CUMA namazını, minarelerinde otuz küsur, içinde bu rakamdan
fazla yüksek sesli hoparlör bulunan büyük bir camide kıldım. Ezan,
iç ezan, hutbe ve tesbihat o kadar yüksek sesliydi ki, kulaklarım
zorlandı, beynim zonkladı. Bu kadar yazıldı, tenkit edildi ama
hiçbir güç hoparlörleri mâkul seviyede açtıramıyor, ille de
gerekenden fazla aşırı şekilde açacaklar.
Güzel okunan ezan insana zindelik verir, aşırı hoparlör sesi ise
taş taşımış, kazma sallamış gibi yorar.
Birilerine anlatmak mümkün değil: Gerekenden fazla açılmış
hoparlör, en güzel ezanı bile bozar.
Türkiye’deki bütün imamlara, müezzinlere, hatiplere akustik
dersleri verilmesi gerekir. Bu bir zaruret halini almıştır.
Bizde öyle geri bir zihniyet var ki, biri çıkıp hoparlörler o kadar
açılmasın dese hemen “Ezan düşmanı” damgasını vuruyorlar. Yahu ezan
başka bir şey, hoparlör başka, ikisini ayırt edemiyor musunuz?
Diyanet İşleri Başkanını birkaç ay önce Topkapı Sarayında
görmüştüm, geçen yazdığınız hoparlör meselesini hallediyoruz
demişti ama ortada hiçbir hal, hiçbir düzenleme göremiyorum.
İlgililer beni bağışlasınlar artık ağır yazacağım:
Hoparlörleri akustik ilmine ve tekniğine göre ayarlatmayan
Diyanet’e, müftülere, ayarlamayan müezzin ve imamlara, bir Müslüman
olarak, cemaat olarak hakkımı helal etmiyorum. Bu satırlarla nice
Müslümana da tercümen olduğumu sanıyorum.
Sabah namazında camide on cemaat var, imam efendinin önünde sabit
bir mikrofon, yakasında da seyyarı. Akıl, iz’an, mantık, akl-ı
selim sahiplerinin yapacağı iş midir bu?
Yahu ne günlere kaldık!.. Mikrofon, hoparlör, desibel, akustik
problemlerini çözemeyen makamlar öteki girift=karmaşık problemleri
nasıl çözecekler?
Hoparlör fetişizmi yapanları, yapmaya devam edenleri, ellerinde
imkan olduğu halde bunu önlemeyenleri ağır şekilde kınıyor ve
ayıplıyorum.
Ülkemiz turist kaynıyor, onlara da rezil oluyoruz.
(İkinci Yazı)
Öğrenmek ve Uygulamak
ÜÇ çeşit Müslüman vardır: Birincisi öğrenir ve öğrendiklerini
hayata geçirir… İkincisi öğrenir ama öğrendiklerini hayata
geçirmez… Üçüncüsü öğrenmez ve dolayısıyla hayata geçirecek bilgisi
olmaz.
Düşünmek konusunda da böyledir. Düşünür, düşündüklerini fiiliyata
işe aksiyona döker… Sadece düşünür, aksiyonu yoktur… Ne düşünür, ne
de aksiyonu vardır.
Peygamberimiz (Salat ve selam olsun ona) “İki günü birbirine eşit
olan zarardadır” buyuruyor. Müslüman devamlı olarak bilgisini
arttıran ve öğrendiklerini hayata uygulayan kimsedir. Yerinde
saymak bile gerileme sayılır.
Öğrenilenler mutlaka faydalı bilgiler olmalıdır. Zararlı bilgiler
öğrenme değil, anti-öğrenmedir.
Nasıl öğrenilir? İşte büyük mesele budur. Öğrenme, bilgilenme,
aydınlanma, uyanma iki türlü olur: Hoca ve üstad ile… Hocasız kendi
kendine…
Müslüman akaid (inanca ait bilgiler) öğrenecekse, bunu en iyi
şekilde ehliyetli, liyakatli, icazetli bir hocadan, öğretmenden,
rehberden öğrenir. Kendi kendine öğrenmeye kalkarsa, ya öğrenemez,
ya eksik öğrenir yahut yanlış öğrenir.
İngilizce öğrenmek de böyle değil midir? Kendi kendine mükemmel
İngilizce öğrenen bir kimse gördünüz mü?
Konunun hocası, öğretmeni ehliyetli, liyakatli, başarılı değilse
emekler boşa gider.
Bilenler ile bilmeyenler bir olur mu? Un, yağ, su, şeker olsa da
iyi bilen bir usta olmazsa helva yapmak mümkün olmaz.
Kursa dershaneye gidecek vaktimiz ve paramız yok, öğrenmek için
neler yapmalıyız? Bunun çaresi çok değerli, içindeki bilgiler çok
doğru, çok anlaşılır, çok tertipli kitaplar bularak bunları
okumaktır. Okumanın da bir tekniği vardır.
Öğrenmek için kitabı dört hafıza ile okumak gerekir. Göz hafızası,
gözler okurken dille tekrarlamak suretiyle dil ve kulak hafızası,
bu esnada önündeki deftere notlar alarak el-yazı hafızası.
Bir örnek: Bir fıkıh kitabının namazın edeb ve sünnetleri kısmını
okurken, ihramlı olma hali dışında namazı başı takkeli (veya
imameli) kılmak sünnet ve edeptir bilgisini öğrendik. Ne yapacağız?
24 saat içinde bir takke edineceğiz ve ibadetimizi başı kapalı
olarak yapacağız. Yapmazsak, öğrendiğimiz faydalı bilgiyi
uygulamamış oluruz.
İslamı en iyi anlatan ve öğreten kitap İmam Gazalînin İhyasıdır.
Hocayla okunsa iyi olur ama hocasız da okunabilen ve anlaşılabilen
bir kitaptır. Bu değerli mübarek kitabı başucumuzu koymalıyız ve
her gün birkaç sayfa mütalaa etmeliyiz. Baştan başlamak gerekmez.
İçindekiler kısmına bakılır, arzu edilen herhangi bir bölümü
okunur. Okunanlar, hayata geçirilir. Mesela gıybetin kötülüğünü
anlatan sayfaları okudunuz, bu bilgiyi hayata geçireceksiniz ve
gıybet etmekten vaz geçeceksiniz. Bu bir irade meselesidir.
Nefsinize diyeceksiniz ki: Sen, benim eşek nefs-i emmâremsin,
gıybet etmek suretiyle beni günaha sokuyor, Cehenneme sürüklemek
istiyorsun. Artık seni dinlemeyeceğim ve gıybet etmekten vaz
geçeceğim. Böyle konuşacaksın ve nefsini, dilini gıybete karşı
zincirleyecek, kelepçeleyeceksin.
İhyâ kitabını dikkatle okuyan, içindeki bilgileri hayata geçiren
inşaallah kurtulur.
İnsanın en büyük düşmanı kendi nefs-i emmaresidir. Müslüman nefsi
ve içindeki şeytan ile büyük cihad yapmakla yükümlüdür. Nefsini
bağlayamazsan, o seni bağlar, boynuna tasma takıp pislik ve günah
yollarında yürütür.
Kurtuluş okumakla, öğrenmekle, ehlinden ders ve öğüt almakla;
öğrendiği faydalı, kurtarıcı bilgileri hayata uygulamakla olur.
İyi Müslüman, ölünceye kadar faydalı ilim öğrenir.
Öğrendiği faydalı bilgileri hayata uygulamayan kimse, hasta olup da
elindeki ilacı kullanmayan kimse gibidir.
Ülkemizde Ümmet yok, râşid İmam yok… Öğretme, uyarma, aydınlatma,
bilgilendirme vazifesi cemaatlere, tarikatlara, islamî hizip ve
fırkalara düşmektedir. Bunu yapmazlarsa sorumlu olurlar.
Faydalı ve kurtarıcı ilimleri öğrenelim, öğrendiklerimizi hayata
uygulayalım.