Üstad Dücane Cündioğlu’nun fikirlerini incelemeden önce hakkındaki anılardan yola çıkarak, kişilik özelliklerini anlatmamın sebebi, fikirlerin oluşumu üzerinde insanların karakterleri ve yaşadıkları hayatın etkileri vardır, hakikatine inanmamdır.

Üstad Dücane Cündioğlu’nun fikirlerini incelemeden önce hakkındaki anılardan yola çıkarak, kişilik özelliklerini anlatmamın sebebi, fikirlerin oluşumu üzerinde insanların karakterleri ve yaşadıkları hayatın etkileri vardır, hakikatine inanmamdır. Benim asıl eleştiri konusu yapmak istediğim hususlar: 17 Şubat 2016 tarihinde, Düşünce Kültür Sanat Kulübü tarafından düzenlenen bir etkinlikte “Fiziksiz Metafizik” konu başlığı ile ilahiyat öğrencilerine, özetle: İslam şeriatının günümüzde nasıl uygulanması gerektiğini konu edinen, internette de videosu yayınlanan seminer de ortaya koyduğu fikirlerdir. Ancak sonucun yanlışlığının anlaşılabilmesi için, genellikle, sonuca giden yolun bilinmesi gerekir; hatta sonuca giden kişinin hayat tecrübesi ve karakteri dahi sonuca etki eder.

Sonucun değerlendirilmesi, sonuca giden yolun değerlendirilmesi, fizik, matematik, kimya gibi doğa bilimlerinde yine laboratuarda ortamında gerçekleştirilir. İnsan karakterinin ve tecrübesinin doğa bilimlerinde sonuca etkisi yoktur, ancak sosyal bilimlerde insan karakteri ve tecrübesi sonucu oluşturulmasında mutlaka etkisi vardır. Sosyal bilimleri sübjektiflikten kurtarmak adeta imkansıza yakındır. O neden sosyal bilimlerde bütün insanlık âleminin kabul ettiği doğrular azınlıktır. Hele dini ve felsefi konularda ise bu ayrışma ve ayrılık daha fazladır.

Üstad Dücane Cündioğlu’nun akli yorumları fazlası ile yapabildiğini, kendisinin felsefi birikiminin çok yüksek olduğunu kabul etmeyen yok gibidir. Aklından ve bilgisinden şüphe duyulmayan Üstad’ı yanlışa sürükleyen ilk özellik; farklı düşünme arzusu, bilinmeyen bilgilere ulaşma arzusu, bir konudaki bilinen bilgiler ile yetinmeyip daima yeni bilgileri bulmak için kendisini zorlaması, en azından bir konuda yeni bir bilgi bulamayınca bilinen bilgiyi yeni bir ifade ile anlatması gibi farklı yönleri ile anlatılan vasat olmayı kabullenememesidir. Kendi ifadesi ile daima “huzursuz olması,” var olan bilgileri hakikatin anlaşılması için yeterli bulmamasıdır. Böyle olunca da aşırı zorlama yorumlar ve ifadeler insanı hataya düşürebiliyor. Ancak yaptığı yorumlama faaliyetini o kadar ciddiyet ile gerçekleştiriyor ve karşı çıkan insanları yorumları ve tavırları ile o kadar cevapsız bırakıyor ki, karşısına rakip bile çıkmıyor veya çıkanı da kabul etmiyor. Aşırı yorumlama isteğini sadece hakikati bulma arzusu ile açıklamak yetmeyebilir. Aynı zamanda her bilginin peşine düşen insanda, başka bilgi peşine düşen kişilere bulduğu hakikatleri anlatma arzusu olduğu gibi, üstadın da böyle bir amaç doğrultusunda insanlara ulaşma veya diğer bir ifade ile tanınma, bilinme arzusu olabilir. Aklının verdiği kendine olan aşırı güven, bazen kendi karşına çıkan insanları ciddiye almamaya veya farklı fikirlere kendi kapamaya kadar dönüşebiliyor.

Aklının verdiği aşırı güvenin yan etkileri ile yapılan uyarıları ciddiye almama ve daima herkes gibi düşünmüş olmamak için farklı fikir arayışlarının peşinden gitme ve bulduğu fikirleri başkalarına da ulaştırmak için tanınma isteği insanı yanlış düşüncelere sürükleyebilir. Üstad da sanırım böyle durumlar içinde yanlış düşüncelere kapılabilir ki bu, ilimle uğraşan herkes için geçerli bir tehlikedir. Bilginin vermiş olduğu sarhoşluk, insanı yanlışa sürükleyebilir.

Bilginin vermiş olduğu sarhoşlukla yanlışa düşmemek için iki önemli yol vardır. Birinci yol ilim öğrenirken, farzlardan öte, peygamberimizin sünnet hayatını yaşamaktır ki ilmin sarhoşluğunun etkisini azaltır. İkinci yol, ilim öğrenirken sünnet hayatı yaşamıyorsak en azından sünnet hayatını yaşayan ilmin sarhoş olmayan bir alimin talebeliğini yapmaktır. Bu alim ölen biri değil, yaşayan biri olmalıdır ki siz ona her zaman ulaşabilin. Ölüye ulaşmak zordur. Sizin bulduğunuz fikirleri İslamın ruhuna uygun olarak yorumlasın veya sizin kişisel gururlarınızı veya kibirlerinizi hemen tespit etsin. Üstad Dücane Cündioğlu benim bildiğim kadarı ile ne tam bir tasavvuf ehli titizliği ile sünnet hayatı yaşar ne de sünnet hayatını yaşayan ve halen hayatta olan bir alimin veya mürşidin talebeliğini yapar. Ölmüş olan Allah dostlarını ve alimleri sever ama, bildiğim kadarı ile halen hayatta olan ve sürekli irtibatta olduğu bir alimin veya mürşidin karşısında diz çökmüş, talebe olmuş değildir. Dolayısıyla hata yaptığında uyarıcı bir ilham almıyorsa, hata yaptığını söylediğinde “acaba hata mı yapıyorum diye kendi kendine soru sormasını sağlayacak yani onu uyaracak” bir alimi veya mürşidi kabul etmiyorsa; bile, bile yanlış yapmayan bir insanı bilmeden yanlış yaptığın da kim uyaracak? Peygamberleri, Allah uyarıyor ve fakat diğer insanları kim uyaracak? Böyle bir durumdaki insan için ancak dua ederek yardım edilir.

Üstad Dücane Cündioğlu’nun bir mürşide intisab etmiş olması; o mürşidin gerçek bir mürşid olduğuna yeterli delildir. 

Allah, Dücane Cündioğlu’nu indindeki doğrulara ulaştırsın. Amin.