Muhaliflerin kararlı ilerleyişi ve Beşar Esed’in yönetimi bırakıp Rusya’ya sığınmasıyla 1971’den beri Suriye’de hüküm süren 53 yıllık Baas rejimi 8 Aralık 2024’te sona ermiş oldu. Muhalif birliklerin Sünni Müslümanlardan oluştuğu ve rejim-muhalefet arası çatışmanın bir mezhep çatışmasına dayandırıldığı aşikardır. Ancak Avrupa Birliği verilerine göre nüfusun yüzde 10’u ila 13’ü arasında bir bölümünü oluşturan Alevilerin, rejim destekçiliğinin yanı sıra rejime karşı muhalif kimliği ve sürece etkileri de tartışılmaktadır.
Suriye’deki Alevi toplumunun rejimin yanı sıra muhalefetle geliştirdiği birtakım ilişkiler de söz konusuydu. Mart 2011’de rejim karşıtı gösteriler karşısında Alevilerin bir kısmının Esed yönetiminin yanında dururken bir kısmının da muhalefet ile gerek diyalog halinde olduğu gerekse müşterek hedefler doğrultusunda birliğe yönelik adımlar attığını biliyoruz. Bununla beraber Alevilerin geçmişte Esed yönetimi ile ilişkilerinin de tamamıyla problemsiz olduğu söylenemeyeceği gibi bu topluluğun Esed’e verdiği destek yalnızca mezhepçi sebeplerle açıklanmamalıdır. Bu desteğin sosyolojik, tarihsel ve siyasi birtakım farklı nedenleri de vardır.
Alevilerin Esed rejimi ile ilişkisini yahut tırnak içinde mezhep rabıtasının tarihini ele alacak olursak, alevi topluluğu 20. yüzyılın başlarında Suriye sahil kesiminde yer alan Nusayriye Dağları’nda tarımla uğraşan kapalı bir hayat yaşamakta olup tabiri caizse sınıf atlamak gayesiyle 1950’li yıllarda orduya katılmıştır. Baas partisi içinde darbe ile iktidarı ele geçiren Hafız Esed’in alevi olması Baas rejimini aleviler arasında birincil seçenek haline getirmiştir. Bununla birlikte Alevilere tanınan haklar, gerek ordu gerekse kamu kurumlarındaki kadroların büyük oranda Alevileşmesini beraberinde getirmiştir. Ancak bu hak ve ayrıcalıkların yanı sıra Esed rejimi Alevi toplumunu baskı altına alma ve Alevilik inancını dönüştürme politikası gütmekteydi. Öyle ki bir kesimi seküler Baas rejimi altında ezilen Alevileri birbirine bağlayan en önemli unsur inanç ve etnik kimlik olmaktan çıkmış ancak ve ancak Esed ailesini desteklemek amacına evrilmişti.
Rejimin devrilmesinden sonra iki hafta kadar sessizliğini koruyan Alevi Araplar ve rejim destekçisi diğer gruplar laiklik, eşitlik ve özgürlük çağrısında bulunan gösteriler düzenlemeye başladılar. Bu gösteriler 25 Aralık’ta Halep’te bir Alevi türbesine saldırıldığı ileri sürülen videoların yayılmasıyla silahlı çatışmalara dönüştü. Hama, Tartus ve Lazkiye şehirlerinde devrik rejim destekçisi yüzlerce kişi protesto gösterilerine katıldı. Olaylar neticesinde geçici hükümet Humus kentinde sokağa çıkma yasağı ilan etti. Peki mezheplerine bağlılık konusunda silahlı çatışmalara girecek kadar ileri giden aleviler rejim döneminde tamamıyla özgürler miydi?
Beşar Esed yönetiminden daha eskiye gidecek olursak mezhebi rabıtaya önem atfeden baba Hafız Esed zannedilenin aksine inanç olarak halkı Müslüman Araplar olarak nitelendirmiş, hatta milli eğitim müfredatında Alevilik inancına yer vermemişti. Alevilerin kendi inançları doğrultusunda söz sahibi olmalarına ve ibadethane açmalarına da izin verilmemiş, rejim tarafından sert bir şekilde engellenmişti. Öte yandan Aleviler yaşam standartları çerçevesinde kendi içlerinde sistematik olarak ayrıştırılmıştı. Yukarıda bahsettiğimiz Alevilere tanınmış hak ve ayrıcalıklardan yararlanan ve yararlanamayan Aleviler arasında uçurumlar ortaya çıkmıştı. Rejimin son yıllarına doğru varlıklı burjuva Alevilerinin yaşam standartları tabana yayılamamış, Esed ailesi ve destekçileri ile sınırlı kalmıştı.
MEZHEP AİDİYETİ VE MUHALEFET GİT GELİ
Devrik rejimin Alevilere karşı güttüğü kafa karıştırıcı siyasetin yanı sıra Arap baharı ile birlikte ülkede hüküm süren kaos ve çatışma ortamı Alevileri bir seçim yapmaya zorlamıştı. Aleviler arasında rejime karşı çıkan ve ona karşı mücadele eden bir kesim hep vardı. Ancak rejim muhalefete meyleden yahut muhalefet etme potansiyeli olan Alevilere karşı çok sert karşılık veriyor ve etnik kimlik gözetmeksizin infaz ediyordu. Bununla beraber ironik bir şekilde rejimin Alevi toplumunun sadakatini pekiştirmek için kullandığı yöntemlerden en önemlisi, mezhepçi ajitasyondu. Rejim, propagandalarında bir yandan muhalifleri “Sünni fanatikler” olarak göstererek Alevilerin mevcut statülerini kaybetme ve radikal bir Sünni rejiminin yönetimine girme korkusunu körüklerken, diğer yandan çatışmalarda öldürülenler arasında Arap Alevilerinin kimliklerine dikkat çekiyordu.
Örneğin, Nisan 2011'de rejim karşıtı protestoların yoğunlaştığı dönemde, Tuğgeneral Abdu Khıdr el-Telavi’nin, iki oğlu ve bir yeğeninin öldürülmesi, bu stratejinin bir parçası olarak kullanıldı. Cenaze töreni, Alevi mahallesi olan Vadi el-Dahab'da gerçekleştirildi ve devlet televizyonu tarafından canlı yayınlandı. Bu olay, Alevi toplumunda derin bir korku ve öfkenin birikmesine yol açtı. Ayrıca, birçok Alevi’nin rejime olan desteğini pekiştiren bir faktör oldu. Bu tür mezhepçi propagandalar, rejimin Alevi toplumu üzerinde baskın olmaya devam etmesinin ve bu toplumun büyük bir kısmının rejimi desteklemesinin temel sebeplerinden biri haline getirdi.
MUHALEFET VE ALEVİ AKTİVİZMİ
2011’de rejim karşıtı gösteriler başladığında muhalefetin önemli bir kısmı, Alevilerin Baas rejimi ile ilişkilerini ve Alevi toplumunun güvenlik kaygılarını dikkate alarak onları muhalefet saflarına katılmaları için ikna etmeye çalıştı. Demokratik muhalefetin başarılı olabilmesi için öncelikle Alevilerin güvenlik içinde rejime karşı durabileceklerine ikna edilmesi gerekiyordu. Eğer Arap Aleviler kendi güvenliklerinden emin olurlarsa rejimden desteğini çekerek muhalefete katılabilir, bu da büyük ölçüde Alevilere dayanan güvenlik mekanizmasının çözülmesini hızlandırabilirdi. Bu doğrultuda muhaliflerin kurduğu ilk teşkilatlardan Suriye Ulusal Konseyi’nin 24 Şubat 2012’de Tunus’ta gerçekleştirilen toplantısında Suriyede’ki Alevi yurttaşlara hitaben onların yeni Suriye’nin inşasında eşsiz bir rolü olduğunu,yozlaşmış diktatörlerin eylemleri ile Rejimin işlediği suçlardan sorumlu tutulamayacağı ifade edildi. Nitekim yıllar sonra bugün Baas rejimini deviren HTŞ Lideri Ahmed Hüseyin El Şara Alevilere karşı her hangi bir misilleme yapılmayacağı ve zarar görmeyeceklerini dile getirdi.
Muhaliflerin işbirliği içinde olma çabaları ve ılımlı söylemleri Alevilerin kolektif şekilde rejime karşı tutum sergilemelerinde yeterli olmadı. Fakat yine de muhaliflere katılan pek çok Alevi isim oldu. Buna Alevi Şeyhleri Muhib Nisafi, Yasin Hüseyin ve Musa Mansur örnek olarak zikredilebilir. Bu kişiler 2011 yılında rejimin yaşattığı kaos ve katliamları kınayan ve asla tasvip etmediklerini belirten ve halkı protestolara katılmaları konusunda teşvik eden bir bildiri yayınladılar.
Öte yandan Mart 2013’te Kahire'de, Suriye Alevilerinin bir kısmı tarafından düzenlenen ve eski Suriye Ulusal Konseyi Başkanı Burhan Galyun’un da aralarında bulunduğu yaklaşık otuz Suriyeli muhalifin katıldığı bir konferans düzenlendi. Katılımcılar, Suriye rejiminin hiçbir zaman Alevilerin hizmetinde olmadığını belirterek, rejimin Alevilik ve halkı karşı karşıya getirme çabalarını reddettiklerini ifade ettiler.
Konferansın sonunda yayımlanan Kahire Bildirisi’nde, Suriye Cumhurbaşkanı Beşar Esed’ın mensup olduğu Alevi mezhebi ile yönetim arasındaki karışıklığın politik ve ahlaki bir yanlış olduğu vurgulandı. Açıkça, rejimin kendisini özellikle Alevi mezhebinin koruyucusu olarak tanıtma yalanlarıyla halkı kandırdığı ve Suriye halkını olası bir İslamcı aşırılık konusunda korkutma amacını taşıdığı ifade edildi.
Konferansa katılan Alevi liderlerden Riyad Halil, "Aleviler, diğer Suriye mezhepleri gibi, tüm Suriyelilerle aynı şekilde acı çekiyorlar." vurgusu yaptı.
SİLAHLI DİRENİŞ VE REJİM UNSURLARI
İç savaşın ilerleyen yıllarında, silahlı çatışmaların şiddetlenmesi karşısında güvenlik güçlerinin durumu kontrol etmede zorlanması, Alevi sivillerin ve yerleşim alanlarının hedef alınmasıyla artan toplumsal güvenlik endişeleri, 2012 ortalarından itibaren Alevilerin silahlanmasına yol açtı. Bu dönemde, Arap Aleviler arasında Esed rejimine karşı silahlı direnişe geçen bir grup ortaya çıktı.
Alevi muhaliflerin saf değiştirmesi, bir yandan rejime karşı duruşlarını netleştirirken, diğer yandan rejimi zor bir duruma soktu. Lazkiye kırsalının istihbarat sorumlusu olan Yasin Süleyman, 2012’de İdlib’e giderek Özgür Suriye Ordusu’na katıldı. Benzer şekilde, eski Savunma Bakanı General Ali Habib Mahmud, Ağustos 2013'te sağlık nedenleriyle ordudan ayrıldıktan sonra Türkiye'ye kaçtı; bu durum Esed rejimi için büyük bir darbe olarak kabul edildi. Rejimle yollarını ayıran Alevi muhalifler ya mevcut muhalefet hareketlerine katıldılar ya da yeni oluşumlar kurdular. Ancak, Esed rejiminin kendi kalesi olarak gördüğü Alevi toplumunun isyanı, rejim için kabul edilemez bir durumdu. Alevi muhaliflere karşı tutumu tutuklama ve işkence yoluyla sindirmeye yönelik oldu. Örneğin, tanınmış Alevi muhaliflerden Uday Receb, tutuklu bulunduğu hapishanede işkence sonucu hayatını kaybetti. Bugün, Sednaya'dan kurtulan ve çeşitli işkencelere maruz kalan tutukluların ifadelerine göre, sadece Sünniler değil, aynı zamanda "taifeye ihanet" suçlamasıyla Alevilerin de aynı tip işkencelere ve infaza tabi tutulduğunu öğreniyoruz.
2012 sonlarına doğru, iç savaş gidişatının etkisiyle rejim, sadık milis güçleri oluşturma arayışına girdi. Güvenlik güçlerinin ve ordunun isyancılar karşısında etkisiz kalması, Alevi subayların Sünni askerlerle ilgili güvenlik kaygıları yaşaması, ve ordunun ilerlediği bölgelerde güvenliği sağlamakta yaşanan zorluklar, Esed rejimini milis güçleri oluşturma kararı almaya itti. Rejim, bu amaçla ulusal düzeyde milis teşkilatları kurmaya başladı. Özellikle, "Ulusal Savunma Kuvvetleri" adı verilen bir milis gücü oluşturuldu. Lübnan Hizbullahı ve İran Devrim Muhafızları Ordusu, bu milislerin eğitim ve donanımında önemli bir rol oynadı. Aynı zamanda, "Şebbiha" adı verilen, çoğunluğu Alevi olmakla birlikte farklı topluluklardan da milis gruplar, rejime sadık güvenlik güçleriyle işbirliği yaparak sahada çatışmalara katıldı.
Bu gelişmelerle birlikte, rejime destek veren Hristiyan, Dürzi ve Alevi azınlıklar, Sünni olan orduya katılmak yerine Ulusal Savunma Kuvvetleri’ne katılmayı tercih ettiler. Bu grupların rejime sadık kalmasının yanı sıra, Esed rejimi başarısız oldukça, silahlı çatışmalardan kaçanların da büyük bir kısmı teşkil ettiği kaydedildi. Daeş'in infazları ve silahlı çatışmalar sonucu büyük kayıpların yaşanması, rejimin geleceği hakkındaki inançları sarsarken, savaşın gidişatı Aleviler arasında, mezhepçi dayanışmanın kırılmaya başlaması ve Sünni rövanşı korkusunun etkisiyle rejime olan desteği azaltmış, Alevileri Esed yönetimi ile olan ilişkilerini sorgulamaya itmişti. Sünni toplumunun iktidara gelmesi ihtimali, Alevilerin rejime yakın durmalarını sağlasa da, bu durum Esed’in güvenlik sağlamadığı bir noktaya gelindiğinde değişebilirdi. Aleviler, tarihsel olarak güç değişimlerinde pragmatik bir yaklaşım sergileyerek, yeni güçlerle uzlaşmalarını mümkün kılmıştı. Bu da, Alevilerin Esed yönetimi ile ilişkilerinde esneklik gösterme olasılıklarını artırıyordu. Esed’in Alevilerin güvenliğini sağlayamayacak duruma gelmesi halinde, Alevilerin kendi çıkarlarını, Esed’in dar çevresinin çıkarlarından ayrıştırarak hareket etmeleri muhtemeldi. Zira rejim devrildikten birkaç gün sonra Suriyeli muhalif güçlerden bir heyet devrik lider Beşar Esed’in memleketi olan Kardaha'da aşiret büyükleriyle bir araya gelmiş, Alevi topluluğundan ileri gelenlerin desteğini almıştı. Bu gelişmelerden günler sonra çatışmaların şiddetlenmesiyle birlikte Alevi topluluğunun ileri gelenlerinden Şeyh Hatem birlik ve beraberliğin önemine dikkat çeken bir açıklamada bulundu. Şeyh Hatem’in sağduyu çağrısına ve Geçiş Hükümeti Lideri Ahmet Al Şaraa’nın teskin edici açıklamalarına rağmen çatışmaların belli gruplar tarafından sürdürülmesiyle birlikte gerginlik tırmandırılıyor. Ancak geçiş hükümeti ayrışmaya ve kaosa karşı kararlı tutum sergilemeye devam ediyor. Zira devrik rejimin milislerine bağlı katliamlar gerçekleştiren ve mezhepsel provokasyonlarda büyük rol oynayan Şuca Ali Humus’taki çatışmalar sonucu etkisiz hale getirildi. (Şerife Akca)
Biyografi
Şerife Akca Lisans derecesini İstanbul Üniversitesi Arap dili ve edebiyatı bölümünde tamamladı. Kuruluşunda bu yana Veysel Karani Türk-Yemen Vakfı Yönetim Kurulu ve İstişare Heyetinde yer almakta olup Ortadoğu iç ve dış siyasetleriyle ilgili araştırmalar yapmaktadır. İyi derecede İngilizce, Arapça ve Farsça bilmektedir.