Berrî, Bahrî ve Havaî Kuvvetler...
Siyasetin eski kurtlarından Ümit Özdağ’ın Yeniçağ gazetesindeki bir yazısında okudum:
6 Nisan 1924’te TBMM Genel Kurulu’na başkomutanlık ile ilgili getirilen teklifte “Berrî, bahrî ve havaî bilcümle kuvvetlerin (Karacı, denizci ve havacı bütün Silahlı kuvvetlerin) başkomutanı Reisicumhura mevdudur (mevdua; emanet bırakılmış, tevdi olunmuş)” denilmekteymiş...
Özdağın yazdıkları belli ki Cumhurbaşkanı sayın R. T. Erdoğan’ı hedef alıyor. Bendeniz işin o tarafı ile ilgilenmiyorum... Beni ilgilendiren o teklifte geçen eski lisánımızdaki güzellikler...
Yazının devamındaki bir cümlede ise, “Kuvayi Harbiyenin (askerî kuvvetlerin) emir ve komutası hazarda (barışta) kanunu mahsusuna tevfikan (özel kanununa uygun olarak, uyularak) Erkanı Harbiye-i Umumiye riyasetine (Genel Kurmay Başkanına) ve seferde (savaşta) icra vekilleri heyetinin inhası (bildirmesi, ulaştırması) üzerine Reisicumhur (Cumhurbaşkanı) tarafından nasbedilecek (göreve başlatılacak) zata tevdi olunur (bırakılır, verilir..).” ifadeleri yer alıyor...
Osmanlıcayı zar zor okuyabiliyor ve biraz da yazabiliyorum. Her yetenek küçük yaşlarda oturur. Bu yüzdendir zorlanmaklığımız. Lâkin bendeniz bir osmanlıca hayranıyım. Bazı beyinsizler “Osmanlıca dediğiniz Arapça ve Farsça, bize ait olmayan dillerin kelimeleriyle dolu” diyorlar.
Onlara soralım. “Dil nedir?” Cevaben (yanıt olarak, ne çirkin karşılık) dil için lisán; konuşulan ve yazılanlar diyecekler ama cehaletleri nedeniyle dilin asıl karşılığının GÖNÜL olduğunu muhtemelen söyleyemeyecekler..
Dil, gönül mánâsından koparıldığından biz yeni uydurukça dili sevmioruz.. Onlar ise, eski dilin Müslümanığına düşmanlar... Fakat bunu mertçe söylemek yerine, “Arapça ve Farsça ile dolu” diyerek reddediyorlar...
Bunlar aşkı da ya hiç bilmezler, ya şıpsevdidirler.. Hattâ yaşantılarını inceleyin, sevgiden fersah fersah uzak gaddar ve kindar insanlardır...
Bunlar Türk’ün dilini (lisánını), gönül sadasını yansıtmaktan uzak kuru kelimelerin peş peşe sökün eden lakırdısı zannediyorlar. Oysa dili dil yapan, aslî mánâ ve muhtevasına câhil kaldıkları gönül cihetidir...
Dil, zenginliğini de gönülle kazanır. Gönül neye meyleder, kime ve neye sevdalanırsa alır. Meselâ dil (gönül) şiirleri alır, kelimelerini dağarcığına (haznesine) koyar... Bunlar dilin gıdalarıdır. Faydalıları kalır, ötesi gider...
Bu kalanlar arabî olur türkî olur, farisî olur, hattâ frenkî bile olur.. Düşünsünler bakalım “pardon”, “baybay” gibi ecnebi (yabancı) kelimeler dilimizde “afedersiniz”, “güle güle” gibi daha güzelleri ile karşılandığı halde neden tamamen terkedilmemiştir? Bunlar şiirseldir de ondan.
Yazımızın başında bir misâl vermiştik: “Berrî, bahrî ve havaî bilcümle kuvvetlerin...” Bugünkü arıduru (kupkuru, sade suya tirit) dilimizle “Karacı, denizci ve havacı bütün kuvvetlerin..” Hangisinin musikisi var? Hangisi şiir gibi? Hattâ hangisi daha iyi anlaşılıyor bu cümlelerin?
Dilimizi yanıt, kanıt, olanak, olasılık, dize, imge gibi mánâsız, güçsüz ve yavan bir sürü kelime (sözcük) ile dolduranların ve hálâ bu saçmalığı savunanların şiirleri yok, gönle ait güzel duyguları yok.. Şiir sandıkları ise “trim trim trak”lardan, vezinsiz zevzekliklerden ibarettir...
Bir küçük ipucu daha: Bu kriptolarda faşizan dinsizlik hâkimdir. Dilimizin kaynağını kurutup, bin yıllık öztürkçe yazımızı lağvedenler ve ezanı türkçe okutanlar bahsine müracat..