Hatay topraklarında aracımızla hızla ilerlerken ben önümde uzanmış olan Amik ovasına bakıyor, tarihi ve coğrafyayı düşünüyordum. Yılda bir kaç ürünün alındığı bu bereketli toprakların iyi işlenmesiyle tüm Türkiye'yi besleyeceğini hesaplıyor, diğer yandan Melhemeti Kübra (Armageddon) savaşlarının burada yapılacak olması ile ilgili rivayetler kafamda cirit atıyor ve hikmetini düşünüyordum.
Hatay topraklarında aracımızla hızla ilerlerken ben önümde
uzanmış olan Amik ovasına bakıyor, tarihi ve coğrafyayı
düşünüyordum. Yılda bir kaç ürünün alındığı bu bereketli
toprakların iyi işlenmesiyle tüm Türkiye'yi besleyeceğini
hesaplıyor, diğer yandan Melhemeti Kübra (Armageddon) savaşlarının
burada yapılacak olması ile ilgili rivayetler kafamda cirit atıyor
ve hikmetini düşünüyordum.
Yanımdaki arkadaşlara "Burası da oldukça geniş,iyi savaş yapılır"
diyordum kafamdaki düşünceyi bir anlamda ifşa etmiş oldum.
Tabi bu söz onların ilgisini çekti ve hemen kıyamet hadisleri,
armageddon, nuzulu isa, işid ve günümüze gelen kızla bir sohbet
yapmış olduk.
Antakya'ya giderken meşhur belen geçidinden geçtik. Belen'i ziyaret
ettik, dağın tepesindeki çorbacıda çorba içip amik ovasını seyre
daldık.
Yol boyu kurulmuş olan rüzgar gülleri dikkatimizi çekti. Demek ki
buralarda ciddi rüzgar vardı fakat bölgenin çok güneşli olması
bizde neden güneş enerjisinden değil de rüzgar gülünden
yararlanıyorlar sorusunu oluşturdu.
Şehir, eski ile yeninin sırt sırda verdiği bir şehir
görünümündeydi.
Eski evlerin olduğu caddeden geçerken, bu tarihi evlerin çatılı
olması dikkatimi çekti.
Mihmandarımız Cafer Tayyar'a bunu sordum. "Çatılar sonradan
eklendi" diye cevap verince rahatladım, çünkü güneşin çok olduğu
bölgelerin mimarisinde çatılı evler kullanılmazdı. Çatılı evler
yağışların ve soğuğun çok olduğu bölgelerde bulunur, yağışların
damda birikmesini engeller, doğal bir izolasyon görevi görürdü.
Fakat sıcak memleketlerde damlar olurdu. Bu damlar aynı zamanda
insanların akşamları oturduğu, sohbet ettiği ve gece yattığı
yerlerdi. Verdiği bu bilgi tezimi haklı çıkarırken, tarihsel dokuyu
hangi zihniyetle bozmuşlar diye de düşünmeden edemedim...
Şehrin insan profilini incelemeye koyuldum oturduğum kafeden.
Burası, şehrin merkeziydi ve her türden insan önümde resmi geçit
yapıyordu. İnsanlara dalmıştım. Abdulkadir'in ne düşünüyorsun
sorusu ile daldığım düşünceden sıyrıldım... İnsanları düşünüyorum
ve genç kızlarının çoğunun mini şortlarla gezdiği dikkatimi çekti.
Bu şekilde giderse burada 10 sene sonra su gordugun teyzelerin
kuyafeti yerine m8nili teyzeler, sortlu neneler olacaktir diye
ekledim.
Evet gençler aşırı bir kendilerini belli etmek yarışı
içerisindeydiler. Halbuki bu gençlere toplumda fark edilmek için
bilgi, sanat, kültür ve diğer başarıların olduğu anlatılmalıydı.
Ama ihmal etmiştik. Bir hata mı yaptık yoksa aslında farkında
olmadan bir projenin içinde miydik? bilmiyorum...
Tabi ki Antakya denildiğinde yemekleri ve kadayıfı hemen akla
gelirdi. Biz de önce tepsi kebabı ile meşhur olan dostlar kasabına
gittik. Gerçekten de gelmemize değmişti. İlginç bir tepki kebabı
ile karşı karşıya kaldık.
Ardından tarihi yerleri (bunu ayrı başlık altında anlatacağım)
gezip yorulduktan sonra şehir merkezindeki Meclis Cafe'ye gittik.
Burada da kaymaklı Antakya künefesinden yemiş olduk. Künefe ile
birlikte süt de getirmişlerdi ve bu durum ağızda farklı bir aroma
bırakıyordu...
Şimdi yediğiniz içtiğiniz sizin olsun da gördüklerinizi anlatın
diyeceğinizi biliyorum ama yemek de bir kültür olduğu için
değinmeden geçemedim...
Devam edecek...