Batılı müsteşrikler İslam’ı yok etmek veya tahrif edebilmek için son yüzyılda çok farklı metotlar uygulamaya başlamıştır. Bu metotların en etkililerinden İslam üzerine eğitim veren enstitüler kurmalarını örnek olarak gösterebiliriz. Bu enstitülerde özellikle Müslümanları bir birlerine kırdıracak, inanç sistemlerini bozacak, aralarına fitne ve fesat yayacak tüm bilgi ve belgeler tespit edilerek bu doğrultuda eserler verilmeye başlandı. Ayrıca bu enstitülerde papazlar kontrolünde yetişenler, İslam âlemi içerisine girerek raflara kaldırılan ve uyur vaziyette bekleyen fitneleri tekrar uyandırarak Müslümanların önüne koymuşlardır.

Bugün İslam âlemi içerisinde yaşanan fikri ayrılıkların, kavgaların, tartışmaların arkasında bunların etkisi yadsınamayacak kadar çoktur. Hiç şüphesiz din âlimi kisvesi altında, Avrupa’daki bu enstitülerde papazların kontrolünde yetişenlerin bu fitnelere katkısı ise çok daha büyüktür. Bu anlayışta olanları özellikle Hadis-i Şerif ve Sünnet düşmanlığı üzerinden tespit etmek mümkündür.
Batılı müsteşrikler farkettiler ki direkt Kuran’a ve Peygambere (sav) saldırmak beyhude olacaktır. Peki, yapılması gereken nedir? Müslümanları Peygambere (sav), O’ndan da (sav) Allah’a (cc) ulaştıran köprüleri yıkmak gerekmektedir. Bunun için de özellikle 3 şeye saldırdılar.
İlki, müçtehit imamlar olan mezhep imamlarına saldırarak Müslümanların Ayet-i Kerime ve Hadis-i Şerifleri anlama ve hayata tatbik etme yollarını kapatmayı keşfetmişlerdir. Böylece saldırı alanlarının ilkini bu alana yönlendirmişlerdir. Bu saldırıların etkisinde kalan Müslümanlar Ayetleri, Hadis-i Şerifleri vasat Müslümanlara göre daha iyi anlayan ve bunlardan hükümler çıkaran Mezhep imamlarını ve yollarını reddederek, her Müslümanın Ayet-i Kerimeleri ve Hadis-i Şerifleri anlayabileceğini ve bu bakımdan herhangi bir Mezhep imamını takip etmenin gereksiz olduğunu iddia etmişlerdir.
Hiç şüphesiz Ayet-i Kerimeler ve Hadis-i Şerifler her Müslümanın anlayıp, hükümler çıkarabileceği nitelikte değildir. “Hadisler arasındaki farklılıkları ele alıp tercih yapacak bilgiye sahip olmayanların HADİSLE AMEL ETMESİ neredeyse mümkün değildir. İbadet ve muamelatta uygulamaya yönelik hadisleri, alıp uygulayan bir müçtehidin peşinden uygulamak gerekiyor. Ya da o müçtehit düzeyinde bilgi sahibi olmak gerekiyor. Bu nedenle mezheplerin varlığı bu zaviden bakıldığında rahmettir diyoruz.” (Nureddin YILDIZ) Bunun için belirli şartlar gerekmektedir ki bu şartlara haiz olmayanların bir mezheb imamını taklit etmeleri en doğru yoldur.
Önceki yazı dizimizde İslam’ı en iyi anlayanların Ashab-ı Kiram olduğunu, buna rağmen bazı ayetleri tam manasıyla anlayamadıklarını ancak Peygamber Efendimizin (sav) açıklamasından sonra anlayabildiklerini belirtmiştik. Bugünkü eğitim sistemiyle yetişen, İslami bilgisi beş on kitabı geçmeyen Müslümanlardan Kuran Ayetlerini ve Hadis-i Şerifleri anlamalarını beklemek beyhudedir. Ayet-i Kerimeler ve Hadis-i Şerifler ehlinden öğrenilmezse, Ayetlerden, Hadis-i Şeriflerden yola çıkarak Müslümanları katletmeyi mübah gören, terörist zihniyetli insanlarla karşılaşabiliriz. Nitekim Harici denen güruh da bu şekilde ortaya çıkmıştır. Mezheplerin gerekliliği konusunu ayrı bir başlık altında tekrar değerlendireceğiz inşallah.

Batılı müsteşriklerin saldırı alanlarından ikincisi de Peygamber Efendimizin (sav) Hadis-i Şeriflerini, Sünnetini, Ashabının hayatını bizlere ulaştıran Hadis âlimlerinedir. Bunların en önemlilerinden olarak da Kuran’ı Kerimden sonraki en muteber kaynağımız olan Muhammed Bin İsmail el-Buhari’nin (ra) Sahihi’dir. Sahihi Buhari olarak bilen Hadis-i Şerif kitabı, Ehl-i Sünnet âlimlerince en güvenilir Hadis kaynağı olarak belirlenmiş ve günümüze kadar bu şekilde gelmiştir. Ancak İslam düşmanı batılı müsteşriklerin yazmış oldukları eserlerden etkilenerek bu kaynağımıza da saldırıların başladığını görmekteyiz. Müslümanları dininden koparmanın, Yahudi ve Hıristiyanvari bir sürece sokmanın en etkili yollarından biri budur. İslam’ı anlama ve hayata tatbik etme köprüsünü yıkma… Bu köprü yıkıldı mı, Peygamber (sav) ile ve doğal olarak Rabbimiz ile irtibatımız kesilecektir.

Bir diğer saldırı alanlarının ise Peygamber Efendimizi (sav) bize ulaştıran Ashabının olduğunu görüyoruz. Batılı müsteşriklerin farkettiği ve en etkili saldırı yöntemi olarak bu alanı gösterebiliriz. Çünkü Ashab-ı Kiram demek İslam binasının temeli demektir. Bu temelin sarsılması binanın tamamını etkileyecek ve yıkılmasına sebep olacaktır. Örneğin Sahabeden öyle birini kötülemeyi başardıklarını düşünelim… Belki de o Sahabi İslam’ın bir rüknüyle ilgili Hadis-i Şerif rivayet eden tek Sahabidir. Böylece İslam’ın o rüknü otomatik olarak kalkacaktır maazallah.
Hadis-i Şerifler üzerinden Ashaba saldıranların öncelikle Kuran-ı Kerimi değerlendirmesi gerekmektedir. Çünkü Kuran-ı Kerimi kitap olarak bizlere ulaştıran Ashab-ı Kiramdır. Evet, olay bu kadar vahim ve tehlikelidir. Bu konuda en çok saldırıya maruz kalanlar ise Ebu Hureyre (ra) ve Muaviye (ra)’dır. Ashaba karşı bakış açımızla ilgili olarak ayrı bir başlık altında bu konuyu daha detaylı değerlendireceğiz inşallah.

Bu konuyu böylece açıkladıktan sonra konumuza tekrar dönebiliriz. Mehdi (as) konusunun reddedilmesinden ziyade Hadis-i Şeriflerin inkâr edilmesi tehlikesi üzerinde duruyoruz. İleriki bölümde Kutub-u Sitte de yer alan Hadis âlimlerinin konu hakkındaki Hadis-i Şeriflerini ve diğer alimlerimizden kısa bilgiler sunacağız inşallah. Mehdi (as) ile ilgili Hadis-i Şerifleri reddedenlerin bir diğer iddiası da Mehdi ile ilgili bilgilerin diğer kültür ve inançlardan İslam’a girdiğidir. Şimdi bu konuyu değerlendirelim.
4- Mehdi İnancı Diğer Dinlerden İslam’a Girmiştir...

İslâm’da Mehdi inancına yer olmadığını iddia edenlerin dayanaklarından bir diğeri de Mehdi inancının İslâm’a diğer din ve kültürlerden geçmiş olduğu iddiasıdır. Bunun en önemli delili, İslâm’dan önceki dinlerde ve inançlarda da bir “kurtarıcı Mesih/Mehdi” inancının bulunmasıdır. İslâm’dan önceki birtakım dinlerde ve inanç sistemlerinde Kurtarıcı Mesih/Mehdi inancı bulunduğu doğrudur. “Mehdilik” anlayışının İslam dışı birtakım din ve inanç sistemlerinde olması, İslam’da “Mehdi inancı”nın olamayacağı iddiasına delil teşkil etmez; tıpkı başka din ve inanç sistemlerinde “Peygamberlik” anlayışının bulunmasının, peygamberlik müessesesi hakkındaki İslam inancına tesirinin olmadığı gibi… Sadece Yahudilik ve Hıristiyanlık’ta değil, Sümerler’de dahi bu inancın bulunduğu bilinmektedir. Ancak başka dinlerde şu veya bu şekilde bulunması, Mesih ve Mehdi inancının İslâm’a dışarıdan geldiğini göstermez. Bilakis bu, Mehdi konusunun kesinliğini gösteren bir durumdur.
İsa Mesih (as)’ın ölmediği, kendisini öldürmek isteyen yahudilerin elinden Allah Tealâ tarafından kurtarılarak göğe çekildiği, Kur’an’ın delaleti ve mütevatir Sünnet’in açıkça haber vermesiyle bilinmektedir. Mehdi ise İsa (as)’ın gökten ineceğini anlatan rivayetlerde geçmekte, ayrıca müstakil rivayetlerde de Efendimiz (sav)’in soyundan geleceği ve ahir zamanda Ümmet-i Muhammed’in işlerini tedvir edeceği haber verilmektedir.

Burada bir noktanın altını kalın bir çizgiyle çizelim: Gerek Mesih ve Mehdi konusunda, gerekse daha farklı meselelerde inkâr tarafını tutanların ilk sığındığı, bunların İslâm’a dışarıdan girdiği iddiasıdır. Böyle bir şeyin mümkün olabilmesi için her şeyden önce sosyal, siyasal ve kültürel şartların elverişli olması gerekir. Daha açık söylemek gerekirse, müslümanların herhangi bir inanç unsurunu dışarıdan aldığını söyleyebilmek için, olağanüstü bir dinî ve toplumsal zaaf içinde bulunmuş olmaları gerekir. Ancak böyle bir durumda İslâm Ümmeti’nin hakim milletlerin dinî inançlarından ve kültürlerinden etkilendiğini söylemek inandırıcı olabilir.

Ne var ki, Mesih ve Mehdi ile ilgili rivayetlerin yer aldığı hadis kitaplarının ve itikadî metinlerin vücuda getirildiği zaman dilimine baktığımızda şunu görüyoruz: İslâm bütün izzet ve ihtişamıyla bölgesinin ve hatta dünyanın her bakımdan en güçlü devletidir. Yahudi ve hıristiyanlar ancak “zimmî” statüsüyle İslâm devletinde yaşayabilmektedir. Müslümanların “hakim”, diğerlerinin “mahkûm” olduğu bir zaman diliminde derlenen eserlere herhangi bir yabancı unsurun, üstelik de “itikadî bir kabul olarak” girmesi bu şartlar altında nasıl mümkün olabilmiştir acaba?!

Diğer din ve inanç sistemlerindeki Mehdi ve Mesih inancının genellikle toplumun zayıf düştüğü, insanların her şeyden ümit kesip çaresizlik içinde bir “kurtarıcı” beklediği durumlarda baş gösterdiği bilinmektedir. Oysa yukarıda da söylediğimiz gibi bu konudaki rivayetlerin derlendiği dönemde Müslümanlar izzet ve şehametin zirve dönemlerinden birisini yaşamaktaydı. Böyle bir durumda kim, niçin “kurtarıcı” beklesin ki?!

Şia’nın Mehdi Anlayışının Etkisi…

Mehdi inancının Ehl-i Sünnet’e Şia’dan geçtiğinin ileri sürülmesinin de ciddiye alınacak yanı yoktur. Zira Şia, 12. İmam olarak kabul ettiği Muhammed b. el-Hasan el-Askerî’nin, 260/873 yılında 5 yaşındayken gaybete girdiğini (gayb alemine çekildiğini) ve kıyamete yakın ortaya çıkacağını söylerken, Ehl-i Sünnet inancında “gaybet”e yer yoktur. Mehdi, olağanüstü özelliklere sahip birisi değildir. O, bu ümmetin tarih boyunca yetiştirdiği büyük insanlardan birisi olarak doğup büyüyecek ve zamanı geldiğinde hayatın tabii akışı içinde görevini icra edecektir.

Kaldı ki Mehdi ile ilgili rivayetlerin, Muhammed b. el-Hasan el-Askerî daha dünyaya gelmeden önce kaleme alınmış -Abdürrezzâk’ın el-Musannef’i, Ahmed b. Hanbel’in el-Müsned’i gibi- hadis eserlerinde yer almış olması, konunun Şia ile irtibatlandırılmasını imkânsız kılmaktadır. (Prof. Dr. Ebubekir SİFİL)

Ehl-i Sünnet'in akideye dair yazılan son dönemlerinde bu konu ele alınmaya başlanmış ve iman ile aralarında ilgi kurulmuştur. Bununla birlikte Şiâ'nın bütün kollarında Mehdilik önemli bir husus olup sürekli işlenen ve Mehdi beklentisinin hâkim olduğu bir inanç görülmektedir. Şiâ'nın gizli imamı Mehdi'dir. Şiâ'ya göre bu gizlilik mutlaka bir gün sona erecek, yeryüzündeki bu zulüm ve adaletsizlikler yok olacak ve tarih boyunca haksızlığa uğratılan Ehl-i beytin intikamı alınacaktır. Onlar Kur'ân-ı Kerim'in; Hud, 8; Şuara, 4; Kasas, 5; gibi ayetlerin Mehdi'ye delalet ettiğini söylerler.

Ayrıca ‘Doğu ve Batı’da Mehdi ya da Mesih olduğunu iddia edenlerin’ çıkması da bu bapta hiçbir önem ifade etmez. Bütün bunlar İslam’ın doğrusuna bakılarak oluşturulan yanlışlardan ibarettir. Yanlışı mi’yar kabul edip, doğrunun da reddini talep etmek, müşriklerin ibadet başlığı altında işledikleri cürümleri gerekçe göstererek Müslümanların ibadet yapmalarına sınırlama getirmeye ya da ibadeti toptan lağvetmeye benzer. (İhsan ŞENOCAK) Devam edecek inşallah…