Koparılan dil 4
Okuduğunuz Türkçe bir kitapta “sâdeleştiren / bugünkü Türkçeye çeviren / günümüz diline uyarlayan / sâdeleştirilmiş metin / sâdeleştirilmiş basım” benzeri bir kayıt varsa aldandınız demektir: Okuduğunuz kitap (!) çarpılmış, çırpılmış ve kırpılmıştır...
Genleriyle oynanmış parlak görünüşlü bir meyveyi yalayıp yutmaktan daha fenâ bir şey yaptınız... (Zararlı gıdâları vücûdunuz az çok geri çıkarıyor ama beyin faydalı-zararlı demeden hepsini bir güzel hazmedip saklıyor...)
Geçmiş olsun.
İyileşmek istiyorsanız,
- Gece gündüz kitabın aslını adamakıllı okuyup anlayın...
- Uydurukçayı bırakın...
***
“Türkçeden Türkçeye” tercümeler -hele uydurma kelimelerle yapılıyorsa- sıhhatli ve dirâyetli değil, illetli ve sakaametli olur.
Bilhassa uydurma (devlet ikaameli) sözler, yerlerine kondukları kelimelerden devralacağı sanılan yükü (mânâ-mefhum-medlûl) çoğu zaman sırtına alıp taşımaktan âciz kalıyor. Meselâ “terbiyeli genç” dendiğinde gözünüzün önünde “eğitimli genç” mi canlanıyor, yoksa farklı bir tip mi? Üniversite talebeleri “eğitimli genç” mi, yoksa “terbiyeli genç” mi oluyor sizce?
“Terbiye→eğitim / ilim→bilim / millet→ulus / milliyetçi→ulusalcı / hayal→imge / hikâye→öykü / konser→dinleti / idâre→yönetim” mefhumları üzerinde biraz düşünün bakalım: Eşleştirilmiş olan bu kelimelerden ikincileri (devlet ikaameli olanları), birincilerin mânâsını aynen taşıyor mu? Birincilerin ifâde ettiği mefhum, ikincilerde sağlıklı olarak yaşıyor mu?
***
TDK'nın böyle ikaameleri niçin ârıza veriyor? Çünkü bunlar dilin tabii olarak değişme ve gelişme biçimine aykırıdır. Kaanunsuz ve uygunsuzdur. Öyle olunca da Türkçede 85 yıldır TDK eliyle yapılan değişiklikler ânî, sun'î, mâlâyânî, yabânî, hırpânî ve intânîdir.
(Bu meseleyi bir kitap çapında îzâh etmek mümkün...)
***
Bir kitabın orijinalinde -söz gelişi- “rûyâ” kelimesi varsa “Türkçeden Türkçeye” mütercimleri onu îtinâ ile sâdeleştirip (!) yerine bir “düş” oturtuyorlar. (Bu sâdeleştirme simsarları ve Türkçe işgüzarları çoğu zaman herkesin bilip anladığı kelimeleri de kaldırıp yerine “öz Türkçe”sini koyuyorlar. Meselâ Nutuk'un “Türkçeden Türkçeye” mütercimlerinden biri olan Hıfzı Veldet Velidedeoğlu “hazîne-tersâne-hîle” kelimelerini bile yabancı görüp yerlerine “kaynak-gemi yapım yeri-aldatıcı düzen” yazmış. İnsan merâk ediyor: “Rûyâ, hazîne, tersâne, hîle” gibi kelimeleri kim anlamaz ki?)
***
Türkçede eskiden beri var olan ve “rûyâ” mânâsına gelen “düş”
kelimesi TDK müdâhalesinden sonra “hayal” yerine de yazdırıldı ve azdırıldı. TDK’lılar “düş”lerimize ve “hayal”lerimize böylesine müdâhalelerde bulunmadan (1930'lardan) önceki Türkçede bu iki kelime yerli yerinde kullanılıyor ve arasındaki mesâfe korunuyordu. Meselâ Dadaloğlu, yârinden bahsederken, “Dadaloğlu'm, sevdâsı var başımda / Gündüz hayâlimde, gece düşümde” diyordu. Karacaoğlan ise “Mâvi donlum sallanıyor karşımda / Gündüz hayâlimde, gece düşümde” mısrâlarını söylüyordu. Bu "Gündüz hayâlimde, gece düşümde” mısrâsı Pir Sultan Abdal'da da vardır. Yine Karacaoğlan, “Ben varmaz oldum işime / Hayâlin girmez düşüme” sözleriyle bu iki mefhûmu birbirinden hep ayrı düşünüyordu...
***
Karacaoğlan, Dadaloğlu, Pir Sultan Abdal gibi halk şâirlerinin doğru Türkçesini şimdiki profesörlerin çoğu bilmiyor. Velidedeoğlu gibi ordinaryüs olanlar da dâhil...
Mektep-medrese görmek insanın Türkçesini mi bozuyor ne?
Mektepsicilasızdırdırlaneticebir...