Birkaç sene önce bu anlatacağıma benzer çok hadiseler oldu:
Üniversitede (veya yargıda, bakanlıklarda) büyük bir bürokrat…
İslamcı değil ama dindar ve namuslu… Beş vakit namazını kılar,
haram yemez, hanımı tesettürlü… Ehliyeti ve liyakati var… Birileri
var güçleriyle bu adamcağızın ayağını kaydırmak istiyor… Bazı
gazete ve dergilerde onun aleyhinde düzmece yayınlar yapıyor,
komplolar hazırlıyor… Bu birileri ateist, Kemalist, laik düzenci ve
düzenbaz mıdır?..
Hayır, değil. Onlar da Müslüman. Peki ne istiyorlar bu adamdan?..
Adam dindar, çalışkan, ehliyetli, liyakatli, namuslu ama çok büyük
bir kusuru var. Neymiş o?.. Adam onlardan değil. Adam Müslüman ama
öteki Müslümanlardan, bizden olmayan Müslümanlardan. O atılmalı ve
yerine ehliyetsiz liyakatsiz de olsa bizimkilerden biri
getirilmelidir.
Ya Rabbi, grup hizip parça fırka taassubu insana neler
yaptırmıyor!
Ümmet-i Muhammed (Salat ve selam olsun ona) olumlu çeşitlilikler
içinde sarsılmaz bir birlik halinde olmalıdır ama biz bunu bir
türlü hayata geçiremiyoruz. Oculuk buculuk şuculuk falancalık
filancalık birliğimizi ve kardeşliğimizi bozuyor.
Bendeniz işlerin, makamların, memuriyetlerin, müdürlüklerin,
başkanlıkların öncelikle Müslümanlara verilmesini isterim. Ancak
bunun bir şartı vardır: O Müslüman mutlaka (İslam karşıtlarından
daha) ehliyetli liyakatli çalışkan namuslu doğru dürüst âdil
başarılı olmalıdır.
Sâlih âbid ehliyetli liyakatli mü’minleri ötekileştirmek günahtır,
suçtur, ayıptır, şeytanîdir.
Müslümanlar ülke idaresine hakim olmak istiyorlarsa işlere ehil ve
layık elemanlar yetiştirsinler. Makyavelist metotlarla
kadrolaşmanın sonu hüsrandır.
Bir ülke, bir halk, bir devlet nasıl idare olunur?.. Bunun cevabı
şu hadîs-i şeriftedir: “Siz ne halde iseniz, öyle idare
olunursunuz…”
Bir halk sâlih değilse, kötü idare edilmeyle mahkumdur.
Memlekette yolsuzluk var diye ağlayanların niyetleri nedir? Bu
ağlayıcıların hepsi doğruluk ve dürüstlük olsun diye mi ağlıyor,
yoksa bir kısmı, birileri yiyor da biz niçin yiyemiyoruz diye mi
dövünüp hıçkırıyor kendini yerden yere atıyor?
Türkiye Müslümanlarının yeterli kısmı iyi, vasıflı, güçlü, üstün,
kültürlü, ahlaklı, faziletli, doğru ve dürüst olmadıkça Türkiye
düzelmez. Bunu herkes kafasına koysun.
Bir toplum kendisini bozmadıkça Allah onları bozmaz.
Mevlaya götüren yolda yürüyenler Mevlalarını bulur. Belaya götüren
yolda ilerleyenler belalarını bulur.
Bu ülkede çoğunluğu oluşturan Sünnî Müslümanlar, en zeki en
kabiliyetli en çalışkan en faziletli çocuklarını subay, öğretmen
din hizmetlisi olarak yetiştirmezlerse kurtulup yücelemezler.
Suriyeli Müslümanlar, ülke nüfusunun yüzde yetmiş beşini
oluşturuyordu ama vakit ve fırsat varken çocuklarını subay
yetiştirmedikleri için büyük belalara mâruz kalıp perişan oldular.
Onlar uyurken, Nuseyrî azınlık orduyu ele geçirdi ve ondan sonra
olanlar oldu.
Bizim yakın tarihimizde, dindar kesime, oğullarını subay yetiştirme
kapılarının açık olduğu devirler olmuştur ama “Çocuğum doktor
olsun, mühendis olsun, bol para kazansın…” zihniyeti nice ana
babanın gözlerini kör etmiştir.
Evet, orduda dindar subaylar çoğunlukta olmalıdır. Lakin orduya
kesinlikle İslamcılık, cemaatçilik, tarikatçılık, sekter zihniyet
sokulmamalıdır. Dindarlığa evet, cemaat holiganlığına militanlığına
fanatizmine hayır.
İnşaallah Türkiye Müslümanları birtakım cemaat ve hizip bağnazları
yüzünden Suriye Müslümanlarının durumuna düşmez.
(İkinci yazı)
AĞLAYICI KARILAR
İslamî kesimde ne çok profesyonel ağlayıcı var. Gözyaşları,
hıçkırıklar içinde din, Ayasofya, mukaddesat edebiyatı yapılıyor.
Bunların bir kısmı samimî, ihlaslı, bir kısmı ise profesyonel
ağlayıcı… Eskiden cahiliye devrinde ağlayıcı karılar varmış, zengin
aileler, bir cenazeleri olduğunda bunları çağırırmış, onlar ölünün
yanında, defn edildikten sonra ah ü vahlar ederek, yüksek sesle
ağıtlar okudukları, yalancı göz yaşları döktükleri, saçlarını
başlarını yolar gibi yaptıkları halde matem tutarlarmış. İş
bittikten sonra da ücretlerini alıp giderlermiş.
İslam aleminin haline, Türkiye Müslümanlarının parçalanmışlığına,
halkın büyük kısmının namazı yitirmesine, şehvetlerine uymasına,
zinanın ribanın şeytanî binaların çoğalmasına, azgınlığa, tefrikaya
elbette ağlamalıyız, hem de seller gibi gözyaşı dökerek,
hıçkırıklarla sarsıla sarsıla ağlamalıyız ama ihlasla can ü
yürekten ağlamalıyız.
Ağlamak insanı açar, temizlermiş… Açar tabiî, lakin samimî
ağlanmalıdır.
Onlar yiyor, ben niçin yiyemiyorum ağlaması şeytanîdir.
Safahat’taki kitaplardan birinin başında “Odama kapandım, bütün gün
âlem-i İslamın haline ağladım” cümlesi yer alır. Ağlayacaksak işte
böyle ağlamalıyız.
Tiyatroculuk ağlamaları bizi kurtarmaz.
Her Müslüman öncelikle kendine ağlamalıdır. Sonra Müslümanların
haline, dünyanın ve insanlığın haline ağlamalıdır.
Ağlayacak ne çok konu var… Suriyeli mültecilerin bir kısmına
ağlamayanlara yuf olsun.
Sabah namazlarında camilerin boş olmasına ağlamayanlar ne katı
kalpli kimselerdir.
Paralı ağlayıcı din sömürücüleri zahiren ağlar gibi yaparken içleri
şen şakrak. Malı götüren götürene.
Hazret-i Ömer, belinde kemer… Bizimki bu ilahiyi okurken haram
gelir ve rantlarla zengin oluyor. Ah, musibet sen Faruk zamanında
yaşayacaktın ki, haram yemenin ne demek olduğunu görecektin.
Allah için, muhlisen lillah parasız ağlayanlar selam olsun sizlere…
Ellerinizden öperim, eteklerinizden öperim… Sizin yanınızda olsam,
sizin hıçkırıklarınızdan müteessir olup bu fakir de sarsıla sarsıla
ağlayabilsem, gözyaşlarım sel gibi aksa, ağlamaktan baygın düşsem,
ne iyi olur benim için…
Paralı ağlayıcı karılar!.. Uzak durun benden…