasında “Mahcup Gitti” dedi.
Söyleneni haber olarak değil durum tespiti şeklinde anladığımdan “Mahcubiyet gideli çok oldu Azizim” diye karşılık vermiştim.
O da “Evet, mahcubiyet gideli çok oldu haklısın ama “Mahcup Emmi” de daha fazla dayanamadı ve gitti” dediğinde konuya uyandım.
Meğer çocukluk ve ilk gençlik yıllarımızın en parlak ve etkili kişisi olan “Mahcup Emmi” de gerçek âleme hicret etmiş.
İçim kabardı, kelimeler dilime yapıştı. Daha fazla konuşamayıp telefonu kapattım.
…
MASUMİYETİ yitirdik ilkin.
Müşkül durumlarda geri adım atmayarak arsızlığın aralanmış kapısında girmeyi marifet saydık. O eşik geçildikten sonra avdet etmenin ne kadar güç olduğunu düşünemedik bile.
İlk kaybedilen veya vazgeçilen hususiyetlerimizden biri olan masumiyetin esasen insanlık ile kurduğumuz en mühim bağ olduğunu fark edemedik.
Anlatan da olmadı zaten…
Hayatımızı daha çok daraltıp özgürlüğümüzü kısıtlayan ve yapılması zor önerileri emir kipiyle dikte etmeye hasrettiler büyüklerimiz mesailerini.
Mahcup olmayı öğretebilselerdi sadece, çoğumuz paçamızı içine düştüğümüz bunca hoyratlıktan daha çabuk ve daha erken kurtarabilecektik.
Mahcubiyetimiz, masumiyetimizi henüz tam kaybetmediğimizi ve bir ümidin hep parlayıp durduğunu da hatırlatacaktı bize.
Yapamadık.
“Mahcup Emmi” bunu çok önceden fark edip önden giden atlılardan olmuştu.
…
“NEDENDİR bu kadar mahcubiyet Erenler” diye sormuştum son buluşmamızdaki halvetimizde.
“Çünkü masum değilim, öyle görülsem de. Onu bütünüyle kaybetmemek içindir mahcubiyetim” demişti.
Uzunca bir sohbet olmuştu. İçini içime dökmüştü âdeta bile isteye.
Gönlümde kadife bohçalara sarıp sakladığım o güne ait cümlelerden biri şuydu:
“Âdem ile İblis’in temel farkı MAHCUBİYET farkıdır.”
“Nasıl yani?” diyerek konuyu irdelediğimde ise “Âdemi Hazreti Âdem yapan mahcubiyetidir. Kabahatini anlaması ve yanlışında ısrar etmeyerek özür dilemesi, nedametle tövbe etmesidir” demişti. “Aynı şey şeytan isen söz konusu mu?” dediğimdeyse “Hayır elbette” demiş ve şöyle sürdürmüştü sözünü: “İblis arsızlığını kabul etti ama gerekçe üretti, mahcubiyet emaresi göstermedi ve kibre bulanarak şeytan oldu.”
…
MASUMİYETİN kaybı bizi cennetten çıkarmıştır ama mahcubiyetimizin kaybedilmemesi, muhafaza edilmesi bizi tekrar cennete sokacaktır.
Bu sebeple mahcubiyet meselesine çok önem vermeliyiz.
Beşeriyetimizin gereği olarak Âdem babamız gibi bazı isteklere direnemeyip kusura, günaha meyletmiş olabiliriz. Şeytanın iğvasına, nefsin hilelerine yeterince direnip karşı koyamamış bulunabiliriz.
Ancak…
Masum kalamasak da mahcup kalabiliriz.
Ve mahcubiyetimiz masumiyetimizin bütünüyle kaybolmasına mâni olur.
Ki, bu çok mühimdir.
Ezcümle, tam bir “Mahcup Emmi” portresi çizemeyebiliriz ama bu hiç yapamayacağımız anlamına gelmez.
İnşallah mahcubiyetimiz masumiyetimizin bekçisi olur.
Ya Selâm!