Etrafında uçsuz bucaksız yeşiller, maviler, çiçekler, mis gibi bir manzaraya bakarken şöyle demişti bir büyüğüm; "Her bakışta, bize bu toprakları yurt eden ecdadımıza rahmet okuyorum. Onların sayesinde bu nimetler bize bahşedildi."
Etrafında uçsuz bucaksız yeşiller, maviler, çiçekler, mis gibi bir manzaraya bakarken şöyle demişti bir büyüğüm; "Her bakışta, bize bu toprakları yurt eden ecdadımıza rahmet okuyorum. Onların sayesinde bu nimetler bize bahşedildi."
Hep bir güzelliğe bakarken bunu düşünürüm. Türkiye gerçekten çok güzel. Hele de İstanbul...
Konstantinus da böyle hayrandı; Bizantion'a (İstanbul'a) gözünü dikmişti. Orayı Roma'nın başkenti: "Nova Roma Konstantinopolitana" ilan etti. 330 yılında geniş çaplı bir imar faaliyeti başlattı. İstanbul'un her bir tarafında ihtişamlı yapılar, zafer sütunları, takları, kolezyum, kiliseler, tapınaklar, heykeller; her bir yerde ince işçilikli sütunlar, payeler yükseliyordu.
Pisliğine, vebasına, kokuşmuşluğuna filmler yapılmış, kitaplar yazılmış Avrupa'nın Orta Çağından yüzyıllar önce, onlar beş katlı apartmanlara yani insulalara, umumi tuvaletlere, düzenli bir şehir yapılanmasına sahiplerdi.
Ayasofya; o zamanki ismiyle "Megale Ekklesia" da o zamanlarda yapılmaya başlandı.
Roma imparatorluğu, mimaride öyle ileri bir seviyedeydi ki, yaptıkları kubbe çapı rekoru, ancak bin küsür yıl sonra Mimar Sinan tarafından egale edilecekti.
Ayasofya'nın kubbesi iki kez inşa edilecek, isyanlarda yanacak, yıkılacak defalarca tamir görecek, planı değişecekti...
Orta Çağ'a gelindiğinde sanatın seyri değişti. Skolastik düşünce yapısı, insanı sadece kilisenin kölesi haline getirmişti. Sanat, ne sanat için ne insan için; sanat sadece din için icra edilir hale gelmişti.
Kaynaklar Orta Çağ'da, Avrupalıların yaraları yalayarak iyileştirmeye çalıştıklarını, hemen herkesin bitlendiği için peruklar taktıklarını, parfümü pislik kokusunu bastırmak için icad ettiklerini, senede bir banyo yaptıklarını yazıyor. Üstelik bu sefalette yaşayan insanlar, herşeyi sadece Tanrı'ya hizmet için yapmak zorundaydı.
İstanbul'un fethi (bazı devlet büyüklerinin ifade ettiği gibi işgal değildir, fetihtir) Avrupa'da bir aydınlanmaya sebep olmuştur.
İstanbul Osmanlı'nın eline geçmiştir ama herkes inandığı din üzere kalabilmiştir. Paganların tasvirleri yok ettiği, Hıristiyan ordularının kiliseye biat etmeyenleri katlettiği zamanlardan sonra, Osmanlı'da neye inandığı, ne kadar fakir, ne kadar zengin olduğuna bakılmaksızın; insanın değerli bir varlık olduğunu, haklarının olduğunu öğrenen Avrupa'nın gözü açıldı.
Rönesans'ın, Hümanizm akımlarının, artık insanların çiçek böcek çizecek özgürlüğe kavuştuğu tarihin en kritik eşiğidir fetih. Gerçekleri okuyan kaşarlanmış gavur bile, Fatih Sultan Mehmed'e rahmet okur.
Ayasofya'nın camii olması, fethin sembolüdür. Fethin onurudur. Bir vatansever için Ayasofya'nın ören yeri gibi turistlere hitap eden bir mekan olması zillettir. Hele imanlı bir insan için vakfı durdurmak, ecdadın beddualarındaki lanete mazhar olmaktır.
Ayasofya gibi dev bir kozu oynamak için, halkın motivasyona ihtiyacı olacak, kara günleri bekliyorsak; yazık. Umumi tuvalet açılışlarını alkışladığımız adamlar, türbelerimizde horoz yürüyüşü yapıyor.
Oysaki ecdat, türbelerin hatta devasa külliyelerin kapılarını alçak yapmıştır, insanlar eğilerek girsin diye. Karşında dombik oynadığın arkadaşın değil, koskoca bir tarih yatıyor, anla diye...