Nurcu geçinen bir kimse başka bir Nurcunun gıybetini yaparsa
Bediüzzamana eza vermiş olur. Niçin Nurcu geçinen dedim?.. Çünkü
gerçek bir nurcu gıybet etmez de ondan… Ne Nurcular, ne
Müslümanlar, ne de harbî olmayanlar aleyhinde konuşur…
Risale-i Nur talebeleri arasındaki uhuvveti, ittihadı, tesanüdü,
vifakı zedeleyen bir kimse gerçek Nurcu değildir, yaptığıyla
Bediüzzamana eziyet etmektedir.
Gerçek Nurcu, bırakın nurculara dil uzatıp vahdeti bozmak, diğer
meşreplere mensup mü’min kardeşlerine de dil uzatmaz.
Bediüzzaman Risale-i Nurların sadeleştirilmesine, tahrifine cevaz
vermemiştir. Böyle yapanlar tokat yemiştir.
Nurculukta kin tutmak, intikam almak, beddua etmek, mü’mine
düşmanlık etmek, fitne ve fesat çıkartmak yoktur. Nurculuk muhabbet
fedailiğidir. Kindarlar, intikamcılar, beddua ve lanet edenler
gerçek ve şuurlu Nurcu değildir. Bir memur Bediüzzamana çok eziyet
etmiş, Hazretin tahammül sınırına dayanmış, beddua edecekken zalim
adamın mâsum çocuğunu görmüş, bedduası tutar adama bir şey olur,
yavrucak üzülür hüzünlenir diye beddua etmekten vaz geçmiş…
Bediüzzamanda ve Risale-i Nurlarda Ehl-i Sünnete aykırı bir şey
yoktur. Onu ve eserlerini bid’ate ve dalalete alet edenler o
muhterem zata eza vermiş olurlar.
En iyi Nurcu Kur’ana, Sünnete, Şeriata tabi olan muttaqi
Nurcudur.
Nurculuk İmana, Dine, Kur’ana, Sünnete hizmet ettiği için, Nurcu
olsun veya olmasın bütün mü’minleri, Ümmet-i Muhammedin tamamını
alakadar eder. Bediüzzaman bir İslam büyüğüdür. Onu tekellerine
almak isteyen sekter zihniyetliler ona eza veriyor.
Risale-i Nurların gavamızını, esrarını, inceliklerini, dakikalarını
idrak edemeyenlerin Nur temsilciliğine soyunmaları aciptir,
gariptir.
Üstad tarikatlara karşı, onlara aleyhtar değildi. Telvihat-ı Tis’a
risalesi bunun şahididir. Akl-ı selim sahibi Nurcu tarikat
düşmanlığı ve aleyhtarlığı yapmaz.
Risale-i Nurlar alet edilerek para toplanmaz… Zenginlik elde
edilmez… Siyasî ve şahsî prestij, ün, riyaset elde edilmez, alkış
toplanmaz. Böyle yapanlar Üstada eziyet etmiş olur.
Nurculuğun üstünde Ümmet birliği vardır.
Nurcu aktif siyaset yapmaz, siyaset militanı ve holiganı olmaz.
Nurcu, mü’minlere karşı merhametlidir, şefkatlidir, kardeşçe
muamele eder, gönül kırmaz.
Nurcu, Haliq Teala hazretlerinin rızasını kazanmak için ihlasla
yaptığı iman ve Kur’an hizmetlerinin ücretini yaratıklardan
istemez, teklif edilirse almaz. Din, İman, Kur’an, Risale-i Nur
hizmetlerini şahsî menfaate, zenginleşmeye alet ve vasıta kılanlar
Bediüzzamana eziyet etmiş olur.
Bu fakir için “Biz Nurculuğu bu heriften mi öğreneceğiz?” diyerek
bendenize hakaret eden muhterem kardeşimizin dikkat nazarlarına arz
edilir. Selam ve hürmetlerimle…
(İkinci yazı)
Osmanlıca Arapça İngilizce Bilmek
Yedi sene İmam-Hatipte, dört sene İlahiyat fakültesinde, yekun
olarak 11 sene Arapça okumuş ama bu lisan ile basit bir mektup, bir
kompozisyon yazamıyor, konuşamıyor, ilmî ve fikrî kitap ve makale
okuyamıyor. Bunda bir anormallik var değil mi? İnsan 11 sene Çince,
Tibetçe, Eskimoca, Süryanice dersleri alsa bu dilleri konuşabilir,
onlarla yazı kaleme alabilir, o dillerde yazılmış kitapları,
manasını anlamak suretinde okuyabilir, hattâ kitap yazabilir.
Türkiyede islamî kesimin bir eğitim, kültür, lisan faciası vardır.
Öncelikle edebî, yazılı, zengin Türkçeyi okutamıyoruz,
öğretemiyoruz, Fuzulîden koptuk.
Din tahsili yapan gençlerimize Arapçayı ve ulum-i islamiyeyi
öğretemiyoruz.
Gençlerimize liselerde genel kültür veremiyoruz.
Dindar, beş vakit namaz kılan üniversite öğrencilerinin büyük kısmı
en basit ilmihal bilgilerini bilmiyor.
Eskiden böyle değilmiş. Osmanlı medreselerinde okumuş Şeyhülislam
Mustafa Sabri, Düzceli Zahid el-Kevserî Mısırda Arapça kitaplar
yazabilmişlerdir. (Şeyhülislam Mustafa Sabrinin dört ciltlik
Mevkifü’l-Akl ve’l-İlm ve’l-Âlim min Rabbi’l-Alemîn ve
ibadihi’l-Mürselîn kitabı iddialarımızı isbat eden harika bir
eserdir.)
Vaktiyle İslam dünyası ile ilgili bazı kongrelere katılmıştım.
Anadili Azerice veya Farsça olan İranlı Şiî hocalar kürsilere
çıkıyor ve irticalen Arapça konuşabiliyorlardı. Aksanları değişikti
ama irticalen akıcı Arapça konuşabiliyorlardı.
İmam-Hatipli ve İlahiyatlı gençlerimize mükemmel Osmanlıcanın
yanında üst seviyede edebî ve fikrî Arapça öğretmemiz şarttır.
Arapçayı iyi bilmeden gerçek ve vasıflı din alimi olmak mümkün
değildir. Bunun aksini iddia etmek gülünç olur.
Fransızcayı iyi bilmeden, bu lisan ile konuşup yazabilmeden Fransız
dili uzmanı, filoloğu olmak elbette mümkün olmaz.
Suriyeden ülkemize iki milyondan fazla mülteci geldi. Bunların
içinde medrese hocaları, lise öğretmenleri vardır. Bu zevatı
İmam-Hatip mekteplerinde, İlahiyat fakültelerinde, özel
medreselerde istihdam etmek, talebelerimize iyi Arapça öğretmek
gerekmiyor mu? Bu fırsattan niçin yararlanmıyoruz?
Bugünkü Türkçe ve Arapça fukaralığı ile bir yere varmamız mümkün
değildir.
On bir sene Arapça okuduktan sonra Arapça konuşamamak, Arapça
yazamamak, Arapça kitap okuyamamak, gerçekten çok üzücü bir
rekordur.
Darülfünun inkılabında rütbesi müderreslikten (profesörlükten)
ortaokul öğretmenliğine düşürülen merhum Muallim Cevdet bey, 30’lu
yıllarda İstanbulda İbn Battuta seyahatnamesine Arapça zeyl yazmış
ve yayınlamıştır.
Sultan Abdülhamid devrinde İstanbulda Rüşdiye (Ortaokul)
seviyesinde iki senelik Darü’t-Tâlim ismiyle özel bir mektep açan
Hacı İbrahim efendi, öğrencilere o kadar mükemmel Arapça
öğretiyordu ki, bazı çocuklar Arapçadan Türkçeye kitap
çevirebilmişlerdir. Daha sonra maliye vekili olan Midillili Ali
Fuad bu okulun öğrencisi iken “Tuhfetü’l-Ezkiya fi Tercemeti
Kitabu’l-Ezkiya” ismiyle Arapçadan mütercem bir kitap
yayınlamıştır. Hacı İbrahim efendi, iki sene zarfında mükemmel
Arapça öğretilebileceğini ve öğrenilebileceğini fiilen isbat
etmiştir. Merhum, sene sonu imtihanlarından önce gazetelere ilan
vererek ulemayı ve fudalayı okula davet eder, talebelerin
olgunluğuna ve başarısına şahit olmalarını isterdi.
İmam-Hatip, İlahiyat, medrese öğrencilerimiz zengin Osmanlıcanın,
mükemmel Arapçanın yanında iyi derecede İngilizce bilmeli, bu
lisanla da konuşup yazabilmelidir. Günümüzde İngilizce, Ortaçağın
Latincesi gibi bir Lingua Franca’dır, bilinmesi şarttır.
Zengin Osmanlıca, mükemmel İngilizce ve Arapça kültürün üç temel
âletidir. Bu aletler elde olmadıkça vasıflı ve gerçek ziyalı
Müslümanlar yetişemez.
Dünyanın en kabiliyetli, istidatlı, usta marangozu; kaliteli
keseri, rendesi, testeresi, planya makinesi, diğer marangozluk
aletleri yoksa güzel, sanatlı, mükemmel mobilyalar üretebilir mi?