“MUHTEREM Beyefendi: Dikkatinizi çekebilecek miyim acaba?.. Çok
kısa yazacağım. Altınızdaki zemin sessizce ve sinsice kazılmakta ve
oyulmaktadır. İleride çok vahim ve telâfisi mümkün olmayan
sürprizlerle karşılaşabilirsiniz. Siyasette maalesef vefa yoktur.
Vefalı, sadık ve dost görünen herkese güvenmeyiniz. Türkiye'nin
bugünkü yapısı tekelci ve sekter bir sistemi kaldırmaz. Elden
geldiği kadar ve olumlu tarafıyla çoğulcu ve çeşitliliğe dayanan
yapı ayakta tutulmalıdır. Tekelci kadrolaşmayı durduramazsanız, bu
kadrolaşma sizin kariyerinizi bitirebilir. Hayırlı işlerinizde
başarılar dilerim. Selam ve hürmetlerimle.”
**
14 Ağustos 2012 tarihinde ise “Yıldırım Telgraf” başlığıyla
aşağıdaki yazıyı kaleme almıştım:
.“Çok kirli ve çirkin bir satranç oynanıyor... İki taraf da yanlış
oynuyor... Doğruluğa, dürüstlüğe, ahlaka, erdeme, bilgeliğe aykırı
hamleler yapılıyor... Dinî cemaatlerin ve sektlerin siyasete
karışmaları doğru değildir... Seçimle işbaşına gelen bir zatın
sivil saray darbesiyle düşürülmesi memlekete felaket getirir...
Riyaset ihtiraslarının gemlenmesi lazımdır... Merhum Adnan Menderes
1950'lerin sonlarında satrancı çok kötü oynamıştı... ‘Ben yüzde yüz
haklıyım, karşıtlarım yüzde yüz haksızdır’ düşünce ve inancı
bâtıldır... Cumhuriyet rejimi fazilet üzerine kuruludur...
Faziletin olmadığı bir Cumhuriyetin sadece adı Cumhuriyettir...
Birileri iktidarı olgun bir armut olarak görüyor ve ağacı
silkelerse kucağına düşeceğini sanıyor... Büyük yanılgı
içindeler... Bu pis ve kirli satrancın sonunda ülke tekrar
vesayetçi egemen azınlıkların eline geçebilir ve büyük facialar
yaşanabilir... Siyasî ihtiraslar gözleri kör, kulakları sağır eder,
akılları ve vicdanları dumura uğratır... Türkiye kimsenin babasının
çiftliği değildir... Bilge, sâlih ve güvenilir kimselere danışmadan
iş yapan nâdim/pişman olur... Riyasete talip olanın işi zorlaşır,
başı beladan kurtulmaz... İhlasa, Allah rızasını kazanma niyetine
dayanmayan bütün siyasî faaliyetler hederdir... Her insanın bir
kompetans sınırı vardır, onu aşarsa başı döner, bocalar ve sonunda
tepetaklak olur... Yüksek insanlar kendilerini dev aynasında
görmemelidir... İki taraf da keşfi açık muttaqi ve temiz kimselere
istihare yaptırmalıdır... Türkiyeyi olgun bir armut gibi
kucaklarına düşüreceklerini sanan dinî sektler akıllarını başlarına
toplasınlar, bu armudu onlara yedirmezler... Sultan Bayezid-i Veli
ile Cem Sultan'ın post kavgaları bu devlete çok pahalıya mal
olmuştur... Allahın takdirine rıza göstermek gerekir... Mütevekkil
olmak gerekir... Keskin sirke küpüne zarar verir... En büyük sadece
Allahtır, kul en büyük ben olacağım derse tokadı yer... Eskiden
Padişahlar alayla geçerken devletin münadileri "Padişahım senden
büyük Allah var" diye bağırırlarmış... Bu dünya Sultan Süleyman'a
bile kalmadı, kimseye kalmaz... Sultan İkinci Bayezid, ‘ya tek
padişah ben olayım, yahut devlet ikiye ayrılsın, birinin başına ben
geçeyim’ diyen kardeşi Cem'e, "Sana tahsisat vereyim, Osmanlı mülkü
dışındaki Kudüs'e yerleş, orada yaşa" teklifinde bulunmuştu ama Cem
sultan kabul etmemişti... Paylaşmasını bilmeyenler mahrum
olurlar... Hep ben diyenler hiç olur... Mülk Allah’ındır,
dilediğine verir, dilediğinden alır, kimini aziz kılar, kimini
zelil eder... Ey kirli satranç oynayanlar, akıllarınızı başınıza
toplayınız!.. Ey Makyavel!.. (Telgraf burada kesildi...)”
**
2013’ün sonundayız…
Bu iki telgrafta dediklerim çıktı ve iş çok sarpa sardı. Memlekette
sanki bir savaş var. Amerikan elçisi de, 19’uncu asırdaki Rusya
sefir-i kebiri Mençikof gibi davranıyor.
Uzun yıllar boyunca “Hayır, yalandır, aramızda anlaşmazlık, kavga
diye bir şey yoktur, her şey süt limandır…” mealinde konuşanlar
şimdi gemileri yakmış ve kılıçları çekmiştir.
Bu savaşın içinde ABD’nin, İngiltere’nin, İsrail’in bulunduğundan
zerrece şüphe edilmemelidir.
Vesayet rejimlerinde Türkiye bir tür sömürge idi. Emperyalist
güçler tam bağımsız olmamıza izin vermiyordu.
Bugünkü savaş bir yolsuzluk ve kokuşma savaşı değildir, bir tür
Kurtuluş Savaşı’dır.
Elbette bir Müslüman olarak yolsuzluk yapılmasını istemem ama
yolsuzlukların bahane edilerek, sivil bir darbeyle ülkemin ve
devletimin tekrar sömürge ve uydu haline getirilmesini de hiç
istemem.
Sömürgeci güçler ve onların yardakçıları o kadar azmış ve
çıldırmıştır ki, birtakım siyasî cinayetlere teşebbüs
edeceklerinden korkuyorum.
Sık sık yazdığım gibi Türkiye şu anda maalesef kirli bir toplumdur.
İnşaallah bu konudaki notumuz her yıl artarak 10 üzerinden 7’ye 8’e
ulaşırız.
En büyük korku ve endişem, dış güçlerin yönlendirmesi ile eski
vesayet, resmî ideoloji, faşist, egemen azınlık sömürge sisteminin
geri getirilmek istenmesidir.
Böyle bir gelişme, çoğunluğu oluşturan Müslümanlar için büyük bir
felaket olur.
Yolsuzluk yapanlar varsa yakalansınlar ve cezaları verilsin ama
yolsuzluklar bahane edilerek Türkiye tekrar sömürge yapılmasın.
Şunu da belirtmek isterim ki, ülkemizin temizlik ve şeffaflık notu
10 üzerinden 5 olduğuna göre, bizde elbette müzmin yolsuzluk
vardır. Yolsuzluklarla, rüşvetle, kirli ve kara parayla mücadele
adalet çerçevesinde yürütülmeli; lakin bunlar kesinlikle sivil
saray darbelerine, emperyalist ve sömürgeci devletlerin
entrikalarına alet edilmemelidir.
(İkinci yazı)
Müslümanlar Birbirine Beddua Etmemeli
İslamda asıl olan, Müslümanların birbirlerine hayır dua
etmeleridir.
Kızdığımız birine Allah seni ıslah etsin diyeceğimiz yerde, Allah
hepimizi ıslah etsin demeliyiz.
Resulullah Efendimiz (Salat ve selam olsun ona), kendisini
taşlatan, akan kanlarıyla ayakkabısının dolmasına sebep olan zalim
Taiflilere beddua etmemiş, onların ıslahına dua etmiştir.
Ehl-i Sünnet inancına göre, Peygamberler (Selam olsun onlara)
dışında mâsum insan yoktur.
Müslümanların birbirleriyle savaşmaları büyük bir fitnedir.
Bir kısım Müslümanların dost ve velî edindikleri küffar ile ittifak
etmeleri haramdır.
Ümmet bütünlüğünü parçalayan, mü’minleri birbirine düşüren
taassublar, holiganlıklar, militanlıklar aklı başında firasetli
Müslümanlara yakışmaz.
Peygamber Efendimiz “Siz ne haldeyseniz öyle idare olunursunuz”
buyurmuşlardır. Ülkenin ve halkın idaresi konusunda bundan büyük
hikmet olamaz.
Bir İslam ülkesinde iki zümre birbiriyle savaşıyorsa, harbî İslam
düşmanlarının hangi tarafı tuttuklarına, desteklediklerine
bakmalıdır. İslam düşmanlarının tuttuğu, desteklediği, savunduğu,
alkışladığı taraf ya yüzde yüz haksızdır, yahut büyük ölçüde
haksızdır.
Müslümanlar barış, mutabakat, birlik, yardımlaşma içinde olmalı ve
yaşamalıdır.
Aralarında bir ihtilaf çıkınca bunu kendi aralarında müzakere ile
halletmelidir.
Bugünkü üzücü savaşın ve tefrikanın ana sebebi Müslümanların tek
bir Ümmet çatısı altında bulunmamaları ve râşid, ehliyetli, muttaqi
bir İmama veya Emîre biat ve itaat etmemeleridir.
Şu hadisi hatırımızdan hiç çıkartmayalım: “Ümmet içinde bir ihtilaf
ve tefrika zuhur ettiğinde Sevad-ı Âzam içinde bulunmak
gerekir.”
Aşırılıklar, taassuplar, holiganlıklar, militanlıklar sadece
aşırılara değil, bütün Ümmete zarar verir, kurunun yanında yaş da
yanar.