Peygamber Efendimiz (sav) Kuran’ın mübeyyini yani açıklayıcısıdır. Eğer Kuran’ı Kerim, her insanın kendi başına anlayabileceği bir kitap olsaydı, Peygamberimiz (sav) Allah (cc) tarafından kendine vahyedilmiş olan kitabımızı ümmetine sunar ve böylece görevini tamamlamış olurdu. Ancak böyle olmamış, Kuran-ı Kerim iyi anlaşılsın diye ve hayata tatbik edilmesi açısından 23 yılda, parça parça indirilmiş ve Peygamber Efendimiz (sav), uygulamalı olarak vahyi ashabına tebliğ etmiştir.

İslam’ı Ashab-ı Kiramdan daha iyi anlayan olmamıştır. Buna rağmen Ashab-ı Kiramın da tam manasıyla anlayamadığı veya yanlış yorumladığı ayetler olmuş ama Peygamber Efendimiz (sav) Kuran’ın mübeyyini olduğundan ashabına doğrusunu öğretmiştir. Sünnet, Kur'an'da bulunan herhangi bir hükmü değişik yönlerden açıklar. Örneğin, imsak vakti için “beyaz iplik siyah iplikten sizin için ayırt edilinceye kadar” (Bakara, 187) ayetindeki beyaz ve siyah iplikten maksadın gündüzün aydınlığı ile gecenin karanlığı olduğunu belirten hadisler ve yine “inanıp da imanlarına herhangi bir zulüm bulaştırmayanlar..” (En'am Suresi, 82.) ayetindeki zulümden kastın, “şirk” olduğunu açıklayan hadis, sünnetin bu özelliğini ortaya koymaktadır. Bu sebeple “Sünnet, Kur’an’ın açıklayıcısıdır” denilmiştir. Örneğin; “İman edip de imanlarına zulüm karıştırmayanlar; işte güven onlaradır ve doğru yolda olanlar da onlardır.” (Enam, 82) ayeti ile ilgili olarak Buhârî der ki: Bize Muhammed îbn Meşşâr’in... Abdullah'tan rivayetine göre; o, şöyle demiştir: “îmânlarını zulüm ile bulaştırmayanlar...” âyeti nazil olunca Hz. Peygamber'in (sav) ashabı; “hangimiz nefsine zulmetmez?” demiş ve “Muhakkak ki şirk, en büyük zu­lümdür.” (Lukman, 13) âyeti nazil olmuştur. İmâm Ahmed der ki: Bize Muâviye'nin... Abdullah'dan rivayetinde, o şöyle demiştir: “îmân edenler, îmânlarını zulüm ile bulaştırmayanlar...” âyeti nazil olunca; bu, insanlara ağır geldi ve: “Ey Allah'ın elçisi, hangimiz kendine zulmetmez?” dediler. Allah Rasûlü: “Burada siz kastedilmiyorsunuz, salih kulun: “Ey oğulcuğum, Allah'a şirk koşma: Muhakkak ki şirk, en büyük zulümdür.” dediğini işitmediniz mi? Bu (zulüm) şirktir” buyurdu. (İbni Kesir Tefsiri)

Evet, görüldüğü gibi Kuran’ı ve İslam’ı en iyi anlayan nesil Ashab-ı Kiram olduğu halde bu ayeti başlarda farklı anlamışlar ancak Peygamber Efendimizin (sav) açıklamasından sonra kastedilen zulmün, şirk olduğunu anlamışlardır. Eğer Kuran-ı Kerim bazılarının kastettiği gibi Hadis-i Şerifler olmadan, Sünnet olmadan anlaşılabilseydi Ashab-ı Kiramın bu konuda sıkıntı yaşamaması gerekirdi. Ancak yukarıda da görüldüğü gibi durum böyle olmamıştır. Ashab-ı Kiram’da, Tabiun’da, Tabe-i Tabiun’da, bütün Müslümanlarda Kuran’ı Kerimi anlamak ve yaşamak için Hadis-i Şeriflere, Sünnete yani Peygamber Efendimiz (sav)’e muhtaçtır ve muhtacız.

Batılı müsteşriklerin tedrisinden geçenlerin karşımıza Hadis ve Sünnet düşmanı olarak çıkması bizim için bir anlam ifade etmez. Gayemiz aklı karışabileceklere yardımcı olmak adına, bu ateşe karınca misali su dökmektir. Söndüremesek dahi Rabbimiz niyetimizi ve safımızı bilsin o bizlere yeter.

Peygamber Efendimizin (sav) sözleri olan Hadis-i Şeriflere ve onların tatbiki olan Sünnete uyma Rabbimizin emridir. “Ey iman edenler! Allah'a itaat edin. Peygamber'e ve sizden olan ulü'l-emre de itaat edin. Eğer bir hususta anlaşmazlığa düşerseniz -Allah'a ve ahirete gerçekten inanıyorsanız- onu Allah'a ve Resûl'e götürün. Bu hem hayırlı, hem de netice bakımından daha güzeldir.” (Nisa, 59)

Tefsir alimleri “onu Allah'a ve Resulüne götürün” emrini, “Kur'an'a ve sünnete müracaat edin” şeklinde tefsir etmişlerdir.

Mevdûdî, sünnete teslim olma konusunda şu ifadelere yer verir: “Hazret-i Resul'ün (sav) sünnetinden bir santim bile ayrılmak, Allah ve Resulü tarafından daha az sevilmeye sebep olabilir. Aşk ve sevginin ilk şartı kayıtsız şartsız teslimiyettir. Resûlullah'ı seven O'na tüm olarak teslim olmalı, itaat etmelidir.”

“Allah ve Resûlü bir iş hakkında hüküm verdikleri zaman, hiçbir mü’min erkek ve hiçbir mü’min kadın için kendi işleri konusunda tercih kullanma hakları yoktur. Kim Allah’a ve Resûlüne karşı gelirse, şüphesiz ki o apaçık bir şekilde sapmıştır.” (Ahzab, 36)

“Kim peygambere itaat ederse, Allah’a itaat etmiş olur. Kim yüz çevirirse, (bilsin ki) biz seni onlara bekçi göndermedik.” (Nisâ, 80)

“… Bir de peygamber size her ne emir verirse onu tutun, yasakladığından da sakının ve Allah’tan korkun; çünkü Allah, cezalandırması çetin olandır.” (Haşr, 7)

“De ki: “Eğer Allah’ı seviyorsanız bana uyun ki, Allah da sizi sevsin ve günahlarınızı bağışlasın. Çünkü Allah çok bağışlayandır, çok merhamet edendir.” (Âl-i İmrân, 31)

Evet, Resulullah (sav)’e uymak Rabbimizin emridir. Bu, hiç şüphesiz Hadis-i Şerifleri ve Sünnet-i Seniyye’sine uymakla ancak yerine getirilebilir. Rabbimiz; “O, hevadan (kendi istek, düşünce ve tutkularına göre) konuşmaz. O (söyledikleri), yalnızca vahyolunmakta olan bir vahiydir” (Necm, 3-4) buyurmaktadır. Bize düşen ise O’na (sav) uymaktır.

Sözleri Reddedilmeyecek ancak Allah ve Resulüdür. Bunun dışında kim olursa olsun sözleri alınabilir, reddedilebilir. Aşağıda verilen bilgiler konumuza ışık tutması açısından önemli bilgilerdir.

“Ne bir âlim ne de bir şerefli insan yoktur ki muhakkak bir eksiği bulunmasın. Ama biz fazileti yani üstünlüğü eksikliklerinden çok olanın eksikliklerini yok sayarak kabul ederiz. Eğer bir insanın da eksikliği faziletlerinden fazla ise onun da faziletini yani üstünlüğünü yok sayarız.” (İbnil Abdilberr Camiûl Beyanil İlm adlı eserinde Said İbni Müseyyeb (rahmetullahi âleyh)den (Tabiundandır)

Yine bu konu ile alakalı olarak şu bilgiler de destekleyici mahiyettedir Zehebi, Şafiidir. İbni Teymiyye’nin talebesidir. İbni Teymiyye Hanbelidir. Zehebi’nin nakledilecek sözü ise sanki herhangi bir mezhebe bağlı değilmiş izlenimi vermektedir. 30 ciltlik Siyeru a’lemunnubelanın 18. Cilt 157. Sayfasında: “Herkesin sözü alınabilir, bırakılabilir. Rasulullah (sav) hariç. Ancak bir imam–alim içthadında yanıldığı zaman bunu tespit ettiğimizde onun güzel yönlerini unutmamız, onun iyi taraflarını gizlememiz uygun olmaz. Bilakis onun için Allahtan mağfiret dileriz. Keşke yapmasaydı deriz. Ona bir özür kapısı ararız. Yahut yanlış bilgi filan gelmiştir deriz.”

4. cildin 402. Sayfasında ise: “Melekler ve peygamberlerden başkasının ismeti (hatadan korunmuşluk) yoktur. Herkes doğru da yapabilir, hata da yapabilir. Sözlerinden kimi alınır, kimi de terk edilir. Peygamber sav hariç. Çünkü peygamber masumdur. Vahiyle desteklidir. Peygamber (sav) istese de yanılamaz.”

9. cilt 144. Sayfasında ise: “Herkesin sözünden alınıp bırakılmak mümkündür. Bir alimin hatası örnek olmaz. Evet, yaptığı içtihattaki yanılmasından dolayı ayıplamayız o alimi. Hepimiz Allah’ın affını dileriz.”

12. cildin 68. Sayfasında: “Herkesin sözünün alınabilir, alınamaz bölümü vardır. Şu kabrin içinde yatan (sav) hariç.” (İmam Malik)

İsmet sıfatı sadece peygamberlere has bir sıfattır. Bunun dışında her insanın sahabi olsun, tabiûn olsun, müçtehid olsun fark etmez hatası, yanlışı ve günahı olabilir. İnsan günah işleyebilecek hilkatte yaratılmıştır. Bu manada günah ya da hata işlemekten ziyade onlarda ısrar etmek ve af dilememek yanlış olandır. Nitekim Efendimiz (sav): “Canım, kudret elinde olan Allah’a yemin olsun ki, siz hiç günah işlememiş olsaydınız, Allah sizi yok eder, yerinize günah işleyip Allah’dan bağışlanma dileyecek bir millet getirir de onları bağışlardı.” (Müslim, Tevbe, 9) buyurmaktadır. Bir insan ki 100 hasletinden 2’si yanlış ise o 2 yanlıştan ötürü o insanı silmeyiz. Yine 100 hasletinden 2’si doğru diğerleri yanlış ise o 2 doğrudan ötürü o insanı üstün addetmeyiz.

3- Kıyamet Ansızın Kopacaktır…

Bu konuyu böylece ifade ettikten sonra Mehdi (as) ile ilgili Hadis-i Şerifleri inkar edenlerin iddialarından bir diğerine geçebiliriz. Bu ise Kıyametin ansızın kopacağı, böyle bir an içerisinde bu ahir zaman şahsının nasıl geleceği hezeyanıdır. Bu tıpkı Kabir azabı Kuran’da yok o halde Kabir azabı da yoktur. Eğer Kabir azabı olsaydı, Âdem (as) döneminde ölen bir kişi ile Kıyamete yakın ölen bir kişinin aynı günahtan azab görmeleri zaman olarak farklılık arz edeceğinden bu durum ilki bakımından adaletsizlik olurdu iddiasına benzemektedir.

Kabir Azabı Hakkında…

Kuran’ı Kerimde direkt isim olarak Kabir azabının geçmediği doğrudur. Ancak dolaylı olarak ve Mütevatir derecesindeki Hadis-i Şeriflerle Kabir azabından bahsedilmektedir ki Ehl-i Sünnet inancına göre bu haktır.

“Onlar sabah akşam o ateşe sokulurlar. Kıyametin kopacağı gün de: Firavun ailesini azabın en çetinine sokun (denilecek)!” (Mü’min, 46) Evet, ayet bariz bir şekilde Kabir azabına işaret etmektedir. Ne diyor; Kıyamet koptuktan sonra Firavun ailesi azabın en çetinine sokulacaktır. Kıyametten sonra en çetin azab Cehennemdir. Peki, Kıyamet daha kopmamış! Firavun ailesinin sabah ve akşam -ki bunlar dünya için geçerli zamanlardır- sokuldukları o ateş nedir? Hiç şüphesiz bu, Peygamber Efendimizin (sav) Hadis-i Şeriflerinde bildirdiği ve biz Müminleri uyardığı Kabir azabıdır.

Gelelim Kabir azabı çekenlerin zaman konusunda ki adaletsizlik hezeyanına. Hiç şüphesiz biraz düşünüldüğünde mesele kolayca anlaşılacaktır. Zaman dediğimiz şey bizler için geçerlidir. Rabbim katında zaman diye bir şey yok. Rabbim dilerse 1 saniyeyi 10 binlerce yıl uzunluğunda, 10 binlerce yıllık zamanı da 1 saniye gibi kısa bir zamana çeviremez mi? Eğer bu konuda tereddüt varsa Kabir azabı konusundaki tartışma alanını, Allah’a inanç konusuna çevirmemiz gerekecektir. Eğer mesele anlaşıldıysa, sorun çözülmüş demektir. Âdem (as) döneminde ölen birisi ile Kıyamete yakın bir zaman da ölen birisinin çekeceği azab aynıdır. Çünkü Rabbim Mutlak adalet sahibidir.

Evet, görüldüğü gibi Mehdi’nin yeryüzünde kalma konusu da bu şekilde çözülmüştür. Ancak burada belirtilmesi gereken bir diğer önemli konu da Kıyametin inkarcıların üzerine ansızın kopması meselesidir. Yoksa Mehdi (as)’ın yeryüzünde kalma süresi ile alakası yoktur.

İslâm’da Mehdi inancına yer olmadığını iddia edenlerin dayanaklarından biri de Kur’an’da kıyametin ansızın kopacağı ve bundan ötürü bu durumda Mehdi veya kıyamet alametlerinin nasıl olacağının hususunun anlaşılmamasıdır. En’am Suresi’nin 31, A’raf Suresi’nin 187, Yusuf Suresi’nin 107. ayetlerinde ve aynı muhtevadaki daha pek çok ayette kıyametin ansızın kopacağı hususu açıkça görülebilir. O halde kıyametin bir takım “alametlerinin” bulunduğunu söylemek ve buna inanmak Kur’an’a aykırıdır. Zira kıyamet kopmadan önce bir takım alametler ortaya çıkacaksa, kıyametin “ansızın” kopması söz konusu değil demektir ki, bu durum Kur’an’la açık bir çelişki oluşturur” iddiasını değerlendirecek olursak;

Kıyametin ansızın kopacağının Kur’an’da birçok ayette ifade buyurulduğu doğrudur. Ancak dikkat edilecek olursa, bu ayetlerin istisnasız hepsi inkârcılardan bahsetmekte, kıyametin onların üzerine ansızın kopacağı bildirilmektedir. Dolayısıyla Kur’an’ı da, Efendimizi de (sav) inkâr edenler için kıyametin alametlerinin herhangi bir anlamı yoktur. Kıyamet alametlerinin anlamı biz müminler içindir.

Bu söylediğimizin en büyük delili, yine bizzat Kur’an ayetleridir. Yukarıdaki iddiada bulunanlar, Kur’an’ı iyi tetkik ettiklerinde göreceklerdir ki, Kur’an’da kıyametin bir takım alametlerinin bulunduğu açık bir şekilde zikredilmektedir. Mesela Muhammed Suresi’nin 18. ayetinde şöyle buyurulur: “Onlar kıyametin kendilerine ansızın gelmesinden başka bir şey beklemiyorlar. İşte muhakkak onun alametleri gelmiştir. (Kıyamet) kendilerine gelip çatınca ibret almaları neye yarar?” Dikkat edilecek olursa bu ayet de inkârcıları bahse konu etmekte, üstelik de kıyametin alametlerinin geldiğini açıkça bildirmektedir.

Aralarında Elmalılı’nın da bulunduğu müfessirler burada ifade buyurulan alametlerin, Rasul-i Ekrem (sav) Efendimiz’in risaleti, ayın ikiye yarılması… gibi hususlar olduğunu belirtmişlerdir ki, bunların kıyametin “uzak alametleri” olduğunu söylemek -Allahu a’lem- yanlış olmaz. Zira aşağıda zikredeceğimiz ayette de kıyametin alametlerinden bahsedilmekte, ancak o alametler geldiğinde iman edenin imanının kendisine bir fayda sağlamayacağı bildirilmektedir:

“Rabbinin bazı alametleri geldiği gün, önceden inanmamış ya da imanında bir hayır kazanmamış olan kimseye artık imanı bir fayda sağlamaz.” (En’âm, 158). Bu ayette ifade buyurulan alametlerin de “yakın alametler” olduğunu söylemek mümkündür. Daha önce iman etmemiş yahut imanında gerekli samimiyeti göstermemiş, salih ve faydalı amel işlememiş olanlar için bu “yakın alametler” zuhur ettiğinde iman etmek artık bir fayda sağlamayacaktır. Kurtubî ve sair müfessirler, burada güneşin batıdan doğmasının kastedilmiş olabileceğini belirtmişlerdir.

Zikrettiğimiz bu iki ayetin ne anlattığı konusunda farklı şeyler söylemek de mümkündür. Biz, tercih edilen tefsirleri ifade ettik. Ancak her halükârda bu ayetlerin, kıyametin birtakım alametlerinin bulunduğunu açıkça ortaya koyduğu hususu inkâr edilemez bir gerçektir.

Şu halde Kur’an’da kıyametin ansızın geleceğinin belirtildiği, dolayısıyla onun bir takım alametlerinin bulunduğunun söylenmesinin Kur’an’a aykırı olduğu tezi hiçbir şekilde geçerli değildir. (Prof. Dr. Ebubekir SİFİL) Devam edecek inşallah…