Önceki yazımızda ABD’nin, BM’nin, AB’nin ve NATO’nun niçin kurulmuş olduklarını ve öncelikli hedeflerinin ne olduğunu gördük. Şimdi İsrail’in hedefine bakalım. Bu şekilde yaşanan olayların nedenleri netlik kazanacaktır.

1897 yılında İsviçre’nin Bazel şehrinde Thedor Herzl liderliğinde bir araya gelen dünyanın ilk siyonist teşkilatında; “Bizler 50 yıl sonra Kudüs’te İsrail devletini kuracağız. ‘Gerçektende 1947 yılında Filistin topraklarını kanlı bir zulümle işgal eden yahudiler Filistin topraklarında İngiltere’nin yardımıyla İsrail devletini kurmuştur. Almanya‘da soykırıma uğradığını ve milyonlarca yahudinin katliamdan geçirildiğini (!) iddia eden bir milletin kanlı bir işgal hareketiyle bir devlet kurması üzerinde düşünülmasi gereken ilginç bir durumdur.‘ İkinci 50 yılın sonunda yani 100 yıl sonra ise Büyük İsrail İmparatorluğunu kuracağız“ şeklinde kararlar alınmıştır. İlk karar yani İsrail devletinin kurulması gerçekleştirildi. İkinci karar ise 1997 yılında uygulanacaktı. Fakat D-8’ler sayesinde bu hedefin önüne geçilmiş lakin hedeften vazgeçilmeyerek bu hedef 20 yıl kadar ertelenmiştir.

Arz-ı Mev’ûd toprakları Fırat ve Nil nehirleri arasındaki tüm toprakları kapsayan bölgedir. İsrail bu bölge merkezli Büyük İsrail İmparatorluğunu kurma gibi bir gayesi vardır. Yahudilerce bu topraklar tanrı yahova tarafından kendilerine bahşedilmiştir. Eğer bu hedeflerini gerçekleştiremezler ise yahova tarafından cezalandırılacaklarına inanmaktadırlar. Bu manada çalışmalara başlayan yahudiler, öncelikle Filistin'de toprak almak için Osmanlının ekonomik yönden zayıf olduğu bir sırada Abdulhamid Han ile görüşmek istiyorlar. Tabii ki Abdulhamid Han bunlarla görüşmek dahi istemiyor.

Dünya Siyonist Örgütünün kurucusu Theodor Herzl 1902 yılında kendisiyle görüşmeyi bile kabul etmeyen Sultan 2. Abdulhamid'e Sadrazam Tahsin Paşa aracılığıyla şu teklifte bulunmuştur;

1- Osmanlı devletinin 33 milyon İngiliz altınına ulaşan borçlarının tamamı ödenecek.

2- İmparatorluğu korumak için 120 milyon altın franka mal olacak deniz filosu yapılacak.

3- Devletin mali durumunu canlandırmak için 35 milyon altın lira faizsiz borç verilecek.

Herzl'in bu yardımın karşılığında istediği şuydu; yılın herhangi bir gününde Filistin'e ziyaret maksadıyla girmelerine müsaade edilmesi ve Yahudilerin Kudüs'te bu ziyaretler esnasında içinde kalabilecekleri bir kanton bölge kurmalarına izin verilmesi.

Yahudilerin bu teklifine Sultan 2. Abdulhamid Hanın cevabı şu oldu; “Tahsin onlara deki; “Onun değeri kandır. Biz orayı şehitlerin kanı ile aldık ancak o şekilde de bizden alabilirsiniz. Devletin borçları onun için bir ayıp değildir. Çünkü Fransa gibi başka devletlerin de borçları vardır ve borçları onlara zarar vermemektedir. Kudüs-i Şerif'i İslam’da ilk önce Hz. Ömer (R. Anh) fethetmiştir. Böyle bir iskân bizim için, dindaşlarımızın idam hükmünü kabul etmektir. Burayı onlara satma kara lekesini ve Müslümanların korumam için bana tevdi ettikleri emanete, ihanet etme suçudur. Bu suçu yüklenemem. Mallarını kendilerine saklasınlar. Devleti Aliye'nin İslam düşmanlarının mallarıyla yapılan kalelerin arkasına sığınması mümkün değildir. O çıfıtlara emret çıksınlar. Bir daha benimle görüşmeye veya buraya girmeye uğraşmasınlar” diye tarihi cevabını vermiştir.

Böyle bir cevapla karşılaşan Theodor Herzl, umutsuzluğa düşüyor hatta ağlıyor ve şu üç şeyi gerçekleştirmeden bizler İsrail'i kuramayız diyor.

1-) Abdulhamid'i tahttan indirmeliyiz.

2-) Osmanlı İmparatorluğu'nu yıkmalıyız.

3-) Anadolu’da, özellikle gençlerde İslam'ın ruhunu yok etmeliyiz. Bunları başarmadan bizler istediğimizi elde edemeyiz.

Bundan sonra harekete geçen bu yahudiler Emmanuel Karasso adlı yahudiye yardımları ile Abdulhamid Han aleyhine faaliyetlere başlıyorlar. Emmanuel Karasso değiştirdiği Türk ismiyle Emin Karasu'dur. O günkü medya ile Abdulhamid Han hazretlerine; “Le sultan rouge” yani kanı seven sultan manasında kızıl sultan diye kötü manşetlerle halkı yanıltan haberler yayınlamışlardır. Ne yazık ki halk bu yalanlara inanmıştır. Vasat halk dışında devrin önde gelen alim ve aydınlar dahi halifeye düşman kesilmişlerdir. Bunların başında; Said Nursi, Konyalı Vehbi Efendi, Elmalılı Hamdi Yazır ve Mehmet Akif Ersoy gibi devrin alim ve aydınları gelmektedir. Hatta Abdulhamid'in tahtan indirilmesi için hutbeler, hilafetinin azli için fetvalar çıkarmışlardır. Mesela Mehmet Akif onun için; “Düşürdün milletin en kahraman evladını ye’se. Ne mel’unsun ki rahmetler okuttun ruh-i İblis’e” diyebilecek sertlikte şiirler yazmıştır.

Bu durumla ilgili olarak Said Nursi Hazretleri eserlerinde; “Eski Said, bazı dahi siyasi insanlar ve harika ediplerin hissettikleri gibi, çok dehşetli bir istibdadı hissedip ona karşı cephe almıştı… İşte Eski Said de, eski zamanda böyle acib bir istibdadı hissetmiş. Bazı asarında (eserlerinde), ona hücum ile beyanatı var…” (Kastamonu Lahikası, Sözler Yay. 1995, s. 46) “Keçeli Said, sen şefkatli bir padişaha müstebit diye itiraz etmiştin. Onun cezası olarak şu dehşetli istibdatın cezasını çek!” (Mufassal Tarihçe-i Hayat, Timaş Yay. 1990, s. 184) “Ne mümkün zulm ile, bidad ile imha-yı hürriyet! Çalış, idraki kaldır, muktedirsen ademiyetten.” (Lemalar, Sözler Yay. 1995. S. 175) buyurarak bu konudaki hissiyatını dile getirmiştir. (Ayrıca bkz: Jön Türklerden Cumhuriyete 2. Abdulhamid’de Yanılanlar. Sf: 78-81/ Adem Çevik; Ufuk Kitap)

O dönemde Abdulhamid Han’ı destekleyen en önemli şahsiyetlerden biri Silistreli Süleyman Hilmi Tunahan’dır.

Unutulamamalıdır ki İsmet peygamberlere ait bir sıfattır. İsmet günahsız olma hasletidir. Bu haslet sadece peygamberlere ait olup onlar dışındaki tüm insanlar hata ve günah işleyebilirler. Haşa yukarıda isimlerini zikrettiğimiz alimlerin hiç biri peygamber değildir. Onlarında hatası, kusurları ve günahları olmuştur. Buradaki amacımız bu İslam alimlerini kötülemek değil, böyle bir şey haddimiz de değildir. Onlarında hata ve günah işleyebileceğini ve de yanıltılabileceğini göstermektir. Eğer bu alimlerimiz dahi yanılabiliyorlarsa vasat Müslümanların yanılması, yanıltılması çok daha kolaydır. Olayı İslami açıdan incelediğimizden buna göre açıklamalar yapıyoruz. Bu konuları öğrenmek ve nelere mal olduğunu görmek zorundayız. Çünkü bugün İslam ülkelerinin içinde bulunduğu durum, Müslümanların acziyeti, fakirliği, halifesiz kalması ve buna benzer bir çok olumsuz gelişme ne yazık ki özelde alimlerimizin genel olarak da İslami kitlenin Abdulhamid Han konusunda yanılmasından ötürü olmuştur. Tabii ki daha sonra hepsi hatalarını anlamışlar ama olan olmuş Abdulhamid Han tahttan indirilmiş ve Osmanlı daha sonra gelen İttihat Terakki yönetiminin yanlış politikaları sebebiyle parçalanmıştır. Bir sonraki yazımızda kaldığımız yerden devam edelim inşallah.