Ortadoğu mezadında büyük satranç tahtası

Geçtiğimiz hafta, Ortadoğu’ya Soğuk Savaşın dönüşüyle ilgili yazdığımız makalenin üzerinden henüz vakit sekmeden bölgenin baş döndürücü bir şekilde vahim olaylarla karşı kaşıya kaldığına şahadetlik ettik. Bu pek nahoş bir tesadüfün mü yoksa bir öngörünün gerçekleşmesi miydi? Ama her ne idiyse oldu. Bu olaylardan sonra keşke bu yazıyı yazmasa mıydım diye düşünmedim de değil. Olayların seyrine gelince malum Mayıs ayının son haftasında uluslararası gündemin en önemli hadiselerinden biri Başkan Trump’ın Ortadoğu ziyareti idi. Başkan Trump bu kapsamda önce Suudi Arabistan’ı ziyaret etmiş ve burada 55 İslam ülkesinin temsilcilerine hitap etmişti. Özet olarak Trump Arap ülkeleriyle buluşmasının Ortadoğu’da ve dünyada barış için bir başlangıç olabileceğini vurgulayarak bunun ABD liderliği altında olacağını satır aralarında ifade etmiştir. Yine Trump konuşmasında, zımnen İslam ülkelerinin bu noktada saflarını seçmeleri gerektiğini de ima etmiştir. Aradan bir hafta geçmedi ki bölgede süratle seyreden olaylar ABD Başkanı’nın bu konuşma ve ziyaretiyle ilgili olarak neyi hedeflemiş olduğunu gözler önüne serdi.

Önce 5 Haziran’da Suudi Arabistan, BAE, Yemen, Mısır ve Bahreyn, Katar ile tüm diplomatik ilişkilerini kestiklerini ilan etti. Ardından Maldiv Adaları, Libya'daki Tobruk Hükümeti, Moritanya ve Komor Adaları da Katar’a karşı diplomatik ablukaya katıldıklarını açıklamışlardır. Sürecin bundan sonra da diğer bazı Arap ülkeleriyle devam edeceği düşünülebilir. Bu çerçevede tüm bu ülkeler Katar’a kara, deniz ve hava sınırlarını kapattıklarını ve bu ülkeyle her türlü diplomatik ilişki ve alışverişi kestiklerini ilan ettiler. Ablukanın gerekçesi olarak ta Katar’ın teröre destek vermesi ve İran’la yakın ilişkiler kurması gösterildi. Aslında bu durum diplomasi dilinde sıcak savaştan önceki son adım yahut Katar’la örtülü bir savaş anlamına gelmektedir. Türkiye ve İran’la iyi ilişkilere sahip küçük bir emirlik olan ve aynı zamanda da kişi başı 130 bin dolar gelirle dünyanın en zengin ülkesi olan Katar böylece çok ağır bir izolasyon ve ablukaya maruz bırakıldı.

Katar’ın hedef alınmasının en önemli sebeplerinden birisi işte petrol ve doğalgazdan gelen bu zenginliğidir. Katar, İran ile birlikte dünyanın en büyük doğal gaz rezervine sahip Güney Pars alanının ortağıdır ve iki ülkenin gaz sahasıyla ilgili işbirliği arayışları mevcuttur.

Katar hadisesi henüz sıcaklığını korumaya devam ederken bu sefer de bölge 7 Haziran’da İran’da meydana gelen patlamalarla sarsıldı. İran’ın sembolik öneme sahip iki merkezine saldırılar düzenlendi ki birisi Meclisi diğeri de dini önemi olan Humeyni’nin mezarıydı ve meydana gelen patlamalar 10’un üzerinde ölü ve 50 civarında insanın yaralanmasına sebep oldu. İran Dışişleri Bakanı Cevad Zarifi vakit geçirmeden olay akşamı Türkiye’ye geldi ve üst düzey temaslarda bulunduktan sonra ‘bölgede bizim için endişe verici gelişmeler yaşanıyor. Bu olaylarla ilgili Türkiye ile yakın görüş alışverişinde bulunmamıza ihtiyaç var’ demiştir.

Mevzu olaylara stratejik ve jeopolitik açılardan bakıldığında, meydana gelen tüm bu gelişmeler Ortadoğu’da Büyük Satranç Tahtasının artık siyasi mezada çıkarıldığını ve gerek küresel gerekse de bölgesel her bir gücün çıkarları çerçevesinde satrancın taşlarını oynatmaya çalıştığını ortaya koymaktadır. Ancak, yeni ABD bölgesel planı çerçevesinde suni olarak çıkarılan bu krizin bölgeyi bir kaos tufanına çevirme potansiyeli oldukça yüksektir. Zincirleme bir sarmal şeklinde meydana gelen Katar ve İran’daki olayları birbirinden ayrı görmenin bir anlamı yoktur. Katar burada zincirin zayıf halkası olarak günah keçisi ilan edilmiş ama asıl mesaj İran’a verilmiştir.

ABD’nin Başkan Trump’ın yeni bölgesel planı çerçevesinde BOP’u (Büyük Ortadoğu Projesi) yeniden piyasaya sürdüğü artık su götürmez bir gerçektir. Bu çerçevede Katar üzerinden başlatılan ve Tahran’da devam ettirilen hadiselerle İran’a, ABD’nin bölgesel stratejisine engel teşkil etmemesi gerektiği uyarısı yapılmıştır. İran’ın da itidalli hareket ederek ve de artık kendine çeki düzen vererek bölgede mezhepsel ve yayılmacı politikalara son vermesi gerekmektedir. Aksi takdirde fay hatları çok gerilmiş olan bir bölgesel mezhepsel savaşın patlak vermesi an meselesidir. Allah korusun böyle bir vahim ve feci durumun tüm bölge ülkeleri için bile istisna ölümcül sonuçlara yol açacağı gayri kabili inkâr bir gerçektir.