SULTAN 2.SELİM VE KIBRIS
Çok değerli dostlarım ve okurlarım!
Bugün sizlere Osmanlı tarihi denince fazla gündeme gelmeyen, neredeyse unutulan, Devlet-i Ali’yi sevenlere göre Sarı Selim ,nefret tohumları ekenlere göre ise sarhoş Selim olarak anılan Sultan 2. Selim Han’dan bahsetmek istiyorum.
Babası meşhur dedemiz Kanuni Sultan Süleyman, annesi ise vakıf hizmetleri ve hayırseverliği ile öne çıkmış Hürrem Sultan. 1524 yılında Topkapı Saray’ında dünyaya gelmiş. İstanbul’da doğan Şehzade kardeşleri siyaset edilince saltanata aday tek şehzadedir. Çocukluğu İstanbul’da Eski Saray’da geçti. On altı yaşına kadar sarayda kalıp derin bir saray eğitiminden geçirildi.
Sakin bir yapıya sahipti. Günümüze ulaşan kendi yazdığı bir şiirinde de kendini şöyle tasvir eder;
Tab-ı latîfimiz bizim ey dil Selîm’dir
Yok kimseye adavetimiz Hakk Alîm’dir
(Ey gönül! Bizim latif tabiatımız yumuşaktır. Allahü teâlâ bilir ki, hiç kimseye karşı sebepsiz bir düşmanlığımız yoktur.)
Ağabeyleri Şehzade Mustafa ve Şehzade Bayezit’ın idamlarından sonra daha da içine kapanmış bu süreçte içki içmeye başlamıştır.
Babası Kanuni Sultan Süleyman oğlunu karşısına alarak azarlamış ve bunun büyük günah olduğunu ve bir şehzadeye yakışmadığını söyleyerek derhal bırakmasını emir buyurmuştur. Bunun üzerine Şehzade tövbe etmiş ve bir daha asla içki içmemiştir. Şehzadelik döneminde çok kısa bir süreliğine içine düştüğü bu hata ile kendisine sarhoş nitelemesi yapılması büyük iftiradır.
- Selim Han âlimlere büyük hürmet ve saygı gösterirdi. Tarik ehli dindar bir padişahtı. İlmini takdir ettiği Ebussuud Efendi’yi yaşının ilerlemesine rağmen vefatına kadar görevinden almamıştı. İlim ve sohbet meclislerine devam etmeye gayret gösterirdi.
Şehzade Selim 1542’de ilk görevi olarak Konya’ya sancak beyliğine gönderildi. Oradan Manisa sancak beyliğine atandı. Manisa’da ondört yıl sancakbeyi olarak kaldı. Sonrasında kardeşi Bayezid ile yapmış olduğu savaşta üstün gelmesi üzerine padişahlık yolu kendisine açılmıştır. Bu olay da Osmanlı düşmanlığı yapanların, nefret dolu yazdıklarının aksine şu şekilde gelişmiştir;
Hürrem Sultan’ın hayatta olduğu müddetçe iki şehzade arasında en küçük bir tartışma dahi görülmemişti. Ancak Hürrem Sultan’ın vefatından sonra bu kez Bayezid’in saltanat mücadelesi için hazırlıkları ortaya çıktı. Aslında daha önce Şehzade Mustafayı kışkırtıp isyana sevk eden bazı beylerin bu defa da hizmetine vardıkları Bayezid’i hareketlendirdikleri anlaşılıyordu.
Kanunî Sultan Süleyman’ın Bayezid’e gönderdiği nasihatçiler hiç fayda vermedi. Hatta Padişah Bayezid’e nasihatçiler yollarken dengeyi gözetmek adına hiçbir faaliyette bulunmadığı hâlde Selim’e de göndermiş ve böylece Bayezid’e tarafsız kalacağı yönünde mesajlar da vermişti. Buna rağmen Bayezid yeni tayin edildiği sancağına gitmediği gibi etrafına topladığı büyük bir kuvvetle Selim üzerine yürüdü. Kanunî bu durum karşısında Anadolu beylerine Selim’in desteklenmesi için emirler yolladı.
Şehzade Bayezid’ı babasının desteğiyle bertaraf eden Şehzade Selim, Kanuni’nin vefatı üzerine Sultan 2. Selim olarak tahta çıkmıştır.
İkinci Selim aynı zamanda imarcı bir padişahtır. Kısa süren saltanat döneminde Türk ve dünya sanatının şaheseri sayılan Edirne Selimiye Camii’ni inşa ettirmiştir. Mekke-i Mükerreme’nin su yollarının tamiri, Mescid-i Haram’ın mermer kubbeler ile tezyini, Lefkoşe Selimiye Camii, Aziz Efendi Tekkesi, Navarin Limanı’na hâkim bir mevkiye yaptırdığı kule önemli hayratlarından sadece bir kısmıdır.
Sultan kışları Topkapı Sarayı yazları ise Edirne Sarayında kalırdı. Babası Kanunî Sultan Süleyman devrinde birçok savaşlara katılmakla beraber, tahta geçtikten sonra sefere çıkmadı. Çünkü devrindeki seferler umumiyetle büyük deniz seferleri olup bu seferlere de padişahın kumanda etmesi âdet değildi.
Sultan 2. Selim Han’ın Belgrad Boboçka kalesi’nin fethi, Yemen’in Fethi, Açe Seferi, Aden ve Kahire’nin Fethi, Astrahan fethi, Kevkeban Kalesi ve Dalmaçya’nın Fethi gibi pek çok sefer ve zaferlerinin içinde en önemlisi Kıbrıs Adası’nın fethidir.
Kaynaklarda Kanuni Sultan Süleyman‘ın oğlu II. Selim’e “Kıbrıs‘ı fethetmek bize nasip olmazsa sen fethet” şeklinde vasiyet etmesi, bunun üzerine II. Selim’in “Eğer padişah olursam Kıbrıs‘ı korsanların başına yıkacağım!” şeklinde babasına söz vermesi anlatılır.
Doğu Akdeniz, Kanuni Sultan Süleyman‘ın fetihleriyle Osmanlı İç Denizi haline getirilmiş ancak Venedikli korsanların son bir sığınma yeri kalmıştı. Kıbrıs‘ın Fethiyle bunun önüne geçilmiş bu Fetih esnasında Tunus kendiliğinden teslim olmuş Akdeniz tamamen bir Türk Gölü haline gelmiştir.
Sultan 2.Selim adeta 400 yıl sonra bu adanın önemini görerek buranın mutlaka Osmanlı topraklarına katılması gerektiğini anlamıştır.
Yüzyıllar boyunca muhafaza ettiğimiz ada toprakları İngilizlerin, 1800’lerde başlayan entrikaları ve Rus Harbinin patlak vermesi, Rusların Yeşilköy sınırlarına kadar dayanmasıyla çaresiz kalan Sultan Abdülhamid Han bu anlaşmayı kabul etmeye mecbur kalacaktı.
Sultan II. Abdülhamid Han “31 Ağustos 1876″da tahta geçti. Aradan çok geçmeden yani “1877”de ise 93 Harbi denilen Osmanlı-Rus harbi başladı. Sultan II. Abdülhamid’in karşı olmasına rağmen, Mithat Paşa ve avenesinin ısrarlarıyla harbe girildi. Abdülhamid han henüz bir yıldır tahttaydı.
Mithatpaşa ve ekibi Sultan Abdülaziz’i katledip Beşinci Murad’ı Padişah yaptılar, fakat onun akli dengesini kaybetmesi üzerine Sultan II. Abdülhamid’i tahta geçirmek mecburiyetinde kaldılar. Yani o tarihte henüz ipler Sultan’ın elinde değildi.
Dolayısıyla Padişah, Osmanlı-Rus harbinin neticesinden sorumlu tutulamaz. Işte Kıbrıs meselesi Sultan’ın sorumlu olmadığı bu harbin neticesiyle alakalıdır.
Rus harbinin yenilgiyle sonuçlanmasının ardından Osmanlı’ya uzatılan Ayastefanos anlaşmasında Rusya’ya 245 milyon altın tazminat ödenmesi eğer tazminat ödenemezse Kars,Ardahan, Batum ve Doğubeyazıt’ın tazminat karşılığı Ruslara bırakılması yer alıyordu.
Bu anlaşmayı imzalamak Anadolu’yu Ruslara açmak demekti, Sultan bu çaresiz durumdayken İngiltereden ittifak ve tazminatı ödeme teklifi gelir. Fakat karşılığında Kıbrıs adasından bir yer istenir.
Sultan Abdülhamid Han paşaların da ısrarıyla İngiltere’nin yardımını çaresiz kabul eder fakat bu ittifak anlaşmasına “Adanın Osmanlı mülkü olduğu, sadece askerî ve stratejik mülahazalarla İngiltere tarafından kullanılacağı belirtilmiştir. Rusların işgal ettikleri yerlerden çekildikleri vakit İngiltere’nin de Kıbrıs’tan çekileceği taahhüt edilmiştir” Bendini de ekletir.
Maalesef ki !.Dünya savaşı patlak verdiğinde İngilizler Osmanlı’nın zayıflığından yararlanarak adayı geri vermek şöyle dursun Rumları yerleştirererek tamamen gasp ederler.
Savaşın başlamasının hemen akabinde İngiliz Kabine toplantısında alınan kararda Osmanlı Devleti ile Ingiltere arasında başlayan savaş nedeniyle 1878 Antlaşmasının geçerliliği kalmadığı belirtilmekte ve şöyle denilmektedir: ‘Yukarıda belirtilen tarihten itibaren Kıbrıs adası ilhak edilecek ve Majestelerinin mülkünün bir parçası haline gelecektir. Bu kararnâme, 1914 Kabinesinin Kıbrıs’ı ilhak kararı adını taşıyacaktır. Bu karar tek taraflı idi ve 1878 Antlaşmasına ve uluslararası hukuka aykırı, yasa dışı bir karardı.
Sultan Abdülhamid Han bu kararı tanımadı ve kabullenmedi ancak Lozan anlaşmasıyla bu karar resmi olarak kabul edildi Oniki Adalar ve Kuzey Kıbrıs tamamen İngilizlerin eline bırakılmış oldu.
Bu başarısızlığı Abdülhamid Han’a atmaya çalışanlara tavsiyem tarihi iyi okumalarıdır.Zira 1912’de Sultan II. Abdülhamid tahtta değildi.Devlet yönetiminde olduğu Mithat paşa ve avanelerinin güçlü olduğu ilk üç yılı saymazsak Sultan, 30 yıllık saltanatında bir karış toprak vermemiştir.
Kıbrıs meselesi günümüzde de ve bundan sonraki siyasi gündemlerimizde de devlet olarak ilk sıralarda yer almaya devam edecektir.