Berzah aleminde saadet veya azap vardır. Kıyamet koptuktan sonra
insanlar tekrar diriltilecektir. Ulu ve âdil bir Mahkeme-i Kübrada
hesap vereceklerdir. Cennet ve Cehennem vardır. Mü’minler için
ebedî mutluluk ve müşrikler kafirler için ebedî azap vardır.
Her Müslümanda âhiret, hesap kitap, Cennet Cehennem, azab saadet
inancı, kavramı bulunmalıdır.
Müslüman bu inancı bir an bile hatırından çıkartmamalıdır.
Dünyada sapıklıklardın, kötülüklerin, zulümlerin azalması için
âhiret inancının canlı olması gerekir.
Âhirete kuru kuruya inandım diyor ama İslamın, Kur’anın, Şeriatın
yasakladığı her kötülüğü yapıyor, her haltı yiyor. Onun âhiret
inancı kalpte değil, laftadır. Yürekten inansaydı bu kadar kötülük
yapamaz, isyan edemezdi.
Âhirete inanan ve iyi din eğitimi görmüş bir Müslüman burnunu
sildiği kağıt mendili yola atmaz.
Doyduktan sonra yemeye devam etmez.
Başkasının karısına, kızına, eşine şehvetle bakmaz.
Zina etmez… Riba yemez… Haram gelir elde etmez…
Gurura, kibre kapılmaz; benliğinin esiri olmaz, yularını şeytanın
eline vermez.
Âhirete inanan kimse insanların kurdu olmaz, meleği olur.
Şu rüşvet alan sözde Müslümanlara bakınız, onlar âhirete yürekten
inansalardı hiç rüşvet alırlar mıydı?
Hem âhirete, hesaba kitaba, Cennete ve Cehenneme iman etmiş, hem de
haram rantlarla efsanevî servetler edinmiş… Bu iki şey bir arada
olur mu?
Akıllı birine şöyle bir teklif yapsalar:
On adet külçe altın var, her biri onar kilodan yekunu yüz kilo.
Bunları sana vereceğiz ama bir kusurları var. Hepsinde ağır ve çok
tehlikeli miktarda radyasyon bulunuyor…
Akıllı adam hiç bunları alır mı? Radyasyon lafını duyar duymaz
kaçar oradan.
İşte haram gelirler, haram servetler böyledir.
Riba kazançları böyledir.
Rüşvetle oluşan zenginlikler böyledir.
Zulüm ve sömürü ile elde edilen kazançlar hep böyledir.
Âhirete iman eden Müslüman bunlara yaklaşmaz, bunlardan kaçar.
İslamda kul hakkı kavramı, konusu vardır. Kul hakkı çok ağır bir
yüktür ve âhirete iman eden Müslüman bu hakların altında kalmamak
için çok dikkat eder.
İslamda kesin helaller ve kesin haramlar vardır. Bir de şüpheliler
vardır. Mü’min bu şüphelilerden uzak durur.
Dinimiz bize “Helalin hesabı, haramın azabı vardır” diyor.
Mahkeme-i Kübrada, boynuzsuz koyunun hakkı, boynuzlu koyundan
alınacaktır.
Soma maden faciasında 300 küsur madenci vatandaşımızı ihmal
yüzünden kaybettik. Gerekli güvenlik tedbirleri alınsaydı, kanun ve
nizamlara uyulsaydı, teftişler doğru dürüst yapılsaydı, 300 değil,
beş kişi ölecekti. İşte bu ihmaller yarın âhirette Mahkeme-i
Kübrada sorulacaktır.
Gözleri haram para ve kazanç hırsıyla dönmüş kuduz rantçıları dünya
adaleti cezalandırıyor mu? Onları engelliyor mu?...
Yarın Ulu Mahkemede hepsi muhakeme edilip cezalandırılacaktır.
İslam bize haber veriyor: Allahü Teala dilerse kendi hukukunu
afveder ama kul hakkını afvetmez, üzerinde kul hakkı olanların
gidip helallik alması gerekir…
Birinin senin üzerinde hakkı kalmış, o ölmüş, varislerini de
bilmiyorsun, ne yapacaksın? Kaç lira ise âdilâne hesaplayıp o zat
adına, hakkeden gerçek fakirlere yardım edeceksin.
Arabanı park ederken yandaki otomobile çarptın, ne yapacaksın?..
Hemen onun camına kartını koyacak, özür dilerim bir hata yaptım,
görüşelim, zararınızı ödeyeyim, beni afvediniz diye yazacaksın.
Hakikî mü’min hüsn-i hâtime korkusuyla tirtir titreyen
kimsedir.
Nice mü’min var ki, hayatı boyunca bir kere bile hüsn-i hâtime
korkusuyla huzursuz olmuyor.
Diyanet İşleri Başkanlığının, camilere kadınlarla doldurmak gibi
aykırı faaliyetleri, bid’atleri bırakıp on milyonlarca halka Ehl-i
Sünnet ve Cemaat ilmihalini, bu arada âhiret inancının
teferruatını, yüreklerde devamlı kalacak şekilde öğretmesi gerekir.
Âhirete olan inancını diri tutmaz; Mahkeme-i Kübra, hesap kitab,
Cennet Cehennem, saadet ve azab, kul hakkı, haram helal
kavramlarının şuuruna sahip olmazsak, ne ferden, ne de Müslüman
halk olarak ıslah olabiliriz.
Bendeniz bir Müslümanım. Seher vaktinde ezan okunmaya başladı.
Allaha itaatkar isem, O’ndan korkuyorsam, Peygamberin sadık ve
vefalı bir bağlısı isem, iyi bir Müslüman olmak istiyorsam ne
yapacağım, kalkıp abdest alıp namaz kılacağım. Hem, öyle evde
münferiden değil. Şeriatın listesini verdiği yirmi küsur geçerli
mazeretim yoksa, camiye gideceğim ve cemaate katılacağım… Her
imamın ardında namaz kılınmazmış… Eyvallah, ardında namaz
kılınabilecek salih ve düzgün bir imam bulacağım, onun camiine
gideceğim.
Çünkü mü’min bir kimseden âhirette sorulacak ilk hesap namaz
hesabıdır. Kıldın mı? Doğru dürüst kıldın mı?.. Hür ve mukim bir
erkeksen, farzları cemaatle kıldın mı?
Şaşıyorum, İslamcılar bu gibi konular üzerinde niçin durmuyor?
IŞİD Bağdadı alacak mı?.. Herkes bunu konuşuyor. Peki âhirette
hesabı sorulacak önemli ve hayatî konuları niçin dile
getirmiyoruz?
(İkinci yazı)
Osmanlıca Bilmek
ŞUURLU ve uyanık bir Müslüman baba düşünemiyorum ki, çocuklarının
Osmanlıca öğrenmesini istemesin, onlara Osmanlıca
öğrettirmesin.
Eskiden bu iş zordu. Artık çok kolay. Millî Eğitim Bakanlığı Hayrat
Vakfı ile işbirliği yaparak parasız Osmanlıca kursları açtı. Üç
senedir bu konuda faaliyet gösteriliyor.
Gönül arzu eder ki, bu üç sene zarfında üç milyon Müslüman
Osmanlıca öğrenmiş olsun. Heyhat heyhat heyhat ki, öğrendiğime göre
sadece yüz bin kişi öğrenmiş.
Müslüman yığınların haline üzülmemek mümkün değil.
Kur’an yazısı bizim bin yıllık millî ve İslamî yazımızdır. Ana dili
Türkçe olan bir Müslüman bu yazıyı mutlaka bilmek zorundadır.
Sadece Türkler değil, Kürt kardeşlerimiz de Kürtçeyi Kur’an
yazısıyla yazmalıdır.
İstikbalde Avrupa Müslüman olunca, Müslümanlar İngilizceyi,
Fransızcayı, Almancayı ve sair Batı dillerini Kur’an alfabesiyle
yazıp okuyacaktır.
Latin alfabesi İngilizce için o kadar yetersiz ve uyumsuzdur ki,
Arap alfabesi ona nispetle bin kere tercihe değer.
Yazık, bin kere yazık!.. Sovyetler Birliği yıkıldıktan sonra Türkî
ülkeler İslam ve Kur’an yazısına dönmediler.
Yazı devrimi Türkiye kültüründe telafisi çok zor büyük bir
kopukluğa sebep olmuştur.
Okunduğu gibi yazılan, yazıldığı gibi okunan latin alfabesi
Müslümanların zihinlerini tembelleştirmiş, akıl güdüklüğüne yol
açmıştır.
Bizim kadar zeki olmayan Japonlar niçin bu kadar ileridir? Çünkü
onların yazıları o kadar zordur ki, öğrenebilmek için muazzam
gayret sarf ediyorlar ve akılları bu yüzden son derece
gelişiyor.
Şu Müslümanlara bakınız: Çocuğum İngilizce öğrensin, çocuğum
bilgisayar öğrensin… Aynı gayreti ve hırsı Osmanlıca konusunda
göstermiyorlar.
Ali Rıza bey anlattı: Galatasaray Lisesi tarih öğretmenlerinden
biri ona müracaat ederek, merhum Ziyad Ebuzziya bey ile
görüştürmesini istemiş. Ali Rıza bey üstada söylemiş, şu cevabı
almış: “Osmanlıca biliyorsa gelsin, bilmiyorsa gelmesin, gözüm
görmesin!..”