Başını Amerika’nın çektiği,  biz olmanın, yardımlaşmanın, dostluğun kaybolduğu bireyselliğin ön plana çıktığı, benliğin yüceltildiği, değerlerin ve ahlakın yerini hakların aldığı kapitalist modern toplumlarda ortaya çıkan ve bize tercüme yoluyla gelen “kişisel gelişim” kitaplarında, kişiyi pohpohlayan klişe sloganlar vardır...

Başını Amerika'nın çektiği, biz olmanın, yardımlaşmanın, dostluğun kaybolduğu bireyselliğin ön plana çıktığı, benliğin yüceltildiği, değerlerin ve ahlakın yerini hakların aldığı kapitalist modern toplumlarda ortaya çıkan ve bize tercüme yoluyla gelen 'kişisel gelişim' kitaplarında, kişiyi pohpohlayan klişe sloganlar vardır: 'Her şey sana bağlı. Yeterince istersen yaparsın. Senin yerin burası değil, kendi değerini bul.' Peki, bulamayınca ne olacak? Cevap hazır: Demek ki yeterince istemiyorsun. Yetenek, çaba, sabır bunun neresinde? Reklamlarda sık rastlanan bilindik bir söz var: 'Her şeyin en iyisine layıksınız.' İyi de, her şeyin en iyisine nasıl ulaşacak? Satın alarak. Ya adamın parası yoksa ya da istediği en iyi şeye yetecek kadar parası yoksa? Zaten bu reklamlar parası olanlar için. Cep internet reklamlarında gençler için hazırlanan bol gigabayt tarifesinde şöyle diyor: 'Konuş gencin konuş. Dilediğin kadar muhabbet et, istediğin kadar webde gezin.' Bol gigabayt demek bol para ödemek demektir. Genç öğrenci, para kazandığı bir işi yok. O zaman genç baba parasıyla konuşacak demektir. Baba evi zor geçindiriyormuş, üç çocuk okutuyormuş, evi kiraymış; kimin umurunda!

Yine Amerikan ve Batı menşeli 'Yaşam Koçu' adı verilen 'Çakma Terapist' diyebileceğimiz bir meslek türedi. Yaşam Koçu, mutsuz insanları karamsarlıktan kurtararak hayata bağlanmalarını sağlıyormuş. İş hayatında, evliliğinde, sosyal ilişkilerinde, cinsellikte sorun yaşayanların sorunlarını çözmelerine yardım ediyormuş. Ünlülerin de yaşam koçları varmış. Kısacası yaşam koçu demek, para karşılığında senin yerine, senin hayatına yön veren kişi demek. Peki, kişinin kendi başına çözemediği sorunları, onun adına çözen yaşam koçu kimdir, tahsili nedir, hangi üniversitenin hangi bölümünü bitirmiş ve mastırını nerede yapmıştır? Bunların hiç birine gerek yok. Lise diploması olan bir kimsenin özel bir eğitim kurumunda yaşam koçluğu kursuna katılması ve buradan kursa katılma belgesi olması yeterlidir.

Kişisel Gelişim Kitapları, Kişisel Gelişim Seminerleri ve Yaşam Koçluğu Değerlerimize Yabancı Eğitim Araçlarıdır

'No pain, no gain' der bir İngiliz özdeyişinde. Zahmetsiz rahmet yoktur. Hiçbir ünlü başarı merdivenlerini eli cebinde tırmanmamıştır. Thomas Edison, elektrik ampulünün icadını ancak yüzlerce kez denemeden sonra gerçekleştirebildi. Bunun içindir ki; 'Başarının yüzde biri deha, yüzde doksan dokuzu terdir,' der. Kişisel gelişim kitapları bu gerçeği göz ardı eder, kişinin yeteneğini, tahsilini, zeka çeşidini, kişilik yapısını hesaba katmadan, ona başarı yolunu açacağını, dertlerinden kurtarıp mutlu edeceğini iddia etmektedir. Bu iddialara kanan kişi, kendisine yeterince değer verilmediğinden, yeteneğinin fark edilmediğinden yakınmakta; daha yüksek yerlere gelmek istemekte, çektiği sıkıntılardan kurtulmak ve mutlu olmak istemektedir. Ancak sıkıntı çekmeden, gecesini gündüzüne katmadan, acıya katlanmadan, bir bedel ödemeden bunun mümkün olmadığını idrak edemez. Materyalist bilimin 'doğa kanunları', İlahiyatçı bilimin 'yaratılış kanunları' dediği kurallar herkes için geçerlidir. Su yüz derecede kaynar, sıfır derecede donar. Allah senin hatırın için, oturduğun yerde, kanununu bozup suyu doksan derecede kaynatmaz.

İşini Sevmeyenler Yaptığı İşin Hakkını Vermezler

Psikolog Tülay Kök 'Terapi Odası Konuları' isimli kitabında bu konuyu çok güzel özetlemiş. Bulunduğumuz yerden hoşnut olmayabiliriz, daha iyi yerlerde olmayı hak ediyor da olabiliriz ama şu an buradayız. Belki hayallerimizin gerçek olması için henüz uygun zaman gelmedi, belki de olmamız gereken yere varmak için yeterince çabalamıyoruz. Banka müdürü olmayı hak ettiğiniz halde hala veznede çalışabilirsiniz, en iyi okulları bitirdiğiniz halde arka arkaya doğan çocuklar nedeniyle şu an ev hanımı olabilirsiniz. Hemen evlenmeseydiniz bir holdingde üst düzey yöneticiydiniz belki de. Tıp fakültesini kazanacak kadar zeki bir öğrenci olduğunuz halde şartlar elvermediği için gidemeyebilirsiniz ve su ürünleri fakültesinde okuyabilirsiniz.

Çoğu insan hak ettiği yerde olduğuna inanmıyorsa olduğu yeri cezalandırır. Nasıl mı yapar bunu? Bulunduğu noktada yapması gereken işlerin hakkını vermeyerek yapar. Bu konuda bizzat yaşadığım bir olayı sizinle paylaşmak istiyorum. Ara sıra uykuda iken kalbimdeki sızlama sebebiyle uyanıyor, bunun nereden kaynaklandığını merak ediyordum. Kalp doktoru beni onkoloji servisine yönlendirdi. Öğrenmek için onkoloji servisine yönlendirilmiştim. Kalp damarlarının akışını izlemek için İçinde radyoaktif sıvının bulunduğu bir iğne olmam gerekiyormuş. Bir hemşire geldi, güzel mi güzel, pozitif mi pozitif, gülümseyerek: 'Geçmiş olsun amca, şimdi sana bir iğne yapacağım, yeri bir süre acır ama bir günde geçer,' dedi. İğnemi oldum, hakikaten bir günde acısı geçti.

İki gün sonra tekrar aynı iğneden olmam gerekiyordu. Hastaneye gittim. İğne yapacak hemşire asık suratla içeri girdi. 'Sağ kolunu aç amca!' dedi. 'İki gün önce sağ kolumdan oldum,' dedim. 'O zaman sol kolunu aç,' dedi. Ceketimi çıkardım, gömleğimin kolunu sıyırmaya çalışırken, hemşire acele etmem için: 'Haydi amca, haydi!' diyerek beni uyardı. Dedim ki: 'Kızım, elimden geleni yapıyorum, aceleye ne gerek var. Rahat ol, biraz gülümse, sana da bana da iyi gelir.' Yine asık suratla: 'Akıl vermesi kolay, akşama kadar burada ne çekiyorum; biliyor musun?' dedi. Dedim ki: 'Kızım mesleğine bu açıdan bakarsan çabuk yorulur, akşamı zor edersin.' Ne ise iğneyi oldum kurtuldum; hemşire de nutuk dinlemekten kurtuldu. Aman Allah'ım, iğnenin yeri nasıl acıyor! İnanır mısınız; bir günde geçecek acı bir hafta sürdü. Kişiliğin insanın yaptığı mesleğe de yansıdığına bir kere daha şahit oldum.

Tülay Kök'ün dediği gibi, insanlara yol gösterme konusunda ısrarcı olmayın ve ikna etmeye çalışmayın. Kabul etmiyorsa, kendi haline bırakın, demek ki çekeceği var. Bazı insanlar çekerek öğreniyor. Benim asık suratlı hemşirem gibi mesleğini ve konumunu beğenmeyen bir insan işini severek yapmaz. Mesela ev hanımı olmayı kendine yediremeyen kadın ütü yapıp çamaşır asmayı, cam silip balkon yıkamayı, sabahtan akşama çocuk peşinde koşmayı kendine haksızlık yapılmış gibi görür. 'Hayat bana hak ettiğimi vermedi" diyerek hayata küser ve ne eviyle ne de çocuklarıyla yeterince ilgilenir. Ev hanımlığı mesleğini hakkıyla icra etmez, mutsuzdur ve böylece hem eşini hem çocuklarım mutsuz eder. Eşini güler yüzle karşılamaz, ona hoş geldin demez, çocuklara bağırır, işleri söylene söylene yapar.

Su ürünleri fakültesini aşağı gören, zekasına yakıştıramayan öğrenci dersleri dinlemez, okula uğramaz, çalışmaz, dört yılda bitecek okulu yedi yıla uzatır. Veznede çalışan, hak ettiği terfii alamadığından yakınır, hatalar yapar, yanlış hesaplar yüzünden sorun yaşar. Hak ettiğiniz yerde değilseniz bile bulunduğunuz yerin hakkını verin. Hak ettiğiniz yere gelene kadar sorumluluklarınızı ertelerseniz o yere hiçbir zaman gelemezsiniz. Her neredeyseniz ve ne yapıyorsanız o işi elinizden gelen en iyi şekilde yapın. En iyi garson, en iyi şoför, en iyi temizlikçi, en iyi satış görevlisi, en iyi öğrenci, en iyi muhasebeci, en iyi hamal siz olun.

Hayat bir merdiven gibidir. Bulunduğunuz basamakta dengenizi sağlayamıyorsanız bir üst basamağa çıkmanıza izin yoktur. Her basamağın hakkını verin. Ne kendinizi ne de verdiğiniz hizmeti alan insanları mağdur edin. Tülay Kök'ün bizzat gözlemlediği bir olay konuya ışık tutmaktadır:

'Büyük bir kuaför salonunda etrafı gözlüyorum. Salon epey kalabalıktı. Halinden memnun olmadığı ve isteksiz olduğu her halinden belli olan manikürcü kız dikkatimi çekti. Az önce bir kadının ayaklarıyla uğraşmayı bitirmiş ve şimdi ustalardan birinin çektiği föne yardım etmeye başlamıştı. Görevi fön makinesini saça tutmaktı. Kızı seyrettim bir süre. Bulunduğu yerde değildi. Kabına dar geldiği her halinden belliydi. Hayalleri vardı ve hayalinde şimdi burada saçını yaptıran kadına fön tutmak yoktu. Kim bilir belki de bu salon benim olmalı ya da bu kadının yerinde ben olmalıydım, diye geçiyordu içinden.

Bir şey olacak ama ne olacak diye beklerken beklenmeyen oldu ve kız fön makinesini müşterinin kafasına düşürdü. O sırada kendini korumak isteyen kadın elini kaldırınca parmağına çarpan makine kadının tırnağını kırdı. Neyse ki fazla yaygara çıkmadı.

Daha fazlasını istemek bugün yapmamız gereken işin hakkını vermemizi engelliyorsa hırslarımıza yenik düşüyoruz demektir. Daha iyisini istemek, gelişmeyi ve ilerlemeyi arzu etmek insani bir olgudur ve güzeldir. Ama isteksizlik her zaman zarar verir. Gönülsüz iş yapmak sorumsuz davranmamıza neden olur. Bulunduğumuz yer hak ettiğimiz yer olmayabilir, o halde hak ettiğimiz yere gelmek için bulunduğumuz yerin hakkını verelim.'