Ortadoğu’daki Sünni liderlere düzenlenen operasyonlar son hızla devam ediyor.

Son olarak Ankara’da patlayan bomba ile birlikte, eş zamanlı olarak Kuzey Irak’ta Barzani’ye yönelik olarak başlayan ayaklanmanın ardından, Suudi Arabistan Kralı’nın zehirlendiği ve hastanede olduğu, hemen arkasından bir saray darbesi yapıldığı haberi geldi.

Bu haberin ne kadar doğru olduğu bilinmemekle beraber, bir yalanlama gelmemesi ve bütün bu hareketlerin eş zamanlı olarak başlaması, olayın arkasında büyük bir istihbarat organizasyonu olduğu sonucuna ulaşmamızı sağlıyor.

Yeni Suudi Arabistan Kralı’nın, Erdoğan ve Katar Emiri ile “beraber iş tutması” yanında, petrol fiyatlarının dibe vurmasındaki büyük etkisi ile ABD’deki petrol ve doğalgaz kulelerinin sayısının geçen yıla göre 1135 adet daha azalması, kayagazı üreticilerinin işlerini durdurması, zehirlenmesi için yeterli bir sebep olarak görülebilir.

Hac boyunca önce Kabe’deki vinç devrilmesi (ki 11 Eylül tarihinde gerçekleşen bu olayın Ladin ailesine ait bir vinç olması ayrı bir mesaj), arkadan şeytan taşlama sırasındaki izdihamla yüzlerce kişinin vefat etmesi, Kral’a yönelik operasyonların bir parçasıydı.

Kamuoyu desteği ile indiremeyince zehirleme yöntemini uygulamaları çok da şaşırtıcı değil.

Ankara’daki patlamayı ISID’in üzerine yıkma operasyonları devam ederken ISID’ten yapılan açıklama ise şöyle oldu; “Saldırıyı biz yapmadık ama inşallah ölü sayısı daha da artar.”

ISID içerisindeki istihbarat uzantılarının ve bağımsız çalışan hücrelerin bu işte parmağı olma ihtimali çok yüksek.

AKP’nin ve hükümetin ISID’i desteklediği yaygarası ile İncirlik üssünün operasyonlara açılmasını sağlayan zihniyetin, bizim başımıza bunların geleceğini bilerek davrandığı ortada.

Kim tarafından desteklendiği belli olmayan bir terör örgütüne savaş açmanın bedelinin ağır olacağını bilen Erdoğan, uzun bir müddet buna direnmişti. Fakat uluslararası kamuoyundaki “ISID destekçisi hükümet imajını yıkmak için” ve yurtiçindeki Erdoğan karşıtı cephenin baskısıyla operasyonlara katılmaya mecbur kaldı. Şimdi içine düştüğümüz pislikten çıkmaya çalışıyoruz.

Suriye üzerinden Rusya ve Batı arasındaki savaş sürerken, bunun en büyük zararının bize olacağını bilen ABD ve Batı ise, Türkiye’yi “ne öldüren ne de güldüren” bir politikayla ateşe atıyor. Buna karşın Rusya tarafından gelen; “Türkiye bizim dostumuz ve başlıca iş partnerimiz” açıklamaları ise, Rusya’nın Türkiye’yi karşısına almak istemediğini gösteriyor.

Akdeniz’deki Lazkiye üssünü kaybetmek istemeyen Rusya’nın Suriye’ye müdahale etmesi aslında mantıklı bir durum. Muhalifleri desteleyen ülke olarak bu müdahaleden zararlı çıkacağımız ortada, ancak değiştiremeyeceğimiz durumları kabullenmek ve ona göre şekil almak zorundayız.

Rusya’nın buradaki asıl muhatabı biz değil ABD ve Avrupa’dır. Fakat durumdan vazife çıkaran “mahallenin bıçkın delikanlıları” olayı bir “namus meselesi” haline getirmiş durumda.

Şu an yapmamız gereken Türk Akımı’nın Türkiye’den geçmesi ve vanaları elimize almamız için çok fazla Türk-Rus ilişkilerini germemektir. Üstelik gersek bile elimize bir şey geçeceği şüpheli.

Biliyorum olayın duygusal ve milli yönü çok kuvvetli ancak bazen hayatta daha büyük şeyleri kaybetmemek için küçük tavizler vermek zorunda kalınır.

Rusya’yı karşımıza aldığımız zaman Batı’nın bizim arkamızda durması sadece “savaş çadırlarını kendi ülkelerinden uzakta başka bir ülkede kurmak istemelerinden dolayı” olur.