Anadan doğma sonradan olma
Anayasa değişiklik teklifinin ilk halinde Cumhurbaşkanının seçimi ile ilgili 101. Maddenin ilk fıkrası “Cumhurbaşkanı, kırk yaşını doldurmuş ve yüksek öğrenim yapmış Türkiye Büyük Millet Meclisi üyeleri veya bu niteliklere ve milletvekili seçilme yeterliğine sahip doğuştan Türk vatandaşları arasından doğrudan halk tarafından seçilir” şeklinde öngörülmüştü.
Anayasa Komisyonundaki müzakereler sırasında ‘doğuştan” kelimesi metinden çıkarıldı.
Böylece vatandaşlar arasında “anadan doğma, sonradan olma” ayrımcılığına sebep olabilecek bir yanlıştan dönülmüş oldu.
Türk kökenli bile olsa, bir gurbetçi çocuğu, ya da Osmanlının parçalanması sebebiyle yurt dışında kalmış bir soydaşımıza “Sen allame-i cihan olsan bile Cumhurbaşkanı olamazsın” denemeyecek artık.
Mesela Ziya Müezzinoğlu.
“Milletvekili olmuşsun, bakan olmuşsun yeter, Cumhurbaşkanlığı senin neyine” denmeyecek.
İyi ki bu yanlıştan dönüldü.
Zira bu kabil zorlamalar ters teper.
***
90’lı yıllarda bağımsızlığını yeniden kazanan Azerbaycan’da Haydar Aliyev’in Cumhurbaşkanı adayı olması engellenmişti.
Merhum Ebulfeyz Elçibey Cumhurbaşkanı seçilmiş olmasına rağmen koltuğunda rahat bırakılmadı.
Sonunda Aliyev, engelleri aşarak vefatına kadar 10 yıl Cumhurbaşkanlığı yaptı.
***
60 ihtilalinden sonra merhum Ali Fuat Başgil’in Cumhurbaşkanı adayı olması ölüm tehdidiyle engellenmişti.
Başgil aday bile olamadı ama Demokrat Parti çizgisinden Turgut Özal ve Süleyman Demirel’in Cumhurbaşkanlığı nın yolunu açtı.
Başgil’in ideallerini benimsemiş olan Tayyip Erdoğan bugün Cumhurbaşkanı.
***
1982 Anayasasının ilk şekline göre Cumhurbaşkanını Meclis’in seçtiği dönemlerde Turgut Özal, Süleyman Demirel, Ahmet Necdet Sezer için aranmayan 367 şartı Abdullah Gül’ün adaylığı sırasında dayatıldı.
Ama o zorlama Gül’ün o makama çıkmasına engel olamadı.
Tersine yenilenen seçimlerden Ak Parti daha güçlü çıktı.
Cumhurbaşkanını halkın seçmesinin yolu açıldı ve Tayyip Erdoğan halkın seçtiği Cumhurbaşkanı oldu.
Bugün Cumhurbaşkanlığı sistemini sağlayacak Anayasa değişikliği gündemdeyse, bunun kökeninde 367’cilerin basiretsizliği yatmaktadır.
***
Geçmişte de böyle olmuştu.
Saltanatın kaldırılmasının ardından Türkiye rejim tartışmaları yaşarken Erzurum Milletvekili Süleyman Necati, Mersin Milletvekili Selahattin ve Canik Milletvekili Emin Beyler, seçim kanununda yapılacak değişiklikle Gazi Mustafa Kemal’in milletvekili seçilmesini önlemek istemişlerdi.
Teklif şöyleydi:
“Büyük Millet Meclisi'ne âza intihap olunabilmek (üye seçilebilmek) için Türkiye’nin bugünkü hudutları dâhilindeki mahaller ahâlisinden olmak meşruttur (şarttır). Veya daire-i intihabiye dâhilinde mütemekkin olmak (seçim bölgesinde ikamet etmek) meşruttur. Ondan sonra muhacereten gelenlerden (göçmenlerden) Türk ve Kürtler tarih-i iskânlarından itibaren beş sene mürur etmişse intihap olunabilirler.”
Yani milletvekili olabilmek için Türk Devletinin 1922’deki sınırları içinde doğma ya da göç yoluyla gelenler için de bir seçim bölgesinde beş yıl ikamet etme şartları getirilmek istenmişti.
Gazi Mustafa Kemal 2 Aralık 1922’de Meclis kürsüsünden yaptığı konuşmada, verilen teklifin doğrudan doğruya kendisine yönelik olduğunu belirterek şöyle demişti:
“Maalesef mahalli tevellüdüm (doğum yerim) bugünkü hudutlar haricinde kalmış bulunuyor. Saniyen (ikinci olarak) her hangi bir daire-i intihabiyenin (seçim bölgesinin) beş sene mütemekkini (oturanı) dahi değilim. Mahalli tevellüdüm bugünkü hududu millîmizin haricinde kalmıştır. Fakat bu böyle ise bunda benim katîyen bir kast ve kabahatim yoktur. Bunun sebebi bütün memleketimizi, milletimizi mahvü muzmahil etmek (yok etmek) isteyen düşmanların harekâtında muvaffak olmaktan kısmen men edilememiş olmasıdır. Eğer düşmanlar tamamen maksatlarında muvaffak olmuş olsalardı, Allah muhafaza etsin, buraya vâziülimza olan (imza sahibi) Efendilerin dahi memleketleri hudut haricinde kalabilirdi. Bundan başka bu maddenin talebettiği şartı haiz bulunmuyorsam, yani beş sene mütemadiyen bir daire-i intihabiyede sakin olamamışsam o da bu vatana ifa ettiğim hidemat (hizmetler) yüzündendir. Eğer bu maddenin talebettiği şartı ihraza (elde etmeye) çalışsaydım İstanbul'u kazandırmaktan ibaret olan Arıburnu ve Anafartalar'daki müdafaatımızı (savunmalarımızı ) yapmamaklığım lâzım gelirdi. Eğer ben bir yerde beş sene oturmağa mahkûm olsaydım Bitlis ve Muş'u aldıktan sonra Diyarbakır istikametinde tevessü eden (ilerleyen) düşmanın karşısına çıkmamaklığım, Bitlis ve Muş'u kurtarmaktan ibaret olan vazifemi yapmamaklığım lâzım gelirdi. Bu Efendilerin talebettiği şeraiti ihraz etmek isteseydim Suriye'yi tahliye eden orduların enkazından Halep'te bir ordu teşkil ederek düşmana karşı müdafaa etmemekliğim ve bugün hudud-u millîye dediğimiz hududu fiilen tesbit etmemekliğim lâzım gelirdi. Zannediyorum ki; ondan sonraki mesaim cümlenin malûmudur. Hiçbir yerde beş sene oturmayacak kadar sarfı mesai etmiş bulunuyorum. Ben zannediyorum ki, bu hidematımdan (hizmetlerimden) dolayı milletimin muhabbetine ve teveccühüne mazhar oldum.”
Tabii ki teklif kabul edilmedi.
Dayatmacı, zorlamacı, jakoben yaklaşımlar kaybetmeye mahkumdur.