Hepimizin kayıpları var bu memlekette. Var olduğumuzdan bu yana kaybediyoruz. Her asır bazı nimetler geliyor bazı nimetler gidiyor. Halbuki tüm savaşlar yapılmış, nice kanlar dökülmüş, milyarlarca insan yaşatmak için canlarını vermiş, kayıplar yaşanmış, topraklar alınmış, acı, keder hepsi yaşanmış. İnsanoğlu için tüm sistem hazır lakin duyduğumuz acı geçmişle yarışacak vaziyette. Yaşadığımız hüzün suni mi gerçek mi ayırt etmekte zorlanıyoruz. İçimizi çeke çeke yaşıyoruz. Özel’in Celladıma Gülümserken Çektirdiğim Resmin Arkasındaki Satırlar misali yaşıyoruz. Ben, İsmet Özel, şair, kırk yaşında. Her şey ben yaşarken oldu, bunu bilsin insanlar, ben yaşarken koptu tufan, ben yaşarken yeni baştan yaratıldı kâinat, her şeyi gördüm içim rahat diyordu Şair.
Özlüyoruz, ısrarla özlüyoruz neyi özlediğimizi tam bilemeden. Her köşe başında duymuyor muyuz nerede o eski bayramlar diyenleri. Özlemini çektiğimiz şey bayram hasreti mi? Yoksa eskilerin bin bir emekle alınan baş ucuna koydukları ayakkabıları mı? Evet bazı ailelerde pazarlıklar başlamıştır bile büyüklere gitmemek konusunda. Lakin bana sorarsanız bu pazarlıkların bile kıymeti çok büyük gözümde. Demek ki diri kalan şeyler pekâlâ mevcut. Biz özlüyor muyuz sahiden bu eski bayramları? Yoksa sürekli tekrar edilen cümlelerden ötürü özlem duyma gibi bir duygu mu aşılanıyor ruhumuza. Şimdiki bayramlarımızı güzelleştirmek için ne engelimiz var önümüzde? Yoksa bu eskiye hasret durumu artık bir proje olup bize altın tepside mi sunuluyor? Şeker reklamlarında kol gezen nostalji bunun bir parçası olmasın. Boynumuz ağrıdı batıya bakıp durmaktan. Üstelik batının mil çektiği gözlerle bakıyoruz batıya diyordu Nuri Pakdil. Bizim örfümüzü bize özleten sistemin bu denli sesinin çıkabilmesi mümkün mü? Evet, biz izin verdiğimiz ölçüde. Eski bayramları kaybettiğimiz inancına varabilmemiz için iş birliği her daim hazır.
Büyüklerimiz yanı başımızdaysa, sevdiklerimiz hayattaysa zaten bayram bayramdır bizim için. Kayıplarımız için de Arefe gününde yaptığımız kabristan ziyaretlerimiz vardır. Haklısınız, bu değerleri yerine getirmeyi çoktan bırakmış aileler mevcut. Her daim mevcuttu. Yalnızca sesleri fazlaca çıktığından ekseriya yanılması yaşıyoruz. Yoksa bizim bayramlarımız yine bayram. Ramazanlarımız yine ramazan. TV kuşaklarında görüyoruz Türkiye’de üretildi ibaresiyle iftar sofraları kurulan malum içeceğin reklamlarını. Biliyoruz ki bizim değerlerimiz onlar için her yüzyılda koz oldu ve olacak da. Bizim terk ettiğimizi düşündükleri geleneklerimizden beslenenlerin acziyetini anlamak bu kadar zor olmamalı. Alev Alatlı’nın cümleleriyle pekiştiriyorum dediklerimi. “Efendice ölmeyi öğrenmek diye bir şey vardır. Her dakika kendini ortaya atmamak, efendice yaşlanmayı öğrenmek, tevekkül, sükûnet, bunlar sadece İslami laflar değildir, tevekkül maneviyatın ötesinde akıl ister, inanmayan uzaya bir baksın, antropi bilsin, kuantum ve biyoloji bilsin tevekkülden başka çaresi olmadığını bilir ve efendice yerini, haddini bilir.”
Velhasıl demem o ki bizim olan bir şeyi kaybettiğimize, bizden başka kimse bizi inandıramaz, şayet biz inanmadıysak.