Tanzimat dönemi şairlerinin getirdiği yenilikler hem tam oturmamış hem de geliştirilip zenginleştirilmek istemiştir. Edebiyat dünyamızda bu dönem 1860’lı yıllarda meyvelerini vermeye başlar. 1880’lere kadar genelde halka yönelmede, onu eğitmede ve aydınlatmada edebiyatı bir vasıta olarak görmüş; Şinasi ve Namık Kemal.

1880 sonrası edebi tartışmanın temelinde Recaizade M. Ekrem’in Mekteb-i Mülkiye’de verdiği ders notlarından oluşan kitabı; ‘Talim-i Edebiyat’ yatar. İşlediği konulara seçtiği örneklerse çoğunlukla batılı yazarlar ile Şinasi, Namık Kemal ve Abdülhak Hamit’tir. Bu hareket eski edebiyat geleneğini sürdürmek isteyenlerce hoş karşılanmaz ama Recaizade Zemzeme 3 mukaddimesiyle fitili ateşlemiştir artık. Eski geleneği sürdürmek isteyen Muallim Naci Demdeme ile Recaizede’ye ağır eleştirilerde bulunmuştur. Tartışmanın konusuysa; “ Kafiyenin göz için mi yoksa kulak için mi” olduğudur.

Tüm bunların yanında Namık Kemal’in 1888’de vefat etmesi, birkaç yıl sonra Hamit’in “bir daha edebiyatla uğraşmamak üzere” sarayı bilgilendirmesiyle Recaizade yalnız kalır ve yapacağı tek şey eski öğrencilerini bir araya getirmek olur. Servet-i Fünun edebi hareketi de tam bu noktada başlar. Recaizede’nin girişimleriyle Tevfik Fikret yönetimine geçen dergi içerik bakımından da değişmiştir artık: ‘Şiir’ ve edebi tenkit. Şiir’e vurgu yapıyorum çünkü Tevfik Fikret şiir sanatına ağırlık verir. Üstelik hemen yanı başında usta: Cenap Şehabettin vardır.



Dergideki ilk şiiri; Hayran’dır üstadın. Ama beni en çok etkileyen şiiriyse annesinin Hacc için gittiği Mekke’de vefatı üzerine yazdığı şu şiiridir:

Biz çocuktuk, seni defneylediler,

Bi-vefa kumlara bi-kayd eller…

Ama servet-i Fünun dergisinde yankı uyandıran ilk şiiri; ‘Hasta Çocuk’ olmuştur. Her ne kadar bu manzumesi eleştirilse de Cenap bey derginin bir önceki sayısında onun sanatını göklere çıkarıyordu.

Bir başka cephesiyle Tevfik ressamdır; ince ve zarif çizgilerini Servet-i Fünun dergisinde sayfa aralarına yerleştirmiştir. Tevfik’in: “ Edebiyatta resim gibi öğrenilmekten ziyade hissedilir, bilinmekten ziyade sevilir bir ilimdir. İlim de değil, adeta bir zevk… bir eğlencedir.” Tümcesi kendinden sonraki kuşaklara ışık tutmuş olacak ki Bedri Rahmi’nin :’ Resim kelimesiz bir şiirdir.’ Sözü geliyor aklıma hemen.

Parnas okulunu açan, parnasizmi şiirde ilk uygulayan da odur. İlkleri henüz bitmemiştir Tevfik’in; Servet-i Fünun dergisinin 256. Sayısında bir mukaddemeyle Musahabe-i Edebiyye’yi kaleme alır. Bu harekete katılan bir çok sanatçı Musahabe-i Edebiyye başlığı altında değişik konularda edebi sohbetler kaleme alır. Mukaddime de şair; amacının daha önce yazılan edebi konuları tenkit etmemek olduğunu söyler ve; falan şairdir, oh ne büyük şairdir! Bakınız şu beyitlere…tarzında eseri göklere çıkartmaktan ziyade, edebi eserde aranması gereken unsurları ve yenilikleri ön planda tutar. Bu o döneme göre çok ileri bir görüştür.

Tevfik, Arapça ve farsça kelime ve terkipleri kaldırarak yerine Türkçelerini kullanmaya da karşıdır. Bu dilin yararından çok zararına olduğunu söyler. Dilde yapılan sadeleştirme halk içinse herkes kendine düşen sorumluluğu yüklenmeli. Sırf halk anlasın diye sadeliğe gidilmesine karşıdır. ‘ illa bir sadelik olacaksa bu anlamda olmalıdır’ der. Arapça ve Farsçanın edebi dili bu noktaya getirmede büyük payı olduğunu, Türkçe yazmaksa edebiyatın seviyesini düşüreceğini savunur.

Lisan daha incelmeli; daha derin, daha tabir, daha hassas-şeffaf, daha münevver, daha ince olmalıdır Tevfik’e göre. Şiir dili onun için ön planda gelmektedir. Unutulmamalıdır ki bir diğer cephesiyle Tevfik; ressamdır. Güzelliği sever: “ Güzellikse madde değildir” der.

İlk şiir kitabı Rübab-ı Şikeste’nin isim öyküsü de ilginçtir. Robert kolejinin Türkçe öğretmenliğini üstlenen Tevfik, okul müdürünün verdiği bir çay partisine eşi Nazima hanımla katılır. Ne var ki bu hareket hükümetçe suç tellakki edilmiş ve geceyi karakolda geçirmiştir Tevfik. Şaire söylenense; “ Türk kadınının böyle erkekli meclislerde bulunmaları günah ve yasaktır.” Bu olaydan sonra Tevfik kendini sanata vererek avunmak istemiştir. Bu istekle şiirlerini bir araya toplayacağı kitabı:” Rübab-ı Şikeste” doğar. Bu adın seçilmesinde Mehmet Rauf’un bir toplantı sırasında Hüseyin Kazım Kadri’nin şaire hediye ettiği “ elinde bir kırık lir bulunan kadın heykel’in” büyük etkisinin olduğunu Servet-i Fünun ‘a yazdığı bir makalede söyler. Tüm sözleri kırıktır artık üstadın. Ta o dönemde verilen davete eşiyle birlikte katılması Tevfik ‘in entelektüel yanını en güzel şekilde ortaya koymaktadır.

Çünkü Tevfik Fikret bir ideolojidir. İyi incelenme-anlaşılma gerektirir.

Değil mi ki Tevfik’in anlatmak istediği şu tümcesinde apaçık ortadadır: “Şüphe yok ki asar-ı edebiyye vücuda getirmek için insanda ibtida kavi bir istidat-ı ma’rifet ister.”