TÜRKİYE'DE SİYASİ AHLAK KRİZİ
Ülkemizde başta rüşvet ve yolsuzluk olmak üzere siyasal ahlaksızlıkların pek çok türünün yaygın olduğunu söylemek mümkündür. Rüşvet, zimmet, irtikâp, torpil gibi siyasal yozlaşmalar dışında çeşitli skandallar, yolsuzluklar ve vurgunları çok sık olarak kitle iletişim araçlarından duyuyor ve görüyoruz.
Özellikle, 1980 sonrasında ülkemizde “hayali ihracat” ve “hayali yatırım” skandalları ile devlet bütçesinden trilyonlarca liranın vurgunculara aktarıldığı tespit edilmiştir.
Susurluk olayı ve ardından Türk Ticaret Bankası’nın satışı ile ilgili skandal ülkemizde “siyaset- iş dünyası- mafya” üçgenindeki karanlık ilişkileri bir ölçüde de olsa ortaya çıkarmıştır.
Ancak devlet yönetiminde hâkim olan gizlilik ve örtbas; rüşvet ve yolsuzluk olaylarını, skandalları, mafya ve çetelerin siyaset ve iş dünyası ile olan ilişkilerini bütün berraklığıyla görmemizi maalesef engellemektedir.
Toplumumuzda bir tür “ahlaksızlık mozayiği” oluşmaktadır. Dürüst ve namuslu vatandaşlar çaresizlik içerisinde bulunmakta, bir kısım dürüst insanımız ise mevcut sistemin ve çarkların arasında ezilmekte, ancak bir şeyler yapamamaktadır.
Dürüst insanlar, sisteme ve ahlaksızlığa karşı mücadele edememektedirler. Aksine mevcut sistem, ister istemez bazı insanlarımız çarkın içerisinde alarak ahlaksızlaştırmaktadır!...
Ünlü sosyolog Emile Durkheim’in “anomie”, yani ”kuralsızlık/ normsuzluk” adını verdiği bir sorunu hep birlikte yaşıyoruz. Kuralsızlık, bir sistemin olmaması anlamına gelmektedir. Kuralların ve dolayısıyla sistemin olmadığı ve işlemediği bir yerde kalitesizlik ve ahlaksızlık alıp başını gitmektedir.
Bugün tüm toplumsal yapı ve kurumlarda yaşanan yozlaşmaların temel kaynağının devlet olduğunu söyleyebiliriz. Devletin güç ve yetkileri, görev ve fonksiyonları oldukça genişlemiştir.
Ülkemizde devlet yönetimi bugün ciddi sorunlar arasında bocalamaktadır. Deyim yerindeyse Türk kamu yönetimi “toplam kalitesizlik” içinde kıvranmaktadır. Gelişmiş ülkelerde kamu kurum ve kuruluşları Toplam Kalite felsefesi çerçevesinde değişim ve yeniden yapılanma çalışmalarını sürdürmektedir.
Oysa bizim ülkemizde bırakın toplam kalite yönetimini uygulamak, kamu yönetimi bir kaç istisna hariç bu yeni yönetim felsefesinden bihaberdir!
Türk halkının önemli bir çoğunluğu yöneticilerin taraflı ve politize olduklarını, çıkarcı davrandıklarını ve genellikle bürokrasiyi artırdıklarını düşünmektedirler. Halkın memurlarla ilgili değer yargıları da son derece olumsuzdur. Bu konuda yapılan çeşitli anket çalışmalarının sonuçlarına göre halkın önemli bir çoğunluğu devlet ve belediye memurlarının bilgisiz, tembel, yiyici ve engelleyici olduğunu düşünmektedir.
Özetle, ülkemizde Türk kamu yönetimi ve bürokrasiye olan güven oldukça düşüktür.
Bugün ülkemizde devletin faaliyetlerinin genişlemesi ve devlet müdahalesinin artması neticesinde devletten çeşitli rantlar elde eden bir kesim ortaya çıkmıştır.
Bu kesimi rantiyeci sınıfı olarak adlandırmak mümkündür.
Bu konuda bazı örnekler vermekte yarar görüyoruz.