Hatay'ın Yayladağı ilçesi açıklarında 4,7 büyüklüğünde bir deprem meydana geldi. Halk korktu sokaklara çıktı. Lâkin işin içinde bir de Korona vardı ve sokağa çıkmaması gerekiyordu... O anda panikle sokağa fırladılar korona sonra akıllarına geldi...
Hatay'ın Yayladağı ilçesi açıklarında 4,7 büyüklüğünde bir deprem meydana geldi. Halk korktu sokaklara çıktı. Lakin işin içinde bir de Korona vardı ve sokağa çıkmaması gerekiyordu... O anda panikle sokağa fırladılar korona sonra akıllarına geldi...
Geçen gün de yazdım, beklenen bir (büyük) İstanbul depremi var. En az 7 şiddetinde olabilir deniliyor!.. Henüz hazır değildik, bir de korona belası ile sarsıldık...
Düşüncesi bile dehşete düşürüyor insanı. Eğer beklenen büyük deprem gerçekleşirse önce İstanbul'un sonra da Türkiye'nin işi biter.
Böyle bir zelzele ile, İstanbul'da onbinlerce ölüm gerçekleşebilirmiş. Ölenler yaralananlar ve enkaz altında kurtarılmayı bekleyenler... Ambulansı itfaiyesi ile, kurtarma ekipleriyle bu hengameye girmek... Ve kurtarma çalışmaları esnasında korona bulaşmasından korunabilmek...
Korona yokken bile hayli müşkil iken, depremin şu günlerde meydana gelme ihtimali bile insanı dehşete düşürüyor. Zira bu, muhafazallah felaket üstü felaket tam bir kıyamet olur!..
O nedenle yapılması gereken çok işimiz var... Ricàl-i devletin ise, 'olmasın inşá'allah' demekten öte, ciddî tedbirler alması şart.
Devlet her şeyi düşünmek zorundadır. Devlet 'hazırlıksız yakalandık' deme lüksüne sahip değildir. İnsanlar vergilerini devlet onu korusun, onu emniyet ve güven içinde yaşatsın diye veriyor.
Gerçi 'olmasın inşá'allah' kısmı da fevkalade mühimdir. Her türlü bela ve musibette elbette Allah'a sığınacak, elbette en başta Allah'ın yardım ve lütfunu bekleyeceğiz. Lakin önce tedbir sonra tevekkül denilmiştir.
Hem 'olmasın inşá'allah' derken, selamet niyaz ederken, 'acaba bizim gibilerin duası kabul olur mu?' diye de düşünmeliyiz. Sathında beş vakit ezanlar inlesin diye yüzbinlerce şehid verdiğimiz bu vatanda hála beş vakit namazını eda etmeyen, koronaya rağmen silkelenip kendine gelemeyen nice insan var!.
'Payitaht Abdülhamid' dizisinde güzel bir anektod vardı: Cennetmekan Sultan II. Abdülhamid Han, hainlik ettiğinden şüphelendiği büyük biraderi Zülüflü İsmail Paşa'ya bir Hanedan Albümü verir ve 'bende de bir tane var, arada ecdadımın yüzüne hála bakabiliyor muyum diye elime alıyor, onlara tek tek bakıyorum' der…
'Duanız olmasa ne işe yarardınız' buyurmuş Rabbimiz. Elbette dua edelim, lakin namaz kılarak, beş vakti asla aksatmadan dua edelim ki istemeye yüzümüz olsun.
Bakara 153'üncü ayet meali şöyledir: 'Ey îman edenler, (taate ve belaye) sabr ile, bir de namazla (Hakdan) yardım isteyin. Şübhesiz ki Allah (ın yardımı) sabredenlerle beraberdir..'
Bakınız burda mühim bir işaret var: Sabırla ve namazla yardım istemek!.
Bir bela veya musibet geldiğinde, sabır ve namazla Allah'ın yardımını isterseniz hem duaya yüzünüz olur, hem de duanız inşá'allah kabul olur…
Tedbirleri alırken ricàl-i devlet de, halk gibi sabırla ve namazla Allah'ın nusretini dileyecek. Allah her şeye kadirdir, şifa da hastalık da O'ndandır. Allah hakimler hakimidir. O'nun (c.c) yardımını istemeyen önce ahmaktır, sonra imansız.