Türkiye’de kentleşme süreci, 1950’ler ve sonraki on yıllarda hızlanarak, sistemde kökleşmiş olan yozlaşmaya katılmıştır. Aslında, kentleşme Türkiye’de büyük ölçüde, gecekondu denilen yasa dışı binaların inşası yoluyla olmuştur.
Türkiye'de kentleşme süreci, 1950'ler ve sonraki on yıllarda hızlanarak, sistemde kökleşmiş olan yozlaşmaya katılmıştır. Aslında, kentleşme Türkiye'de büyük ölçüde, gecekondu denilen yasa dışı binaların inşası yoluyla olmuştur. Yavaş yavaş, bu yasa dışı binalar inşaat firmalarınca yapılmış çok katlı binalara dönüşmüştür ki bu, gerekli izinleri alabilmek için rüşvet ve komisyondan oluşan karmaşık bir süreci gerektirmektedir. Bu, yerel yönetimlerde yozlaşmayı sistematik hale getirerek, birçok insanı yoksulluktan kurtarmakta ve diğerlerine de şanslarını deneme imkanı vermektedir.
Türkiye'de kamu yönetiminde karar verme süreçleri son derece politize ve partizan olagelmiştir. Çoğu Türk hükümetleri, müşterileri ve destekçilerini ödüllendirmek için projelere onay verme hususunda patronaj ve takdir yetkisi gücünü kullanmakta tereddüt etmemiştir. Şehirlere yapılan yardımlar politik düşüncelerden son derece etkilenmektedir. İsteğe bağlı yardım programının en çekici taraflarından biri, şehirlerde parti düşmanlarını cezalandırmak ve parti yandaşlarını ödüllendirmek için merkezî memurlara sağlanan fırsatlar olmuştur.
Türkiye'de hükümetin imar denetim ve planlamalarını kullanarak kentleşmeyi etkileme gücü şiddetli biçimde kısıtlanmıştır. Arsaların çoğu özel mülktür ve özel mülkiyet hakları güçlü bir şekilde korunmaktadır. Benzer şekilde, çoğu binalar özel şahıslar tarafından yapılmaktadır. Özel arsa ve bina kullanımı düzenleme çabaları; yetersiz kaynaklar, eğitimli personelin olmaması, siyasi baskılar ve yozlaşma yüzünden aksamaktadır. Üstelik kentleşme o kadar hızlıdır ki, büyüme çoğu zaman kentleşmeyi kontrol etmek için mevcut yeterlilikleri de aşmaktadır.
Sonuç olarak, arsa kullanımı ve bina denetimleri zayıf olmuştur ve yerel arsalar çoğu yerleşim kararını etkilemiştir. Arsa, bina ve planlama denetiminin başarısızlığının en çarpıcı kanıtı, metropoliten merkezleri çevreleyen yüz binlerce gecekondudur; fakat bunlar bize aynı zamanda çok önemli sayıda apartman ve fabrikanın da yasa dışı olarak yükseltildiğini anlatırlar. Bu merkezî ve politik sistemde, kentler parti bağlantıları ve siyasi baskılar temelinde merkezden büyük bir ilgi görmektedirler.
Son seksen yıllık deneyiminde Türkiye, endüstri ve tarımdaki değişimlerin yanı sıra mekansal organizasyonunda da büyük bir değişim yaşamıştır. Bu değişimler, ülkenin her köşesindeki tarımsal alanlarda ve özellikle kentsel mekanlarda açıkça gözlenmektedir. İç göçmenlerin özellikle ülkenin doğu kısmından ezici akını, gayri resmî ya da yasa dışı biçimde, başta İstanbul, Ankara, İzmir ve Adana olmak üzere birçok büyükşehrin çevresindeki toprakları işgal etmiştir.
Şehirlerdeki mekansal değişmeler, denetim ve idaresi en zor ve en katı meselelerden olmuştur. Kontrol edilemeyen nüfus dinamikleriyle birlikte, İstanbul bu alanda dünyada en çok bilinen şehirlerden biri halini almıştır. Bugün, metropoliten ölçeğiyle, İstanbul dünyanın en büyük şehirlerindendir.
Kırsaldan kente ve Türkiye'nin doğusundan batıdaki büyük metropollere doğru göç, Türkiye'de kentleşmedeki en önemli rolü oynamıştır.
Arazi kullanımında kentleşmenin neden olduğu hızlı değişmeyle ilişkili olan bazı problemler, gelişmiş ve gelişmekte olan ülkelerde ortaktır. Mesela, daha çok arazinin kentsel ve endüstriyel kullanıma açılmasıyla ve daha çok insanın büyükşehirlere gelmesiyle, kırsal arazinin görünümü son yıllarda önemli ölçüde değişmiştir; çünkü karar mercileri ekonomik gelişme için kentleşmeyi teşvik etmektedirler.
Gecekondular Türkiye'de kentsel manzaranın en önemli parçalarındandır. Genelde büyük şehirlerin varoşlarında belediyelere ya da devlete ait topraklar üzerinde yer alırlar. Bunların özel mülkiyet üzerinde inşa edilme oranının düşük olması gerçeği, hukuki mekanizmadan belli bir himaye görmelerine işaret etmektedir. Aslında daha önceki on yıllarda, gecekondu sakinlerinin fakir insanlar ve kırsal yoksulluktan kaçmaya çalışan kişiler olarak kamuoyunda kazandığı sempati, politikacıları kamusal arazilerin işgalini azaltmak için ciddi bir çaba göstermek konusunda engellemiştir.
Zaman içinde gecekondu sakinleri, seçimler boyunca gayri resmî baskı grupları olarak önemli bir güç kazanmışlardır. Çeşitli kanatlardan siyasi partiler, böyle grupların oy potansiyelini fark etmiş ve af çıkarmak suretiyle gecekondulara yasallaştırma sözü vermişlerdir. Böyle açık teşvikler ve gecekonduların gerçekten yasallaşması, başka kamu arazilerinin işgaline ve yaygın arazi spekülasyonuna yol açmıştır.
Katı yasal uygulamaların yokluğunu –bazen– ve yerel otoriteler tarafından politik sebeplerle yapılan kasti ihmalleri fırsat bilen birçok göçmen, kamu arazisini işgal etmiş ve genellikle şehrin varoşlarında konumlanan gecekonduların sahibi olmuştur. Bu gelişmelerden hiçbiri Türkiye'ye özgü değildir. Gelişmekte olan ülkelerde yasallaşma engellerinin, konut ihtiyacıyla birlikte şehre yeni gelenlerin birer 'yasallık-dışına dönüşmelerine, yani yasal sistemin tamamen dışına çıkmalarına sebep olduğu belirtilmektedir. Bununla beraber, kırkent göçünün ve Türkiye'deki mevcut kentleşme oranının biraz da boş arazinin bulunabilir olması nedeniyle gerçekleştiği de bir gerçektir.