Küresel siyasi düzeni yeniden şekillendirebilecek birçok Ortadoğu çatışması var. Fakat bunu yapması en muhtemel olan, bölgenin iki egemen gücü arasındaki savaştır: Suudi Arabistan krallığı ve İran İslam Cumhuriyeti. Bu rekabet bir zamanlar ağırlıklı olarak Sünni Arap Suudiler ile Şii Pers İranlılar arasında etnik ve mezhepsel bir çatışma olarak görülse de, bugün kilit ayrım çizgisi de ideolojiktir. Çatışma baktığımızda kendi stratejik vizyonlarına odaklanıyor. Suudi Arabistan'ın 2030 Vizyonu ve İran'ın 1979 Vizyonu. Her vizyon, kendi ülkesinin iç politikalarını ve başkalarıyla nasıl başa çıktığını hamleleriyle belirliyor.
İran ve Suudi Arabistan, dünya petrol rezervlerinin yaklaşık üçte birini ve doğal gazının beşte birini toplu olarak kontrol eden otokratik Ortadoğu'nun enerji devleridir. Yine de, son derece farklı planları olan çok farklı adamlar tarafından yönetiliyorlar. Bildiğimiz üzere konsolos katili Suudi Arabistan'ın fiili lideri, MBS olarak bilinen 39 yaşındaki Veliaht Prens Muhammed bin Selman, İslamcı ortodoksluğa batmış bir devleti hızla modernize etmek ve onu fosil yakıt üretimine bağımlılığından uzaklaştırmak istiyor. Bu amaçlara ulaşmak için Vizyon 2030'u pr olarak dış servislerinde desteğiyle kampanya haline dönüştürdü. İran'ın uzun süredir lideri olan 85 yaşındaki Yüce Lider Ali Hamaney, İran'ın İslamcı devriminin ideolojik ilkelerine bağlı kalmaya devam ediyor. Hamaney, planına 1979 Vizyonu demiyor. Fakat bu isim hala uygun bir şekilde uygulanabilir, çünkü vizyonu tamamen İran Devrimi'nin teokrasiye olan acımasız bağlılığını korumakla ilgilidir.
Hamaney’de aslında siyasi ve İslam figürü olarak ülkenin bilgesi olsa da Cumhurbaşkanı ve Bakanın uçak kazası İran’ın içsel dengelerini etkisiz hale getirdi. Bu iki ülke uzlaşmaz hedefleri olan tarihi rakiplerdir. 2030 Vizyonu ulusal özlemlere hitap ederken, 1979 Vizyonu ulusal şikâyetlere değiniyor. Vizyon 2030, ABD ile bir güvenlik ittifakı ve İsrail ile normalleşme arayışındadır; Vizyon 1979, birincisine direnmek ve ikincisini ortadan kaldırmak üzerine kuruludur. Vizyon 2030, sosyal liberalleşme tarafından yönlendirilir; Vizyon 1979, sosyal baskıya bağlıdır. Büyük bir karşılıklı güvensizlik barındırmalarına rağmen, İran ve Suudi Arabistan'ın doğrudan birbirleriyle savaşmaları pek olası gibi gözükmese de bir vizyon çatışmasının yaşanacağı çok net olarak gözükür. Tahran ve Riyad, ilişkileri normalleştirmek ve ikili gerginliği azaltmak için 2023'te bir anlaşma imzaladı. Bu nedenle en büyük zorlukları birbirleriyle yüzleşmek değil, kendi iç mücadelelerini ele almaktır. Ve burada, her ikisinin de uğraşacak birçok konusu var. İran İslam Cumhuriyeti'nin sorunları ortada. Ülke, ekonomik ve ideolojik olarak iflas etmiş ve hayatta kalması için vahşete güvenen geç dönem Tahran ayrıca nükleer silahların yayılması, Rusya'nın Ukrayna'daki savaşı, siber güvenlik, dezenformasyon kampanyaları ve enerji kaynaklarının silahlandırılması dâhil olmak üzere birçok küresel güvenlik sorunu üzerinde büyük bir etkiye sahiptir.
Suudi Arabistan'ın mücadeleleri hemen hemen belli değil. Şu anda, MBS, sosyal kısıtlamaları kaldırdığı ve ülkesinin güçlü ekonomisi için yaygın destekten yararlanıyor gibi görünüyor. Yine de Vizyon 2030'un başarısı her zaman devasa projelerinin ekonomik uygulanabilirliğine bağlı olacak ve buna yüksek kamu beklentileri, petrol fiyatlarındaki oynaklık, yolsuzluk ve baskı meydan okuyacak. Aynı zamanda hoşnutsuz gerici güçler tarafından da test edilecek. Ülkede hala MBS’dan memnun olmayan derin muhafazakâr İslamcılardan oluşan geniş bir kitle var ve hükümeti için büyük sorunlar yaratabilirler. O halde MBS'nin de planı tutmayacaktır. Her iki devletin de vizyonunu sürdürmede başarılı olup olmayacağı açık değildir. Açık olan şu ki, biri değişimden, diğeri direnişle tanımlanan iki vizyonun kaderi, her iki ülkenin de çok ötesine uzanan sonuçlar doğuracak. Bu vizyonlar sadece Ortadoğu'nun daha müreffeh ve istikrarlı hale gelip gelmeyeceğini değil, tüm dünyanın da gelip gelmeyeceğini şekillendirecek. 1960'ların sonlarında, İran'ın modernleşen devrik hükümdarı Şah Muhammed Rıza Pehlevi, Suudi Arabistan Kralı Faysal'a mektup yazdı. Pehlevi mektupta Kral Faysal'ın biraz daha reformist bir kral olmasından halkının mutlu olacağını kendilerini modernleştirmenin onlara güç katacağını aktardı. Aslında; Pehlevi yukarıdan bakarak öğüt vermeye çalıştı. Fakat Kral Faysal mektubu okutunca sinirlenmeye başladı. Ve Pehleviye bir mektup gönderdi.
Kral şiddetle Pehleviyle aynı fikirde olmadığını aktardı. Faysal, cevabında, aslında tahttan indirilme riski altında olanın laik ve daha Avrupalı toplum vizyonuyla Şah Pehlevi olduğunu öne sürdü. Ve şunları söyledi... "Majesteleri, size hatırlatmama izin verin, siz Fransa şahı değilsiniz” diye yazdı ve ekledi: “Nüfusunuz yüzde 90 Müslüman. Lütfen bunu unutmayınız. Kral Faysal haklı çıktı. İran'ın 1979 devriminde protestocular Pehlevi'yi tahttan indirdi ve ülkeyi ABD müttefiki bir monarşiden Amerikan karşıtı bir teokrasiye dönüştürdü. 76 yaşındaki Ayetullah Humeyni, devrimin lideri olarak ortaya çıkan Şah'a çeşitli güçler koalisyonunun karşı çıkmasına rağmen, Batı'nın siyasi ve kültürel etkisinin İran ve İslam medeniyeti için varoluşsal bir tehdit oluşturduğuna inanıyordu. Din adamı,” Gençliğimizi saptırmak için kullandıkları her şey Batı'dan gelen hediyelerdi " dedi. "Planları, hem erkeklerimizi hem de kadınlarımızı saptırmak, onları yozlaştırmak ve böylece onların insani gelişimlerini engellemek için araçlar tasarlamaktı. "Humeyni on yıl sonra öldü, ancak halefi Hamaney vizyonunu canlı tutmak için elinden geleni yaptı, gerçekçi olmak lazım en zor zamanlarda suçlayıcı değil, birleştirici bir tavır sergiledi fakat İran için diğer ülkelerle aynı diplomaside durmaya dikkat etmiştir. Acem oyunlarının sağı solu belli olmaz saygıdeğer okurlar, vahabiden de medet umulmaz.
1979 da Suudi Arabistan için çok önemli bir yıldı. Suudi kraliyet ailesinin gerçek İslam yolundan saptığına inanan İslamcı radikaller, Mekke'deki Ulu Cami'yi ele geçirerek monarşiyi varoluşsal bir krize sürüklemeye yardımcı olmuşlardı. Şah ile aynı kaderi paylaşacaklarından korkan Suudi hükümeti, modernleşme çabalarından vazgeçti ve geniş kaynakları yurtiçi ve yurtdışındaki gerici güçlere yönlendirdi. Ülke, köktendinci din adamlarına eğitim ve yargı üzerinde kontrol uygulama yetkisi verdi, ahlak polisini genişletti, sinema salonlarını kapattı ve okullarda ve kamusal alanlarda katı cinsiyet ayrımcılığı uyguladı. Bu politikaları ihraç ederken, kısmen ABD'nin Afganistan'ın Sovyet işgaline karşı koymaya teşvik etmesiyle Suudi Arabistan, binlerce caminin yanı sıra Taliban ve El Kaide'nin öncülü olan cihatçı grupları finanse etmek için on milyarlarca dolar harcadı. Ve önümüzde ki Trump dönemiyle beraberde bu harcamaları arttıracak. Saygıdeğer okurlar Ortadoğu yangın yeri fakat Suud ve İran’da bölge için tehlikeli ve güvenilmez aktörlerdir. Yapacakları lojistik ve silah destekleriyle bazı palazlanmaya çalışan örgütlere cesaret verecekleri ortada geçmiş dönemde Türkiye aleyhine dost görünüp, düşmanlıkları ortadadır. Acem’in yalanı bitmez, Vahabinin doyumsuzluğu bitmez.