1961 yılından sonra Almanya’ya göç edenler, ilk zamanlarda dini açıdan büyük zorluklar çekmişlerdir. Bunun nedeni, Almanya’ya göç edenlerin, Anadolu’daki işsiz köylü kasabalı okuma yazması az veya olmayan, tutucu ailelerden gelen kırsak kesimdeki insanlardan olmasıydı.

1961 yılından sonra Almanya'ya göç edenler, ilk zamanlarda dini açıdan büyük zorluklar çekmişlerdir. Bunun nedeni, Almanya'ya göç edenlerin, Anadolu'daki işsiz köylü kasabalı okuma yazması az veya olmayan, tutucu ailelerden gelen kırsak kesimdeki insanlardan olmasıydı. Fakat Almanya'daki serbestiyet ve özgürlükler zaman içinde bu problemlerin aşılmasına yardımcı olmuştur.

Göç, Almanya toplumunda sadece sayısal olarak, yani demografik bir değişime yol açmadı, kentlerin coğrafi yapısında da gözle görülür farklılıklar yarattı. Göçmenlerin açtığı ve işlettiği lokantalar, dükkanlar, kuaförler vs. şehrin görünümünü değiştirmiştir. Örneğin, Köln kentinin siluetinde artık sadece Köln Katedrali değil, aynı zamanda DİTİB Köln Merkez Cami'de yer almakta. Bu, zamanla Köln algısını ve imajını da değiştirecektir. Almanya'ya göç ile başlayan dini gereklerin yerine getirilmesi ise ilk zamanlarda ayrı bir problem teşkil etmiştir. Almanlar belki de ilk defa İslam gerçeği ile karşılaşıyorlardı. Namaz, oruç, kurban kesimi ve diğer kültürel kaynaklı uygulamalar sıkıntı doğruyordu. Türk işçileri yemek ve et konulardaki haram-helal konusu ile sebze, meyve ve gıda gibi kendi damak zevklerine uygun gıda türlerini bulmakta zorluk yaşıyorlardı. Bu sorun ancak bazı marketlerin konuyla ilgili gıda türlerini ithal etmeye ve Türklerin de kendi bakkallarını açmaya başladıkları 1970'li yıllara kadar devam etmiştir.

Almanya'da yerleşik bir hale gelen Türk nüfusu, artık ekonomik boyutu ağır basan bir konum olmaktan çıkmış, sosyal ve kültürel boyutları öne çıkan bir olguya dönüşmüştür. Kültürel referans kaynakları itibarıyla hem Müslüman-Türk, hem de içinde yaşadıkları toplumun dini, siyasi, kültürel, hukuki ve ekonomik deneyimleri, kendileri ve çocuklarına karşı uygulanan politikalar, onları içinde yaşadıkları toplumda kendine özgü bir yapılanmaya getirmiştir. Daha çok şehir merkezlerinin dışında, şehir merkezlerinde ise belirli bölgelerde ve hakim kültürün hoşgörü alanları dışında ortaya çıkan bu yapılanmada camiler, dernekler ve alış-veriş yerleri gibi birimler bulunmaktadır. Almanya'da, yeni inşa edilmiş 100 cami ve 2000 kadar da mescit mevcuttur. Almanya'daki Türk çocuğu ve gencinin sayısı yaklaşık 800.000'dir. Düzenli olarak camiye devam eden Türklerin oranı %30, camilerde açılan Kur'an kurslarına katılan öğrencilerin oranı ise %7'dir. Müslüman Türk öğrenciler, bu mescit ve camilerde, kendilerine ait dükkanlarda, okullarda ve tatil günlerinde devamlı birlikte olmaktadırlar. Fakat yeni nesillerin kendilerini Alman toplumu ile entegre etme çabaları sonrası başka sorunlar ortaya çıkmıştır. Kendi geleceklerini de ilgilendiren boyutuyla, çocuklarının yetişme süreci, milli ve dini kimliklerinin korunması, Türk ailelerinin en büyük sorunlarından biri olmuştur. Söz konusu problemin çözümü için en uygun yer olarak camiler ve Türk-İslam Kültür Merkezleri, eğitim olarak ise dini bilgi düzeyinin yükseltilmesi görülmüştür. Buna rağmen edinilen farklı kültürel deneyimler, çocuklar ve aileleri arasındaki gerilim ve geçimsizliklerin önüne geçememiştir. Bu süreçte, en büyük sıkıntı ve duygusal problemleri anne-baba ve erkek kardeşlerin baskısı altında kalan kız çocukları yaşamıştır. Dini ve kültürel merkezli baskılar, özgürlüklerin kısıtlanması ve erken yaşta evlendirme gibi sebepler, kız çocuklarının evden kaçmalarına, hatta intihar etmelerine sebep olmuştur. Yaşanan kimlik bunalımı, işsizlik, aile içi iletişimsizlik ve değişen hayat şartlarına uyum sağlayamama gibi daha birçok faktör, Türk aile yapısında geçimsizlik ve dağılma gibi çok ciddi sorunlara yol açmıştır. Bu sorunlardan en çok aile içindeki sosyalleşme düzeyi, okul, arkadaş ve akran ilişkileri gibi sebeplerle farklılaşan ikinci ve üçüncü kuşak etkilenmektedir. Çünkü gençler nereye ait olduklarına dair karar verme konusunda çok büyük zorluklar yaşamaktadırlar. Günümüz Almanya'sında, göçmen ailelerin çocuklarının din eğitiminin nasıl olması gerektiği ile ilgili tartışmalar devam etmektedir. Bu konudaki en ciddi sıkıntıyı birinci ve ikinci kuşak Türkler yaşamıştır. Zamanımızın eğitim sistemi içerisinde, İslam Din Dersleri, Kültürler Arası Eğitim, Çok Kültürlü Eğitim ve Dinler/Mezhepler üstü Eğitim gibi birçok din eğitimi modeli tartışılırken, ilk kuşağın değil din eğitimi almaları, günlük ibadetlerini yerine getirecek yerleri dahi yoktu. Birer insan olarak en doğal haklarından mahrumdular. Uzun yıllar ne Müslümanlığın gereklerini yerine getirebildiler ne de Hıristiyanlığı öğrendiler. Bir ara varlık olarak dinin ruhları kuşatan ve huzur veren imkanından uzak kaldılar.

İslam din derslerinin, Müslüman çocuklara nasıl verilmesi gerektiği ile ilgili tartışmalar hala devam etmektedir. Konuyla ilgili birçok çözüm önerisi ileri sürülmektedir. Son olarak üzerinde anlaşılan ve genel kabul gören uygulama biçimi, İslam derslerinin okullarda Alman dilinde verilmesidir. Ancak bu fikir, Türkler tarafından tepkiyle karşılanmaktadır. Türk halkının görüşlerini seslendiren Türk Sivil Kuruluşları, Türkçenin unutulmasından ve milli değerlerden kopmuş nesillerin yetişmesinden endişe etmektedirler. Böyle bir uygulamanın Türk gençlerini asimile edeceğinden korkan Türkler, konuyla ilgili çabaların art niyetli olduğuna inanmaktadırlar. Onlara göre Almanca verilecek olan din dersleri ile Türk Kimliğinin 'İslam Potası' içinde eritilmesi amaçlanmaktadır. Böylece asıl kimliğini unutmuş ve Anavatanla bağları kopmuş 'Müslüman Alman Cemaati', 'Alman İslam Kimliği' ya da 'Almanca Konuşan Müslümanlar' topluluğu yaratılmış olacaktır. Bu açıdan din, Almanya için ve orada yaşayan Müslümanlar için pek çok sorunu beraberinde getirse de İslam'ın yaşandığı en iyi ülkelerin Avrupa ülkeleri olduğunu düşünecek olursak, ilerleyen dönemlerde bu sorunların aşılacağını düşünmekteyim.