Peş peşe geliyorlar. Yalan dolan dezenformasyon derin
dondurucularda bekletilen dosyalar kasetler… Bir bardak suda
kopartılan fırtınalar… Dün ak dediğine bugün kara diyenler…
Tehditler, hakaretler, çemkirmeler…
Bazı gazete ve tv’ler bu fitne ve fesat yangınlarının üzerine
benzin döküyor.
Hayaller aleminde miyim?.. Maalesef çok acı gerçekleri dile
getiriyorum.
Sultan Abdülhamid düştükten sonra ülke, halk ve devlet rahat
görmedi, huzur bulmadı.
Padişah müstebitti, otoriterdi ama hiç olmazsa bugünkü kadar fitne
ve fesat yoktu.
Menderesi astılar… Turgut Özal’ı zehirlediler… Tayyip Erdoğana yüz
kere suikast yapmak istediler.
General Eşref Bitlisin uçağını havada infilak ettirdiler.
Faili meçhul acayip cinayetlerin sayısı kaçtır acaba?
Halkı kamplara ayırıp birbirine düşman ettiler.
Bir ara en az üç bin (beş bin diyen de var) köyü, halkını sürüp
düzlediler.
Çoğunluğu oluşturan Sünnî Müslümanları bin parçaya ayırdılar.
Müslümanı Müslümana düşman ettiler.
Ne kadar çok çete, mafya var bu ülkede.
Bir ara müzmin ve yüksek enflasyonla memleketin yüzlerce milyarını
iç ettiler.
Uluslararası temizlik ve şeffaflık anketlerinde ülkemizin notu, 10
üzerinden üç idi.
Bir gecede dev bir faiz kurumunun dört buçuk milyar dolar vurduğu
iddia ediliyor.
En büyük fitne fesat, toplumun çekirdeği olan ailenin sinsice
tahrip edilmesidir.
Otuz senedir terör belasıyla boğuşuyoruz.
Terör sadece bildiğimiz terör değil… Müstehcen yayınlar ayrı bir
terördür.
Gezi hadiseleri ayrı bir terör.
Fuhuş, ahlaksızlık, iffetsizlik, içki, kumar, uyuşturucu,
serserilik, itlik terörleri.
Dinde reform, dinde değişim, dinde yenilik, Ehl-i Sünneti açıkça
veya sinsice yıkmak hareketleri… Bunlar da bence terördür.
Ekmeklerin, gıda maddelerinin, içeceklerin içinde zehirli
maddelerin bulunması sizce bir tür terör değil midir?
Çirkin ve aşırı yapılaşma, yeşil alanların tahribi de terördür.
İstanbuldaki korkunç, dehşetli, ömür törpüsü trafik terörü.
Seçimle işbaşına gelmiş iktidarı sivil saray darbeleriyle devirmek…
O da terördür.
Öfff!.. Bu fitnelerden, fesatlardan, terörlerden, yalanlardan,
tehditlerden illallah…
(İkinci yazı)
Eski Efendimler
-MÜŞERREF oldum efendim… -Estağfirullah, o şeref bendenize aittir…
-Şöyle buyurmaz mısınız efendim?.. –Zat-ı aliniz için Çin Yunnan
çayı hazırladım, yanında da Bebek kurabiyesi… -Zahmet buyurdunuz
efendim, çok teşekkür ederim… -Muhterem pederinizin nâmizac
olduğunu duydum, inşallah kesb-i âfiyet eylemiştir efendim…
-Elhamdülillah hayli iyileşti, teşekkür ederim efendim.
Konuşmalar böyle devam eder… Bendeniz… Bu fakir… Devlethane…
Fakirhane… Mükaleme esnasında en fazla teşekkür ederim ve efendim
kelimeleri kullanılır.
Çaylar yudum yudum içilir… Öyle bir fincan çay pek kısa zamanda
höpürdetilip bitirilmez.
Siyasetten ve kavgalardan hiç bahs edilmez… Edebiyat, tarih, sanat,
mimarlık, şehir medeniyeti… Arada mısralar, beyitler okunur…
Kibar-ı evliyaullahtan birkaç ibretli menkıbe…
İki saat süren sohbet esnasında hiç telefon çalmaz. Nazik ev sahibi
ve misafir telefonlarını kapatmışlardır.
Bir not yazılmak istendiğinde ev sahibi veya misafir, ceplerinden
güzel bir dolmakalem çıkartıp, yine ebru kaplı güzel bir deftere
inci gibi bir yazıyla not alırlar.
Ev sahibinin liseyle giden on altı yaşındaki oğlu salona gelir,
misafirin elini hürmetle öper.
Sohbet bitiminde misafir, ev sahibine çok teşekkür eder; ev sahibi,
teşrif ettiği için misafire minnetlerini arz eder.
Bir gün sonra misafir bir teşekkür mektubu gönderir, ev sahibi
bilmukabele teşekkür eder.
Ah teşekkür ederim’ler… Ah efendim’ler… Ah bendeniz’ler… Ah zat-ı
âliniz’ler… Ah devlethaneniniz’ler… Ah fakirhane’ler… Ah, filan
cami değil, filan cami-i şerifler… Estağfirullah’lar… Teeddüp
ederim’ler… Cana can katan hal hatır sormalar… Ah dedikodusuz,
yalansız, iftirasız lisanlar… Ah o sohbetler, o demler…
Sultan Abdülhamid’ten bahs ederken, merhum Sultan Abdülhamid-i Sânî
hazretleri denirdi…
Duvardaki levha sadece Hilye değildi, Hilye-i Şerifti.
Ölmüşlerden bahs edilirken merhum veya merhume denilirdi.
Ah eski nezaketler, kibarlıklar, eski âdab-ı muaşeret, o tatlı
diller, o gönül yapan konuşmalar, o sohbetler… O zamanlar Eyüpe
gidilmez, Eyyüb Sultana gidilirdi…
Bildiğimiz cami Beyazıt camii değil, Beyazıd cami-i şerefi idi.
Bendeniz yetişemedim, kibarlar ekmek değmezler, nân-ı âziz
derlermiş.
Geçen gün zamane kibarlarından biri Abdülhamid Abdülhamid deyip
duruyordu. Eskiden Cennetmekan, Han, Hazretleri denilirdi.
Eski günler, eski edepler ve terbiyeler, efendim’ler…