Merhaba İstiklal okurları…
Merhaba İstiklal okurları…
Doksanlı yılların başıydı. Tercüman Gazetesi zor günler geçiriyordu. Meslek büyüğümüz Yavuz Donat da gazeteden ayrılmıştı. Merhum Kemal Ilıcak, Ankara Temsilciği’ne bendenizi uygun görmüştü. Gazetenin o zamanki genel yayın yönetmeni duayen gazeteci Oktay Verel köşe yazısı yazmamızı istedi. Nursun Erel, Emin Pazarcı, Metin Işık, Semih Erigüç ve erken yaşta kaybettiğimiz Yalçın Malgil ile birlikte dönüşümlü olarak yazmaya başladık. Bir süre sonra biz de -Emin hariç- teker teker ayrıldık. Köşe yazarlığımız kısa sürmüştü.
Yıllar su gibi aktı. Bir daha gazeteciliğe dönmeyi düşünmediğim bir sırada İstiklal Gazetesi’nin genç sahibi Hüseyin Çakmak yeniden yazmamı istedi. Doğrusunu söylemek gerekirse kendimi hazır hissetmiyordum. Ama içinde yaşadığımız fevkalade dönemde vatanın bütünlüğü için gözünü kırpmadan hayatını feda eden şehitlerimize vefa borcumuzun olduğu düşüncesi ile Bismillah diyerek yeniden kalemi elime aldım.
Tevfik Allah’tan…
***
Bu merhaba hüzünlü bir merhaba…
Bu selam, kederli bir selam.
Bu başlangıç, kırık, buruk, mahzun bir başlangıç.
Evet, fevkalade günler yaşıyoruz. Darbe sözcüğünü lügatlerimizden çıkaralım dediğimiz bir dönemde eşi görülmemiş bir darbe girişimi ile karşı karşıya kaldık. Üstelik darbeye karşı olduğunu söyleyerek, diyalog ve hoşgörüyü kendine rehber edindiğini savunarak devletin her kademesine nüfuz etmiş, askerin iliklerine sızmış bir terör çetesinin akla, hafsalaya, insafa, iz’ana sığmayan kalkışma çılgınlığını yaşadık.
Vatanı kendilerine emanet ettiğimizi sandığımız bu hainler, bu zalimler, kendi milletine, kendi insanına gözünü kırpmadan ateş ettiler, bomba yağdırdı.
Savaş ortamında düşmana bile yapılmayacak zulmü, hunharlığı, gaddarlığı, acımasızlığı kendi insanına, din kardeşine reva gördüler.
Bu ruh halini izahta psikoloji de sosyoloji de tıp ilmi de yetersiz kalır. İlahiyat ilminde de bu ruhsal durumun izahını bulamazsınız.
“Nasıl olur da bir insan bu kadar canavarlaşabilir, zombiye dönüşür?” diye merak ediyorduk.
Cevabı gazeteci dostumuz Mehmet Acet verdi. O meş’um gecede Türksat’ı teslim almaya giden darbecinin durumu bu ruh halini yansıtıyor.
Darbeci askerlerden biri şehit ettiği Tesisler İşletme Müdürü Ahmet Özsoy’un naaşı önünde çömelerek besmele çekip suyunu içerken hayretle bakanlara şu karşılığı veriyor:
“Niye yadırgıyorsunuz ki bu arkadaşınız şehit oldu. Biz de şehadet şerbetini içerek buraya geldik.”
Yani bu kişiler, kendi insanına kurşun sıkarken, bomba atarken, o insanların şehadetine vesile olduklarını sanıyorlar. Şehit ettikleri insanları cennete gönderdikleri düşüncesiyle bu kadar zalimleşebiliyorlar. Ve bunu da inanarak yapıyorlar. Belki de bu gaddarlığı, bu sapıklığı ibadet sanıyorlar.
Tam IŞİD kafası.
***
Bu merhaba, hüzünlü olduğu kadar, umutlu bir merhaba…
Gözü dönmüş asilere karşı Türk Milleti’nin yekvücut direnişi, vatanını canı pahasına müdafaa edişi, tanklara dur deyişi, şehadet pahasına otları yakarak F-16’lara, helikopterlere kafa tutuşu bütün dünyaya örnek olacak bir duyarlık.
Tanka, topa, tüfeğe, helikoptere, uçağa kafa tutuş…
Başkomutan Recep Tayyip Erdoğan’ın çağrısıyla parti farkı gözetmeksizin, genci, yaşlısı, kadını, erkeğiyle sokaklara çıkan Türk Milleti’nin vatan aşkını ve iman yüceliği…
Milli Mücadele ruhunun yeniden dirilişi…
Yüzyıllardır birileri dışarıdan, içimizdeki uşakları içerden yıkmaya çalıştıkları halde bu aziz vatanın nasıl dimdik ayakta durduğunu anlamayanlar, Türk tarihini bir kez daha okusun.
Özellikle 15 Temmuzda yazılan yeni sayfasını.