Yolun dörtte üçünü kat etmiş bir kişi olarak sorsalar bana ne verdi bu dünya sana, neler öğretti hayat? Özetin özeti olarak ‘her gelenin bir gün gideceğini, her yokuşun bir inişi’ olduğunu öğretti derim. Zamanın değerini, zamanın çok iyi değerlendirilmesi gerektiğini, yaşanan anın bir daha geri gelmeyeceğini öğretti derim. Sevginin, sevmenin, sevilmenin insanı mutlu ettiğini, kinin kötülüğün, zulmün ve zalimliğin kalpleri kararttığını, katılaştırdığını, insanı karanlıklara ittiğini söylerim ardından.
Şimdi sormak geliyor içimden: Yaşamak varken, bu keder niye? Sevmek varken bu karamsarlık niye? Gülmek varken ağlamak niye? İnsan, insanla güzel! İnsan, ailesine, dostlarına, çevresine, milletine, insanlığa yaptığı iyiliklerle, güzelliklerle kıymetli. İnsan haksızlık karşısında, zulüm ve zalim karşısında hemcinslerinin yanında omurgalı durmakla kıymetli!
İnsan sevdiği kadar insandır. Nedir sevmek? Sevmek, insanı sevgili bilmek, sevgilisi için yaşamaktır. Sevmek, acıyı kuşanmak, naza katlanmak, ayaza tahammül etmek, zemheride baharı hayal etmektir. Sevmekte istemek yoktur, karşılık yoktur, çıkar yoktur. Sevgide yalan olmaz, riya olmaz. Sevgi; doğallıktır, duruluktur; içtenliktir, samimiyettir. Sevgi; inanmaktır, güvendir, fedakârlıktır, eksikliğe rızadır. Sevgi; hasrettir, umuttur, beklemektir, katlanmaktır. Soğuktan donsa da insanın sevdiğine donduğunu hissettirmemektir. Sevgi, sevgili için yaşadığını damarlarında hissetmektir. Beklentisiz olmayı bilmektir. Sevmek, merak etmektir. Sevdiğinin yüzü asıldığında bin parçaya bölünmektir. Sevmek, sadece güzellikleri değil acıları da paylaşabilmektir. Sevmek, dikenli bir yolda ayaklarına batan dikenlerin acısına katlanarak güzele ve güzelliklere koşabilmektir. Sevgi, öldükten sonra var olmaktır; ölümsüzlüktür, sonsuzluktur.
Bir bakın Allah aşkına sevgisizliğin seviyesizleştirdiği, çirkinleştirdiği dünyamıza… Kurtulabiliyor muyuz şerden, beladan? Tebessümle süsleyebiliyor muyuz yanakları? Kollarımızı alabildiğine açarak koşabiliyor muyuz dostluğa, kardeşliğe susayan yüreklere? Köprüler inşa edebiliyor muyuz gönülden gönle? Kendimiz için düşündüğümüzü başkaları için de düşünebiliyor muyuz? Kenetlenebiliyor muyuz zulmün, zalimin karşısında? Ne demişti Mevlana: “Sevgide güneş gibi ol, dostluk ve kardeşlikte akarsu gibi ol, hataları örtmede gece gibi ol, öfkede ölü gibi ol; her ne olursan ol, ya olduğun gibi görün, ya göründüğün gibi ol.” Şimdi tam da sırası sormanın göründüğümüz gibi oluyor, olduğumuz gibi görüne biliyor muyuz? Efendim falan da filan olsa. Yok, yok arkadaş; sebep üretmeyelim kendimizce. Şu bir büyük gerçek ki ölümden başka her şeyin bir çaresi vardır. Yeter ki Allah’ın bize bahşettiği akıl nimetini iyilikler, güzellikler için kullanalım. Yeter ki hareketlerimizden düşüncelerimize kadar her alanda kilit rol oynayan 86 milyar nöronlu, sayısız sinaps bağlantısıyla saatte 273.6 kilometreye varan sinir sinyalleri, tahmini 300 yıl süren HD filmine eşdeğer 2.5 milyon gigabayt hafızası olan beynimizi iyilikler güzellikler ile bezeyelim. Neyi, ne zaman, niçin yaptığımızı bilelim. Kötülüklerin, çirkinliklerin, hadsizliklerin biz insanların eseri olduğunun idrakine varalım. Nedir bölüşemediğimiz Allah aşkına? Yarın bırakıp gideceğimiz üç kuruşluk dünya tamahına değer mi? Bir dönün bakın insanlık tarihine kim kalmış ki dünyada… O halde sımsıkı sarılalım sevgi urganına. Tüm çabamız, gayretimiz, hedefimiz önce kendimizden başlayarak, ailemizi, dostlarımızı, komşularımızı, yakın uzak çevremizi mutlu görmek, mutlu etmek olmalı. Bunu gerçekleştirmek için de tek yürek olalım. Yunus olalım gönüllere. "Ben gelmedim dava için/ benim işim sevi için/ dostun evi gönüllerdir/ gönüller yapmaya geldim", demenin, diyebilmenin, insanları gönülde ağırlamanın kemaline erelim. "Elif okuduk ötürü/ Pazar eyledik götürü / Yaratılanı hoş gördük/ Yaratandan ötürü..."diyerek hoşgörünün doruklarında gezelim. Eşref-i mahlûkat olarak yaratılan insana ulaşmanın, onunla kucaklaşmanın yollarını arayalım. Hacı Bektaşi Veli gibi; “Madde karanlığı, akıl nuruyla; cehalet karanlığı, ilim nuruyla; nefis karanlığı marifet nuruyla; gönül karanlığı da aşk nuruyla aydınlanır.”, dediği şuura erebilelim. Hacı Bektaşi Veli gibi “İncinsen de incitme” erdemine ulaşabilelim. Başkalarının iyiliğini, huzurunu, mutluluğunu istemenin kendi iyilik, huzur ve mutluluğumuz olduğu gerçeğini görelim. Ne demişti şair İlhan Geçer; “Sıcak dostluklar, sevgiler varken/ Savaşlar, kinler, öfkeler neden?/ Bırakıp gideceğiz bir gün/ Dünya bu kadar güzelken.” Gerçekten de ömür dediğimiz şu kısa yola döşediğimiz kilometre taşlarını sevgiyle, iyiliklerle, güzelliklerle boyayabilirsek ne mutlu bize…
Mevlana ile başladık Mevlana ile noktalayalım. Ne diyor Mevlana: “Ay vurmuyorsa yüzüne, güneş vurmuyorsa pencerene kabahati ne Ay’da ne Güneş’te ara. Gözlerindeki perdeyi arala.”