Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın Şanghay Beşlisi çıkışı sadece AB’nin Türkiye’ye karşı izlediği ikiyüzlü politikaya karşı bir alternatif olarak görülmemeli.
Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın Şanghay Beşlisi çıkışı sadece AB’nin Türkiye’ye karşı izlediği ikiyüzlü politikaya karşı bir alternatif olarak görülmemeli.
Bu çıkış, daha önce Tansu Çiller’in AB’ye karşı Kuzey Amerika
Ülkeleri Serbest Ticaret Anlaşması NAFTA tezini gündeme
getirmesinden farklı. Gerçi merhum Turgut Özal da ABD Kanada ve
Meksika’nın oluşturduğu bu ekonomik işbirliği örgütünü ciddi
şekilde gündemine almıştı. Özal’ın önerisi ile kurulan Karadeniz
Ekonomik İşbirliği Teşkilatı da, Sovyetlerin oluşmasından sonra
bölgede meydana gelen gelişmelerde Rusya ile birlikte hareket etme,
Kafkaslarda ve Ortaasya’da etkin bir rol üstlenme politikasının bir
somut neticesiydi.
Özal, Uzakdoğu ülkeleri ile ilişkileri de geliştirmekten yanaydı.
Japonya'ya gitmişti. Yeni Zelanda'yı ziyaret eden ilk Türk
Cumhurbaşkanı'ydı. Bülent Akarcalı’nın belirttiğine göre 1993
Mayıs’ının başında Çin, Hong Kong, Endonezya ve Maldiv Adaları'nı
kapsayan bir Uzakdoğu seyahati planlanmıştı. Ancak ömrü vefa
etmedi, Türk Cumhuriyetlerine yaptığı gezinin hemen ardından 17
Nisan’da vefat etti.
Bu girişimler denge siyasetinin tezahürüydü. Ancak gerek Özal ve
gerek Çiller daha çok ekonomik pencereden bakıyorlardı.
Tayyip Erdoğan’ın doğuya yönelişi sadece ticari ilişkilerin
geliştirilmesi ile sınırlı değil.
Daha kapsamlı bir işbirliği düşüncesi var. Siyasi ve askeri
işbirliğini de kapsayacak daha şümullü bir politika.
Erdoğan’ın yaklaşımını değerlendirirken, onun dünya görüşünü
belirleyen zihni altyapıyı hesaba katmak gerek.
Gençlik yıllarının fikri temelleri Necip Fazıl’ın “Büyük Doğu”
suyla atılmış, Cemil Meriç’in Hint felsefesini yücelten “Bu
Ülke”siyle, “Umrandan Uygarlığa”sı ile gelişmiş, “Doğunun Yedinci
Oğlu” Sezai Karakoç’un “Diriliş” felsefesiyle şekillenmiş, Batı
medeniyetini “tek dişi kalmış canavar” olarak niteleyen Akif”le
beslenmiş bir zihni altyapı.
Pragmatist, çıkarcı, maddesel bir batı medeniyetine karşı
tefekkürle yoğrulmuş doğu “umran”ı…
Tayyip Erdoğan’ın Şanghay Beşlisi çıkışını bu fikri altyapıyı
görmeden değerlendirmeye kalkmak, bunu salt AB’ye karşı bir şantaj
ve tehdit gibi değerlendirmek yanlış olur.
Türkiye’ye karşı gerçekleştirilmeye çalışılan bir darbe
teşebbüsünün ana üssü haline gelmişse, Türkiye’nin NATO
ilişkilerini gözden geçirmesinden tabii ne olabilir ki?
Türkiye ile ilişkileri kedi fare oyununa çeviren, Türkiye’deki
terörü besleyen, teröristlere kucak açan AB’ye mahkum olmadığımızı
belirtmek Batıdan kopmak manasına mı gelir?
Erdoğan’ın izlediği politika, birilerine mahkum, boynu eğri,
bağımlı bir dış politika değil, şahsiyetli, haysiyetli, onurlu bir
dış politikadır.
Uluslararası ilişkilerde alternatifsiz hale gelirseniz
bağımsızlığınız tehlikeye girer.
O yüzden Gazi Mustafa Kemal, yeni Türkiye’yi inşa ederken yüzünü
batıya dönmüş olmakla birlikte doğuyu ihmal etmemiştir.
Bağdat Paktı’nı kurarak batı sınırlarını güvence altına alan
Atatürk, Sadabat Paktı ile doğu ittifakını gerçekleştirmiştir.
Sadabat Paktı, Sykes Picot ile sömürgeleştirilen Ortadoğu’ya karşı
ilk ciddi uluslararası bir ittifak girişimidir. İran ve Irak’ın
yanı sıra Afganistan’ın da bu paktta bulunması Atatürk’ün doğuya
olan ilgisinin bir tezahürüdür.
Sadabat Paktı, tam bağımsızlığın en önemli adımlarından
biridir.
ABD’nin yeni başkanı Trump bile doğunun yükselişini görerek yeni
politikalar geliştirilmesinden söz ederken, Türkiye’nin yükselen
doğuyu gündemine almasının sadece bir gözdağı olmadığını
birilerinin anlaması gerekiyor.
İlk ciddi adım, Türkiye’nin Şanghay İşbirliği Teşkilatının Enerji
Kulübünün dönem başkanlığını üstlenmesi ile atıldı bile.