Dördüncü Bölüm
Alexis Carrel’in Çözümlemelerinin Devamı
Felsefenin ve Filozofların Sefaleti ve Yetersizliği
Carrel, günümüz Batı Medeniyetinin çöküşünün insanlığa getirdiği ve daha da getireceği büyük felaketler karşısında “büyük uyarı düdüğünü çalmak” tan olarak yazdığı ilk uyarı kitabına “İnsanlar Uyanın” ismini vermişti. Kitabının birinci bölümünün başlığına, bu çöküşün sebeplerinden birini de bir cümleyle özetlercesine “Tabiat Kanunlarına İtaat Etmiyoruz” başlığını koymuştu. İlk paragrafını, “bir düşünce, doktrin ve ideoloji disiplini” olarak kainatın ve insanın nasıl yaratıldığını, iyi bir hayatın nasıl olması gerektiğini araştırmakla görevli felsefenin tâ Eski Yunan’dan beri yetersiz kaldığı halde, günümüzde de yetersizliğini koruduğu hakkında şunları yazar:
“Her insan keyfine göre yaşamak ister. İnsanın nefsinin arzularına göre yaşaması, insanda fıtri (doğuştan gelen) olan bir arzudur (1). Fakat insandaki bu fıtri arzu, demokratik memleketlerde garip bir şekilde şahlanmış ve nihayet hakikaten marazi (hastalık hali) denecek bir tarzda derinlere kök salmıştır. Avrupa ve Amerika’da hürriyete körü körüne tapılmasına sebep olanlar, aydınlık devrin (Avrupa’da Rönesans ve Reform döneminin) filozoflarıdır. Bu filozoflar, akıl namına hareket ettiklerini söyleyerek, anane, örf ve âdetlerin gülünç olduğunu iddia ettiler. Böylece her çeşit baskı insanlara manasız ve nefret edilecek bir şey olarak göründü. (2) O zamanlar atalarımızdan kalma ananelere karşı açılan mücadele son şiddetini buldu. Halbuki bu ananeler beşeriyetin (insanlığın) asırlardan beri edindiği tecrübelerden ve dinî ahlaktan çıkarılmıştı.” (Alexis Carrel, İnsanlar Uyanın, Çev. L. Yazıcıoğlu, Arif Bolat Kitabevi , İstanbul, 1965, s. 5)
Carrel’in, verilerinin insanları mutlu edemeyeceğine yönelik olarak felsefenin ve filozofların yetersizliği ile ilgili diğer bir kısım çözümlemeleri de şöyledir:
“Şimdiye kadar yapılan tecrübelerden hiçbiri tam anlamıyla başarılı olamamıştır. Antik site (Eski Yunan), Ortaçağ (Avrupa’da Eski Roma dönemi) , Liberalizm, Marksizm, Nasyonal Sosyalizm vb. hepsi başarısızlıkla neticelenmiştir. (3) Zeka (aklın bir unsuru olan zekanın ruhtan iyice arındırılarak salt bir yapılanma kazanması hali), yanlış bir yola sapmıştır; tekamül gibi onun da yol değiştirmesi lazımdır.
Felsefi sistemler halen olduğu gibi, her zaman eksik kalacaktır. Zira tek bir insanın peşin hükümlerini ihtiva etmektedir.
Ekmek parası kazanmak gayreti, fikir cambazlığı oyunları, beşeriyetin ihtiyaçlarını tatmine kậfi (yeterli) gelmemektedir.
Materyalizm ve Liberalizm her ikisi de yanlıştır. Başarısızlıklarını izah eden de budur. Yalnızca maneviyata, zihni kabiliyetlere yahut maddiyata dayanan herkes aynı şekilde başarısızlığa mahkumdur.” (Carrel, İnsanlar Uyanın, s. 222)
“İdeolojiler, bilimsel terakkiler, din ve ahlaka üstün tutuldu. Bir medeniyet devamlı olabilmek için (ideolojiler yanında) felsefi prensipler üzerine değil, insanın varlığı ve insan çevresinin bilimsel telakkileri üzerine tesis edilmelidir. Bunu kimse anlamadı.” (Alexis Carrel, Hayat Hakkında Düşünceler, Çev. C. Beğenç, Kültür ve Turizm Bakanlığı Yayınları, İstanbul, 1988, s. 14)
“Biz, ilmin açık, basit telakkilerine 18. yüzyılın felsefi düşünce oyunlarını tercih ettik. Biz somut realiteye doğru ilerleyecek yerde mücerret (yalın hal) içinde durgunlaştık. Hoş, somut realiteyi kavramak zordur… Belki de insan tabiatının tembelliği ona somut karmaşıklığından ziyade soyut belirsizliğini tercih ettiriyor.” (Carrel, Hayat Hakkında Düşünceler, s. 7)
“Şimdiye kadar yapıldığı gibi insan hayatının kanunlarını felsefi prensiplerden, siyasi ideolojilerden çıkarmaya çalışmak boşunadır… Hiç bir düşünce ve sistem herkesin kendisine katılmasını sağlayamamıştır. Filozoflar aldanıyorlar…
Adam Smith (Kapitalizmin ideologu ve filozofu) ve Karl Marx (Komünizmin ideologu ve filozofu) tarafından öğretilen ekonomik olanın üstünlüğü, bizi ruhaniyetin üstünlüğüne zıt geçim kaidelerine götürür. Etrafımızda prensipler, zıtlıklar kol geziyor. Hiçbir sistem, bizim yönetimimize münakaşa edilemez temel hizmeti görecek kadar güvenilir değildir. Hayatın kanunları, fizik kanunları kadar ebedi prensiplerden çıkabilmiş değildir. Yalnız mantıki düşünce sayesinde hayatı yönetmenin kaidelerini keşfetmek ümidini bırakmak gerekir.”(Carrel, Hayat Hakkında Düşünceler, s. 46)
“İlim dünyayı değiştirmiştir. O insanlığın geçirdiği en büyük inkılapların başlıca sebebidir...
İlmin kudreti hemen hemen hudutsuzdur, şu şartla ki, gerçek manasına uygun olarak tatbik edilsin, yalnız maddi verilerle uğraşmasın, kapitalistlerin menfaatine (4) ve bilginlerin (5) gururuna bağlanmaksızın, insanlığın gelişmesi ve huzura kavuşması için uygulansın. Onu felsefi sistemlerden kurtarmak gerek.” ( Alexis Carrel, Yarınlara Doğru, Çev. R. Özdek, Bedir Yayınları, İstanbul, 1969, s. 88)
Medeniyet Tasavvurlarında Felsefenin Yetersizliğini, Alexis Carrel’in Çağdaşı Albert Schweizer’in de Dile Getirmesi
14 Ocak 1875 de Almanya’da doğan ve 5 Eylül 1965’da ölen Albert Schwıtzer tarihe, “ Büyük filozof, protestan din adamı, müzisyen, doktor ve gerçek hümanist” olarak geçmiştir. Schweitzer, gerçek ünü ve tanınırlığını bir tıp doktoru olarak, Afrika’nın büyük çaresizlikler içinde kıvranan hastalarının iyileştirilmesine adaması ile kazanmıştır. . Din eğitimi de alan kendisi ,”Din adamı ve ahlakçı sıfatı” yla da insanlığın kurtuluşu için onun dinin ilahi mesajlarına ve ahlakın herkesin mutluca yaşamasını sağlayacak “yüksek ahlak kurallarına” da ihtiyacı olduğunu dile getirmesiyle ise, bir düşünür olduğunu ispatlamıştır. . Günümüz Batı medeniyetinin çöküşünün el belirgin tezahürü olarak, bu çöküşü dile getiren diğer meslektaşları Alexis Carrel, Spengler, Albert Camus, Bertrand Russell vb. gibi kendisi de bu iki savaşın çıkışından son derece üzgün olmuş ve bu konuda yazdığı kitaplarında dile getirdiği üzere ona göre de I. ve II. Dünya Savaşları “Bu medeniyetini (Günümüz Batı medeniyeti” yıkılışı demektir” olmuştur. Bunun sonucu, yaşanan büyük problemler ve kurtuluş için yeni bir medeniyet tasavvuru, Schweitzer tarafından da dili getirilmiştir. Schweitzer, 1952 yılında “Uluslararası kardeşlik çalışmalarına katkıda bulunmak” tan olarak Nobel Barış Ödülü almıştır. ( Albert Schweitzer, Uygarlık ve Barış, Çev. Kemal Vehbi Gül - Ender Gürol, Varlık Yayınları, İstanbul, 1965, s. 5- 31)
Bu incelememizde, Schweitzer’in de eserlerinden alıntılar yapacağız. Konu başlığıyla ilgili yaptığımız alıntılarımız şunlardır:
“ Batı Medeniyetinin Çöküşü 19. Asrın İkinci Yarısında Belirgin Hale Geldi”
“Günümüzün en büyük bilginlerinin (fikir adamları, düşünülerin ve filozofların) bile en güçlü önyargılarla kuşatıldığını sık sık görüyoruz…” (Albert Schweıtzer, Uygarlığın Çöküşü ve Yeniden Kuruşu, Çev. Ender Gürol,Varlık Yayınları, İstanbul, !965. s. 110)
“Tatminkar bir hayat felsefesine giden yolu öğrenebilmemiz için, Avrupa ruhunun yüklediği mücadelenin bir süre için başarılı oluşunun ve 19. yüzyılın ikinci yarısında bahtsızca sona erişinin nedenlerini açıkça görmemiz gerekmektedir.
Bizim düşüncemiz uygarlıkla çok az ilgili olduğu için, felsefe tarihinin asıl yönünün tatminkar bir dünya görüşü için insanın mücadelesinin tarihi olduğunu gösteren dikkat yetersizdir. Bu göz önüne alındığında, tarih kendisini trajik bir olay olarak ortaya koyar.” (IAlbert, Schweitzer Uygarlık ve İnsanlık, Çev. T. Ang – H. Coşkunkan, Yankı Yayanları, İstanbul, 1969, s. 17 – 18)
Carrel, Eski Yunan’dan günümüze (Aristo’dan Emil Durkheim’e kadar) bütün filozofları isim isim olarak ele alarak da tenkit ederken, Schweıtzer de aynı yola başvurur. Birkaç örnek olarak, Decardes ve Kant üzerinde durur. İnsanı tarifte “Decardes’in ’ın doğması” dediği “Düşünüyorum öyleyse varım” ın onun felsefesinde saçma ve gelişigüzel seçilmiş bir başlangıç olduğundan bahsederken, Kant için de, kendisine karşı içten olmayı etikliğin temeli saydığı halde, etikliğin gerekli özü hakkında hayatın kutsamanın yolunu bulamadığından başarısızlığa uğradığını yazar. (Schweıtzer, Uygarlık ve İnsanlık, s. 81 – 89)
Schweitzer, felsefe ve filozoflar yanında, tarih ilmi ve tarihçilerin de yetersiz kaldıkları hakkında şunlardan bahseder: Felsefe gibi, ana fikir olarak “Tarihi kötüye kullanmadan edemiyoruz” görüşlerine yer vererek yazdıkları: “19’uncu yüzyıl tarafından gerçekleştirilen tarih biliminin başarıları karşısında hayran kalmamamız olmaz, ama bütün tarih bilimini elinde bulundurmasına rağmen, neslimizin gerçek bir tarih duygusuna olup olmaması başka bir iş.
Kelimenin tam anlamıyla, tarih duygusu, ister uzakta, ister yakında yer almış olsun, her olayın karşısında eleştirici bir nesnellik gerektirir. Bu melekeyi, olayları tartarken , önyargı ve çıkarlardan korunmak için tarihçilerimizde bile olmayan bir güç gerek. Şimdi için önemi olmayan çok uzak bir devri ele aldıkları süre, ait olduğu ekolün görüşlerinin izin verdiği kadar tenkitçi oluyorlar. Ama, geçmiş ile ‘bugün’ arasında gerçekten bir bağ varsa, yargılarında, görüş açılarının akli, dinsel, toplumsal veya iktisadi görüşlerinin etkisini görmekte gecikmiyoruz…
Son yirmi otuz yıl tarihçilerimizin bilgilerinin şüphe götürmeyecek derecede artmasına rağmen, tenkit tarafsızlıklarının artmamış olması tuhaftır. Eski araştırmacılar, bugünlerden çok daha saf olarak, bu ülküyü gözlerinin önünden ayırmıyorlardı; öyle ileri gittik ki, artık, geçmişle olan bilimsel çalışmalarımızda, ciddi bir şekilde , milliyet ve inançtan doğan bütün önyargıların kalkmasını istemiyoruz. Günümüzde en büyük bilginin bile en güçlü önyargılarla kuşatıldığını sık sık görüyoruz. Tarih edebiyatımız da en yüksek mevkiler propaganda amaçlarıyla yazılmış eserler tarafından işgal edilmiş durumda…
Bilimin tarihçilerimiz üstünde öyle az eğitici etkisi olmuştur ki, meslekleri icabı, fikirleri, gerçek karşısında doğru dürüst tartışacaklarına, herkes gibi, onlar da, bu fikirlere sarılmışlardır. Sadece bilgili kişiler olarak kalmışlardır. Uğrunda uygarlığın hizmetine girmiş oldukları göreve başlamamışlar bile ve 19’uncu asrın ortalarında tarih biliminin yükselmesine dayanan uygarlık ümitleriyse, milli devletler ve demokratik hükmet biçimlerinin gerektirdiği şeyler kadar gerçekleşemeden kalmıştır…
Tarihi kötüye kullanmadan edemiyoruz (6)… Geçmişte değerli olana karşı gerçek bir ilgi gösterememiz tuhaftır…Tarihi ödediğimiz saygı özelliği budur….Gerçek duygumuz kendimizi gündelik olaylarda nasıl kaybettiriyorsa, tarih duygumuz da geçmiş olaylarda aynı şekilde davranmamıza zorluyor.” (Schweitzer, Uygarlığın Çöküşü ve Yeniden Kuruluşu, s. 109 – 111)
Görülüyor ki, günümüz Batı Medeniyetinin çöküşünün ana sebeplerinden birisi de “felsefenin ve filozofların yetersizliği” olmuştur.
Batı Hıristiyan dünyasında medeniyet tasavvurları için felsefe ve filozofların yetersizliğini, tarih ilminin yetersizliğiyle birlikte Carrel ve Schweitzer ortaya koyarlar ken, Doğu İslam dünyasında ise, bunun yetersizliğini İmamı Gazali de bir İslam düşünürü olarak dile getirmiştir. Özellikle Yahudi düşünürler ve tercümanlar tarafından Eski Yunan Felsefesi kaynak kitaplarının Arapçaya çevrilip yaygınlık kazanması üzerine (Hıristiyanlığın yaygınlık gösterdiği yıllarda, ona Yahudi düşünür ve azizler tarafından Musevilik ve Yunan – Roma paganizmi aşışı yapıldığı gibi, bu aşıları İslamiyet’e de yapmak emelinden olarak) bunların etkisinde ortaya çıkan bazı “aykırı düşünceler” sebebiyle İslam’ın Akait anmayışı tehlikeye girince, Gazali bu sebepten felsefeye karşı çıkmış ve hatta bu uğurda Türkçeye de çevrilen “Felsefeye Reddiye” isimli kitabında, felsefenin konusu olan kainat, insan ve hayatın zaten İslam Akaidinde gerçek anlamda izah edildiği için, felsefenin konusu olmaktan çıktığı ve İslam dünyasının felsefe gibi bir bilgi dalına ihtiyacı olmadığı üzerinde durmuştur.
DİP NOTLAR:
1-İnsanlığın tarihinde hep, insanları mutlu edecek genel kaide ve kanunlara göre yaşamaktan ziyade, daha tatlı ve haz verici insanın egosu ve bencilliğinden kaynaklanan ve diğer insanlara zarar verecek olan insan nefsinin arzularını göre yaşamak da Batı medeniyetinin çöküşünün ana sebeplerinden birisi olmuştur. Peygamberimiz Hz. Muhammet, her zaman Şeytan’ın emrinde olabilecek keyfin - nefsin arzularına uymayı, insanlar için “en büyük felaket” olarak nitelendirilmiştir. Mekke’nin fethinden sonra Medine’ye dönerken, bütün ashabını topladığı bir alanda onlara, “Bir büyük zaferimizi kazandıktan sonra (Mekke’nin fethi), asıl olan, ikinci büyük zaferimizi kazanmaktır. O da, nefislerimizle mücadele olacaktır” demiştir.
2-Kuru-sıkı, hamasi ve sınırsız yaşamak hürriyeti, Batı medeniyetinin çöküşünün diğer sebeplerinden birisi olmuştur. İşin aslına bakılırsa, genelde “İnsanların hür olması, hürriyet havası içinde yaşaması”, Batı medeniyeti dendi mi hep akla ilk gelenlerdin birisi de “HÜRRİYET KAVRAMI SEVDALILIĞI” olmuştur, ama niçin ve nasıl bir hürriyet yapılanması üzerinde ciddi olarak durulmamış, hürriyet, maddeci medeniyet ve Kapitalist ve Komünist sömürü düzenlerinin hakimiyetine alan açmak için “maziyi yıkmak” ın bir aleti olarak kullanılmıştır.
3-Bunlar, 1789 Fransız İhtilali’nden günümüze dek, mana alemini inkar ile Maddecilik –Materyalizm felsefi temelleri üzerine kurulu Batı medeniyetinin insanları- toplumları idare etme rejimleri olmuştur ki, insanın ve kozmosun yapısı ve kanunlarına uymadığı için bunlar birer birer iflas ederek tarih sahnesinden çekilmişlerdir. II. Dünya Harbi, Avrupa’da “Nasyonal Sosyalizm” i çökertmiş, Liberalizm (Kapitalizm) 1970’li yılların başından itibaren “çöküş dönemi” ne girmiş, Marksizm (Komünizm) ise 1990’lı yılların başında başta Komünist Rusya olmak üzere bütün dünyada çökmüştür. Şu yıllarda ise, “can çekişmek” e devam eden Liberalizm –Kapitalizm son demlerini yaşamaktadır. İnsanlığın, topyekun mutluluğunun sağlayacak olan “madde-mana dengesini” ni kuracak, ileride daha detaylı bahsedeceğimiz A. Carrel ve benzerlerinin de itiraf ettikleri üzere “Yeni Bir Medeniyet Tasavvuru”na ihtiyaç vardır.
4-Genel anlamda, ilmin verileri ve bunların teknolojik gelişmelere yansıması, bütün insanlığın huzuru için kullanılacağı yerde, Batı Ticaret ve Sanayi Kapitalizminin dünyayı azgın Batı egosunun emrinde yalnızca onun huzuru için birer unsurlar olarak kullanmışlar, Batının Büyük Kapitalist Devletlerinin (Kıta Avrupası devletleri, İngiltere, Fransa, Rusya, Almanya, İtalya vb. ve sonra bunlara eklenen Amerika Birleşik Devletleri) dünyamızı bugün itibariyle tam bir “cehennem” e çevirmişlerdir.
5-Filozof geçinenler de “akılları kendilerinden makul” olarak, çirkin şahsi emellerini tatmin yanında, Büyük Kapitalist Oligarkların paraları ve nüfuzlarından faydalanarak daha huzurlu bir hayat yaşamak için onların aleti olarak hastalıklı fikirler ve sistemler ortaya koymuşlardır.
6-Bu bizde de, çökmekte olan günümüz Batı medeniyetinin etkisinde 19. uncu asrın başlarından itibaren günümüze dek, “İlmi olmayan, genelde resmi tarih yazıcılığı” geleneğinin daha ileri derecede kendisini göstermesine sebep olmuştur. 28 Kasım 2024
Dördüncü Bölümün Sonu