Kanıksanan darbe - 1

İşte size Türkiye için SSS(Seyrek Sorulan Sualler)'den biri daha:


- Bir tarafta "teşebbüs" hâlinde kalan, ağzının payını alan; öbür yanda "tahakkuk" etmiş, milletin canına yetmiş ve olup bitmiş iki darbe var.

Peki, bunlardan hangisi daha vahim?

***

Millet ve devlete kasdedenlerin -çok şükür- başaramadığı bir darbe, yâni "darbe teşebbüsü" ne büyük tehdit ve tehlikelerle karşı karşıya kaldığımızı gösterdi ve bizi ürpertti. Peki, tahakkuk etmiş, milletin canına yetmiş ve olup bitmiş darbe için ne yapılmalı?..

***

Devletimiz ve milletimiz, 15 Temmuz Darbe Teşebbüsü'nü can ve kan pahasına bertaraf etti.

Fakat ne yazık ki henüz kurtulamadığımız korkunç bir darbenin esâreti altındayız: Dil Darbesi...

Buna "Hâfıza Darbesi, Kültür Darbesi vb." isimler vermek de mümkün...

***

Evet, Cumhûriyet'imiz kurulduktan 10-11 yıl sonra milletimizin özüne, sözüne ve içyüzüne (zihin-hâfıza-benlik-ruh) ağır bir darbe indirildi. O günlerde başlayan travmayı bütün hücrelerimizde artan bir şiddetle hâlâ yaşamaktayız.

Bu darbe,

1) Milletin düşünme, anlama, anlatma, anlaşma yollarını çok daralttı;

2) Hatırlama, varlığını hissetme kaabiliyetini hayli köreltti;

3) "Kökü mâzîde olan âtî" hayâlimizi kararttı...

***

Daha ne oldu?

Beyinleri “Dil Darbesi” asidiyle dağlanan, birbirini daha az, yarım yamalak ve yanlış anlayan; hattâ hiç anlamayan insanların birbirinden kopup uzaklaşması muhtemel, hattâ mukadder...

Osmanlı devri ile Cumhûriyet'in kuruluş yılları şöyle dursun, Adnan Menderes (1950-1960) devrinde yazılıp basılan eserlerin bile "eski Türkçe" sayıldığı bir kopuş var ortada.

Avrupalının 300 yaşındaki kitapları hâlâ genç; bizim 50'likler bile ihtiyarladı...

Kendi kültürünün kaynaklarından her yıl biraz daha uzaklaşan nesiller...

***

Konfüçyüs'ün o meşhur ve hikmetli sözü aslında tam bu hâli anlatıyor:

"Bir memleketin idaresini ele alsaydım, yapacağım ilk iş, hiç şüphesiz dilini gözden geçirmek olurdu. Çünkü dil kusurlu ise kelimeler fikirleri ifâde edemez. Fikirler ifâde edilmezse vazîfe ve hizmetler gereği gibi yapılamaz. Vazîfe ve hizmetin lâyıkı vechile yapılamadığı yerlerde âdet, kaaide ve kültür bozulur. Âdet, kaaide ve kültür bozulursa adâlet yanlış yollara sapar. Adâlet yoldan çıkarsa, şaşkınlık içine düşen halk ne yapacağını, işin nereye varacağını bilemez. İşte bunun içindir ki, hiçbir şey dil kadar mühim değildir..."

***

Sözün özü:

Milletin maddî varlığını hedef alan darbeyi -hamd olsun- savuşturduk. Peki, mânevî varlığımızı (zihin-hâfıza-benlik-ruh) hedef almış ve yere çalmış olan "Dil Darbesi" karşısında ne zaman davranacağız?

Mehmed Âkif, bizi bu dâvâ için de uyarmakta sanki:

"Davranın haykırmadan nâkuus-ı izmihlâliniz...

Öyle bir buhrâna sapmıştır ki, zîrâ, hâliniz:

Zevke dalmak şöyle dursun, vaktiniz yok mâteme!

Davranın; zîrâ gülünç olduk bütün bir âleme..."