Külahıma (şapkama) anlatın...
Seçim sath-ı mailine girdiğimiz şu günlerde keppazeliğin bini bi para...
Solak ulusalcılar ve FETO takımı tarafından sosyal medyaya bilinçli ve organize fitneler peş peşe sokulmakta, “belki birilerini kandırırız” ümidiyle Ak Parti ve Erdoğan aleyhine en pespaye şeylere dahi tenezzül edilmektedir... Şapka ve Sevr konusu bunlardan ikisi…
“Türkün başına gelen şapka meselesi..” Şeyhûlislâm Mustafa Sabri Efendi’nin bir zamanların YARIN isimli gazetesinde tefrika edilmiş ve daha sonra kitaplaştırılmış. Sanırım okurlarımızın çoğu adını bile duymamıştır..
Oysa son derece mühim ve bizzat tarihî şahidi, Şeyhûlislâmlık yapmış mübarek bir isim tarafından kaleme alınmıştı... Okumayanlar bulup mutlaka okusunlar...
Kemalist takımın; “Mustafa Kemal Paşa, arkadaşları ve Kuvâ-yı Milliye aleyhindeki meşhur idam fetvalarını (binaen’aleyh, Sevr’in fetvasını) Şeyhûlislâm Mustafa Sabri Efendi’nin verdiği” iddiası bir diğer yalan...
Bu iddialar temelsiz ve tam anlamıyla cehalettir. Tarihçi Murat Bardakçı “Cehaletin de bir sınırı var! İdam fetvalarını Dürrizâde vermiştir!" başlığı ile yazmıştı...
“Mustafa Sabri Efendi, Damad Ferid Paşa ile beraber Sevr Andlaşması’nı imzalayan hükûmetin üyesi imiş! PALAVRA! Sevr Andlaşması’nın altında Damad Ferid’in, Mustafa Sabri’nin yahut hükûmetin imzası yoktur; BU UTANÇ BELGESİNİ Türkiye’nin Bern’deki olağanüstü temsilcisi ve tam yetkili ortaelçisi Reşad Halis Bey ile her ikisi de “Âyân Meclisi Üyesi” yani “senatör” olan Rıza Tevfik Bey (Bölükbaşı) ve Hâdi Paşa imzalamışlardır..” (Murat Bardakçı, Habertürk, 17.11.2017)
Daha fazla anlatmaya gerek yok, görüyorsunuz adiliği, keppazeliği...
* * *
Şeyhûlislâm Mustafa Sabri Efendi temize çıktığına göre ŞAPKA meselesine dönebiliriz...
Abdullah Cevdet, İçtihâd'da yayınlanan “Şapka ve Fes” adlı makalesinde o tarihlerde yaşanmış bir vakayı hikâye ederek şapka meselesini hürriyet fikrimizin ya da telakkimizin fukaralığına yorar...
Müslüman bir gencin İstanbul'da, başında şapkasıyla gezerken zâbıta tarafından tutuklandığını ve bu olaydan önce Adliye Vekili Necati Bey’e “Hükkâmımızın serpuşlarından evvel serlerinin değişmesi lâzımdır” (Hâkimlerimizin başlarındakinden önce, zihniyetlerinin değişmesi lazım) dediğini (!) hatırlatır ve şöyle der:
“Hürüz, hürriyet-i fikriyeye mâlik ve buna hürmetkârız diyoruz, aynı zamanda vatandaşın en küçük hürriyetine tecâvüz ediyoruz.
(......) kemâl-i ihtirâm ile soruyorum: Avrupa ülkelerinden herhangi birisinde bir Avrupalı fes giyinse bu memleketlerin zâbıtası onu tevkif etmeyi hatırından geçirebilir mi?
(......) Ey hür düşünenler ve ey mefkûreleri zincirbend olanlar! İşte biz hürriyeti bu kadar aşağı bir derecede anlıyoruz.” (Şapka meselesi ve kılık kıyafet inkılâbı, Selâmi Kılıç)
#HARBİDEN: Bu kez de bendeniz kemâl-i ihtirâm ile sorayım: Pekâlâ bu durumda, Atatürk’ün, İstiklâl mahkemeleri Karakuşî cezalarıyla, şehirleri topa tutarak ve dahi nice ceberrut yöntemlerle dayattığı, günümüzde kadük (fiiliyatta uygulanmayan) duruma düşmüş, ŞAPKA DEVRİMİNE ne diyeceğiz? Abdullah Cevdet’in kavliyle, “medeniyeti bu kadar aşağı bir derecede anlıyormuş” diyebilecek miyiz? 12.05.2018