Kopardılar-1
“Bizim tarihimizle bağlarımızı kopardılar mı?” diye soran Cumhurreîsimiz Recep Tayyip Erdoğan, bunun cevâbını derhâl ve kendinden emîn olarak yine kendisi verdi: “Kopardılar...”
Bu cevap, milletin yaşadığı en acı firkatin ve hakîkatin ifâdesiydi...
Evet, kopardılar ve biz –kelimenin bütün mânâlarıyla– koptuk...
- Bir yerden ikiye ayrıldık: T.C. kuruldu ve o günden îtibâren târihimizin güzergâhında yollar ayrıldı.
- Asıl yerimizden ayrıldık, bağlı bulunduğumuz yerle irtibâtımız kesildi:Bir önceki devletimizle, komşularımızla, muhîtimizle neredeyse bütün bağlarımız koparıldı.
- Uzuvlarımız vücuttaki yerlerinden ayrıldı:Elimiz kolumuz (kuvvetimiz), kafamız (inanç, fikir, kültür) gövdemizden ameliyatla kesilip alındı.
- Kendimizden uzaklaştık:Yahyâ Kemal’in “Kopmuşuz bizler o öz varlık olan manzaradan...” dediği gibi, kendimizden, özümüzden, rûhumuzdan uzaklaştık...
***
Evet, adı farklı ve yeni bir devlet kurulabilirdi ama Osmanlı’dan kopmak şart değildi. Nitekim yıkılan başka rejimler de vardı ama yerine kurulan sistem, milletinin kültürünü red ve inkâr etmiyordu.
Cemil Meriç bunu şöyle dile getiriyordu:
“Batı'da inkâr bile bir kabul. İhtilâller birer kopuş değil, birer koşuş...”
Dostoyevski’nin meşhur romanı Karamazof Kardeşler’deki şu sözlerini Cemil Meriç de Bu Ülke’sine almıştı:
“Bir ülke mâzîsinden kopamaz, kopmamalıdır. Aydın, sınırların ötesinden basmakalıp ıslahat projeleri dileneceğine, halkın içine inmeli. Rusya’yı ancak din kurtarabilir...”
Bizde ise vaziyet –yine Cemil Meriç’in tesbîtiyle– “Türk düşünce tarihi, ülkesiyle göbek bağını koparan bir intelijansiyanın dramı”ydı.
***
Bu kopuş / koparılış öylesine âşikârdı ki biz bunu gerek “ayne’l-yakīn” gerek “ilme’l-yakīn” ve gerekse “hakka’l-yakīn” olarak öğrenip idrâk ettik.
Evet, öyle bir kopma oldu ki...
Müthiş bir art niyetin, nefretin, hiddetin, şiddetin, illetin, sakaametin, muhâlefetin, ihânetin ve gafletin el ele vermesiyle olan bir kopmaydı bu...
Duyanların ödü koptu...
Târihte bir velvele koptu...
Beynimizde fırtınalar koptu...
İnancımızda curcunalar koptu...
Kültürde dananın kuyruğu koptu...
Yedi asırlık devletle bir kavga koptu...
Osmanlı saltanatının kolu bacağı koptu...
İslâm âleminin hilâfetinde kıyâmet koptu...
Milyonlarca yürekten sessiz çığlıklar koptu...
Ortadoğu coğrafyasında kızılca kıyâmet koptu...
Yalnız bizim değil, bütün dünyânın şîrâzesi koptu...
***
Manzarayı Mehmed Âkif’in şu mısrâlarıyla resimleyelim:
“Şark'ın ki mefâhir dolu, mâzî-i kemâli,
Yâ Rab, ne onulmaz yaradır şimdiki hâli!
Şîrâzesi kopmuş gibi, manzûme-i îman,
Yaprakları yırtık, sürünür yerde, perîşan...”
***
Osmanlı'ya kubaranlar, öfkesinden kabaranlar, bizi kökten koparanlar, başka yere aparanlar...
Bunlar en çok hangi koparma işinde muvaffak oldular, biliyor musunuz?
Dilde...
Bizi mâzîden koparmanın en kestirme yolu lisandı çünkü...
O hâlde bu kopan bağları en kısa yoldan nasıl ve neyle bağlayacağımız da belli:
Bizi en çok kopardıkları şeyle...
Yâni dille...
Evet, ille "dil"le...