PYD'nin “ÖSO Kobani’ye giremez” itirazına karşı, Türkiye'nin; “Eğer
ÖSO girmezse peşmergeye de izin vermeyiz” resti karşılığını buldu.
Önce ÖSO, sonra da peşmerge Kobani'ye girdi. Türkiye ise,
Barzani’nin peşmergelerinin "konvoy ile zafer geçişine" izin
vererek kamuoyuna, Barzani'nin gücü ve PYD/PKK'nın güçsüzlüğü ile
ilgili ciddi bir mesaj verme gereği hissetti. Üstelik yapılan bu
şov ile dünya kamuoyuna "yardıma gitmeyip, zavallı PKK ve
PYD'lileri ölüme terk eden ülke imajını” yıkmak amacı güdüldü.
Amerika, haftalardır yapılan bombardımana rağmen hâlâ DAESH’in
durdurulamadığını ve katılımların devam ettiğini söyledi. Irak'da
yıllarca yaptıkları zulüm ve tecavüzler sonrası halkın DAESH’e
verdiği destekten daha doğal bir şey olamaz. Üstelik bu destek
veren grupların arasına Sünni Türkmenler de katıldı. Şii
baskılarından bunalan aşiretler genç çocuklarını savaşmak için
DAESH’e veriyorlar. Putin’in geçen hafta yaptığı; “Amerika kendi
büyüttüğü siyasal İslamı sonrasında durduramıyor. Afganistan’da da
aynı şeyi yapmışlardı.” açıklaması bunu açıkça destekliyor. Suriye
kanadı ise, Kürtlerin özerklik taleplerine göz yumarak hem ÖSO’ya
karşı kendisine bir destek bularak Kürt bölgelerinde mevzilenmesini
engelliyor, hem de Türkiye'deki Kürtlerin özerklik yönünde
ağızlarının sulanmasına neden oluyor. Üstelik Suriye, birden çok
cephede savaşma riskini de elimine ediyor. Sonrasında, Suriye
rejiminin, bir “Kürt katliamı” ile hali hazırda kurulan bu özerk
sistemden kurtulması, üzerindeki Avrupa'nın demokrasi baskısını
taşıyamayacak Türkiye'ye göre çok daha kolay.
Diyarbakır'da eşi ile pazarda alışveriş eden astsubayın kalleşçe
arkadan vurulması gibi eylemlerin sembolik değeri vardır. Bir
kişiye yapılan suikast "adet" olarak bir anlam ifade etmese bile,
psikolojik olarak o bölgede görev yapan asker ve polis üzerinde
baskı kurarak "gerginlik ve güvensizlik" hissini en üst düzeye
çıkarmak amacını taşır. Terörün sivil hayat üzerinde de benzer
etkileri mevcuttur. Kendisini güvende hissetmeyen halk, mümkün
olduğu kadar dışarıya çıkmaz, kalabalık alanlara karışmaz,
çevresine ve iktidara karşı güvensizlik hisseder ve bunların uzun
vadede toplum ve ülke üzerinde yıkıcı etkileri olur.
Askerlerimize yapılan bu şehir infazlarının arkasında İran
istihbaratının olması ihtimali de çok yüksek. AKP Diyarbakır
Milletvekili Galip Ensarioğlu’na göre İran istihbaratı Kandil'e
açık açık gidip geliyor. Abdullah Öcalan’ın ise, Kandil’deki
şahinler tarafından devreden çıkarılmaya çalışıldığı ortada.
Dolayısıyla İran bağlantısı pek şaşırtıcı olmaz. Yıllardır İran
istihbaratının Alman istihbaratı ile yakın ilişkileri de hesaba
katılacak olursa, barış sürecinin yeteri kadar düşmanı olduğu açığa
çıkar. HDP'nin askerlerimizin infazı noktasında yaptıkları
açıklamalar ise ibret verici ve neredeyse; "Biz yapılmasını
istemedik ama oh olsun.” şeklinde.
2015 seçimlerinde AKP'nin % 50’nin 'üzerinde bir oy ile alması
durumunda, elit ve kendilerine devamlı surette bir "özerklik ve
sahiplik" duygusu atfeden lâik kesim, marjinal nefret söyleminden
kurtulmak zorunda kalacak. Eğer böyle bir söyleme, bir sonraki
genel seçim süresi olan dört yıl daha "dayanırlarsa" ciddi manada
toplumda psikolojik sıkıntılar baş gösterecek. Çünkü bu kadar uzun
bir süre "çaresizlik duygusu" ile devam etmek, kişisel olarak ciddi
manada psikolojik hasarlar verir. Bu gerginlikten kurtulmak için
seks, uyuşturucu ve marjinalliğin ön plana çıkması ise en yüksek
olasılığı olan bir durum. Toplumun, sanatçı ve elit kesiminin
yapısı “medya yoluyla (dizi film, marjinal yarışmalar, basit kadın
programları vs.)” toplumu çürütmeye devam edecek. Türbanlı kesimin
davranışları, bazı açık kesimler tarafından; "Onlar namuslu da biz
şimdi namussuz muyuz?” şeklinde değerlendirilince, medya yoluyla
verilen mesaj "açık olanların yaptıklarının gayet normal ve medeni
olduğu" yönünde oluyor. Filmler bu söylemlere uygun olarak
çekiliyor ve kim olursa olsun, nefse hoş gelen her şey de toplum
tarafından kabul görüyor maalesef.