FARKLI bakardı.

Onu ilginç kılan buydu. Herkes klasik söylemlerle meramını ifade ederken, bizim gibi her şeyi bildiğini zanneden cahilleri sarsıp uyandırmak için tersinden yaklaşırdı.

Tersinden dedimse ters değil, yanlış anlamayın. Bakmaya alışık olmadığımız yerlerden tutardı ipin ucunu. Bu bizi şaşırtırdı. Ezberlerimizi bozardı. Konfor alanımızı da sarsardı tabi.

Başka türlü sırça köşklerden hiç ineceğimiz yoktu çünkü.

Birkaç ezberimizle her meseleyi çözmüş, hayatın sırrına vakıf olmuş gibi kibrin attığımız düğümlerini başka türlü çözmek gerçekten zor olurdu.

ŞAŞIRTIRTI evvela… Bu bizi tedirgin ederdi.

Sarsıcı girişinden sonra “Haydi bakalım çocuklar şu meseleye dair ne düşünüyorsunuz, söyleyin hele” dediğinde, bulduğu uygun ortamlarda bülbül gibi şakıyıp ortamın tozunu attıran biz toylar neye uğradığımızı anlayamaz, bildiklerimizi bile söyleyip savunamaz hâle gelirdik. Desteksiz atışlarımız son bulurdu. Bilgimiz kuruyan göllerde suyun çekilmesi misaline dönerdi. Oysa her birimiz kendimizi iyi bir hatip beller, esip savururduk.

ÖĞRETİCİNİN iyisi belli ki böyle oluyordu.

Güvendiğin bilgi ile sınanmak çok başka bir şey.

Altını üstünü, önünü ardını ve bağlamlarını tam olarak kavrayamadığın mevzuda bildiklerinin henüz ilim seviyesine ulaşmamış olduğu gerçeği acıklı bir hüzünle önüne düşüverirdi. Saçın önüne düşer Hanya ile Konya birbirinden tefrik olurdu. İlk tepki olarak üzülürdük. Mahcup olurduk. Ellerimizi ovuşturmaya başlardık. Başımız yerden kalkmazdı. Ama öyle bir toparlardı ki bizi yeniden azimle dolardık. Başta kederlensek bile sonradan yaptığımız değerlendirme bizi memnun ederdi. Olması gereken buydu. Yoksa çaylaklığımızın nasıl farkına varacaktık ki bu kadar gururla…

YANKI odasına mahkûm olmamak için farklı nefeslere, seslere, seslenişlere, bilgilere, düşüncelere açık olmak gerekiyor. Duymak icap ediyor. Katılmasan bile bir fikre, dikkatle ve saygıyla işitmek lazım geliyor. Yoksa kendi söyleyip kendisi duyan yankı odasına mahkûm insanlardan ne farkımız kalır?

Çevremizde oluşturduğumuz bu tek tip anlayışla hayatın hangi yönü tam olarak kavranabilir ki…

YİNE öyle olmuştu.

“İnsan sadece yaptıklarıyla değil, yapmadıklarıyla da insan olmak zorundadır” dediğinde afallayıp kalmıştık. “Ne demekti bu şimdi” şaşkınlığı sinmişti üzerimize.

İnsan yapıp ettikleriyle insandır elbette. Peki, ya yapmadıkları… Burayı ıskalıyoruz. Dersimiz buydu.

İNANÇ yaptıklarımız kadar yapmadıklarımızı da barındırıyor. Buna malum olduğu üzere “Emirler, nehiyler” deniyor. Yapılması lazım gelenler kadar kaçınılması, uzak durulması gerekenler de mühim.

Bunlarda imanımızın bir icabı. Kendimizi sadece yapılması mecburi olanlarla tanımladığımızda tek kanatlı kuş gibi olduğumuzdan uçamıyoruz. Hayatı kavrayamıyoruz. Eksik kalıyoruz.

Bahsettiğimiz mesele sorunlardan kaçmak demek değil. Can yakan hususları hasıraltı etmek anlamına gelmiyor. “Toksik Pozitiflik” denen olguyu başka bir yazıda irdeleriz. Şimdilik geçelim.

KÖTÜ zan örneğin; yapmamamız gereken, hayatı zehirleyen kötücül bir davranış. Başkalarının kusurunu araştırmak, tecessüs merakına kapılmak aynı şekilde bir sosyal bombadır. Bir kimsenin hoşlanmayacağı şeyi arkasından söylemek yani gıybet etmek. Bu da toplumsal tahrip gücü yüksek kötü bir eylem ve muhakkak kaçınarak kişiliğimizi infilak ettirmemeliyiz. Cehalet, kabalık, nezaket dışı davranışlardan da kaçınarak iyi insan oluruz. Bunları yok sayamayız. Övülmeyi sevmek, övgü beklemek örneğin. Yapmadığımızda şahsiyet binamıza haysiyetli bir tuğla daha koymuş oluruz. Nefsimizin isteklerine uymamak, uzun emellerin peşine düşmemek, kibir gibi Allah’ın lütfettiği insan olma şerefini zedeleyen aşırı tevazu şeklindeki görünen yaltaklanma ve kendine kötü sözler söylemekten ırak durmak. Haset etmek, fesat çıkarmak, başkalarının başına gelen acı verici durumlara sevinmek, ahdinde durmamak, sertliğe meyletmek, hıyanet edip eminliği zedelemek, inatçılık, iddiacılık, suçlayıcı olmak, kabahati başkasına yüklemek, özür dilememek ve dilenen özrü büyüklenip kabul etmemek, gücenmeyi alışkanlık haline getirmek, mal, mevki ve yönetme, hükmetme hırsı gibi hususları yapmamak inancımız gereği yaptıklarımız kadar değerli.

Yani yapmadıklarımızla da insan olmalıyız.

Yalan söylememeli, rüşvet alıp vermemeli, iftiraya meyletmemeli, tuzak kurmamalı, aşağılamamalı, alaya almamalı, hor ve hakir görmemeli kimseyi. Hırsızlık yapmamalı, alışverişe hile karıştırmamalı, büyücülük yapmamalı, hipnotik yaklaşımlardan kaçınmalı, kumara, şans oyunlarına bulaşmamalı, israftan kaçınmalı, faiz yememeli, zina etmemeli, hurafeleri din zannetmemeli, din adına her konuşana araştırmadan inanmamalı, gerçekleri hayal ile örtmemeli, sarhoşluk veren içeceklere yaklaşmamalı, kimseyi yüceltip ululaştırarak putlaştırmamalı, iki yüzlü olmamalı, imana şirk katmamalı…

Liste uzayıp gider. Gerisini siz tamamlayın.

Görülüyor ki, yaptıklarımızla insan olmak kadar yapmadıklarımızla da insan olmamız gerekiyor.

Hiç bu açıdan bakmamıştık. Oysa hepimizin bilmesi gereken hatta bildiği bir mevzuydu.

Biraz daha dikkat her zaman iyidir.

Ya Selam!