Muteber bazı tefsirler - 2
Ebû Suûd Tefsiri
Ebüssü'ûd Efendi hazretleri bir çok eser yazdı. Yazdığı eserlerinden en meşhuru, İrşâdü Akl-is-Selîm isimli tefsîri olup pek kıymetlidir.
Ebüssü'ûd Efendi yazdığı bu tefsîrde, Keşşaf Tefsîri ile, müfessirlerin baştâcı olan İmâm-ı Beydâvî'nin Envâr-üt-Tenzîl'ini kaynak olarak almıştır.
Bu tefsîrlerden aldığı bilgiler yanına, yeni inceleme ve mütâlaalar da ilâve etmiştir.
Evliyâ Çelebi, bu tefsîrden, Seyahatnâme adlı eserinde şöyle bahsetmiştir:
"Üç bin ulemâdan ve bin yedi yüz kadar mûteber tefsîrden istifâde etmek, feyz almak sûretiyle yazdığı tefsîr, hâlen âlimler arasında makbûl ve medhedilen bir tefsîrdir. Ona denk bir tefsîr yoktur."
Mir'ât-ı Kâinât müellifi Nişancızâde de bu tefsîr için;
"Yazdığı güzel tefsîr-i şerîfi dünyânın en güzel tefsîrlerindendir." demiştir.
Ebüssü'ûd Efendi, bu tefsîrini nasıl yazdığı hakkında yaptığı açıklamanın bir bölümünde Keşşaf Tefsîri'nin ve İmâm-ı Beydâvî'nin Envâr-üt-Tenzîl adlı tefsîrinin, yazılmış tefsîrlerin en meşhûru ve seçilmiş tefsîrler olduğunu belirttikten sonra şöyle demektedir:
"Önceden bu iki kitabı okuyup incelemekle meşgûl olurken, bunların ihtivâ ettiği cevherlere, kıymetli bilgilere, diğer kitaplarda bulduklarımı da ilâve etmek sûretiyle, güzel bir uslûb ile tertib etmek ve Allahü teâlânın lütfu olarak kalbime doğan şeyleri de, Kur'ân-ı kerîmin şânına uygun bir şekilde ilâve edip, Sultan Süleymân'ın hazîne-i şâhânesine hediye etmeyi düşündüm. Lâkin seyahatlerim azmime mâni oldu. Yapılacak işin büyüklüğü beni tereddüde düşürdü. Aradan aylar ve yıllar geçti. Meşgûliyetin çokluğu, muhârebelerde, seferlerde, beldelerde dolaşmam bu işe mâni oldu. Baktım ki fırsat elden gidiyor, ecel yaklaşıyor, hayat güneşi batmak, sönmek üzere, artık meşgalemin çokluğuna bakmadan arzu ettiğim kitabı yazmaya karar verdim. Allahü teâlâya sığınarak işe başladım."
Ebüssü'ûd Efendi, Sâd sûresine geldiği zaman Kânûnî Sultan Süleymân Hân tefsiri görmek istedi. Yazılan kısım takdim edilince, büyük bir hürmetle karşıladı.
Ebüssü'ûd Efendinin o zaman iki yüz akçe olan meşihât yevmiyesini beş yüz akçeye çıkardı.
Büyük ihsân ve ikrâmlarda bulunup, hil'at (elbise) giydirdi. Bu tefsîr 1566 senesinde yazılıp tamamlanınca, Ebüssü'ûd Efendinin yevmiyesi, yüz akçe daha ilâve edilerek altı yüz akçeye çıkarıldı.
Tefsîr yazılıp tamamlandıktan sonra, Mekke'ye ve Medîne'ye iki nüsha gönderilip, o zaman ilim öğrenmekte olan talebelerin istinsâh edip, yazarak çoğaltmalarına izin verildi.
Bu tefsîrin İstanbul ve Anadolu'nun muhtelif kütüphânelerinde bulunan çok sayıda nüshaları vardır.
İlk baskısı 1858-1868 seneleri arasında, Bulak'ta müstakil olarak yapılmıştır.
Yine Bulak'ta 1872 senesinde İmâm-ı Râzî'nin Tefsîr-i Kebîr'i Mefâtîh-ül-Gayb kenarında ikinci baskısı yapıldı.
Daha sonra 1889-1890 senelerinde, Kâhire'de müstakil olarak üçüncü baskısı yapıldı.
Aynı yıllarda İstanbul'da Dâr-üt-tabâat-il-âmire matbaasında, yine İmâm-ı Râzî'nin tefsîri kenarında dördüncü baskısı yapıldı.
1952 senesinde, Mısır'da beş cild hâlinde beşinci baskısı yapıldı.
Ebüssü'ûd Efendinin bu tefsîri üzerine şerh ve ta'likler, incelemeler yazıldı.
Bu tefsîr, Mısır'da Câmi'ul-Ezher'de yıllarca ders olarak okutulmuştur.
Ebû Suûd Tefsirine Yirmi Ciltlik Haşiyeyi Ezbere Yazdırdı
Muhammed Zeytûne hazretleri, aklî ve naklî ilimleri tahsil ettikten sonra Muradiye Medresesi’nde müderris oldu.
Tefsîr dersleri verdi.
Ebüssü’ûd Efendi’nin, “İrşâd-ül-akl-is-selîm ilâ mezâya kitâb-illâhil Kerîm” tefsîrine bir hâşiye yazdı.
Bu haşiyesine;
“Me’tak-us-su’ûd ve feth-ül-vedûd alâ tefsîr-i Ebüssü’ûd” ismini verdi.
Zeytûne’nin bu eseri yirmi cilddir.
Talebelerine ezberinden yazdırırdı.
Zeytûne, bu hâşiyelerini yazarken, ba’zı mânilerle karşılaştığını, ancak Tunus emîrinin kendisine yardımcı olduğunu, birinci cildin sonunda yazmaktadır.
Zeytûne, bu hâşiyesini yazmaya 1110 (m. 1699) senesinde başladı.
Zeytûne’nin bu hâşiyesi gayet geniştir.
Bu hâşiyenin iki nüshası Tunus’ta Millî Kütüphâne’de 7227 ve 8275 numarada mevcuttur.
Levh-i Mahfûza Bakarak Tefsiri Yazdı
Şeyh-zâde (k.s.) hazretleri anlattı:
“Kâdı Beydâvî’nin tefsîrini şerh ederken, bir âyet-i kerîmenin i’câzı hakkında müşkilim olunca, cenâb-ı Hakka cân-ı gönülden yönelirdim.
Bu yönelmenin bereketi ile maksadıma kavuşurdum.
Allahü teâlâya teveccühüm sırasında, sekînet hâlinde bulunan gönlümde, yeryüzü kadar bir genişlik meydana gelirdi.
Onda, parıldayan iki ay görünürdü.
Bunlardan öyle bir nûr meydana gelirdi ki, Levh-i mahfûzda yazılı olanlar görünüp, Kur’ân-ı kerîmin sırları bana zâhir olurdu.
Bu fakîr, amellerimde azîmet yolunu tuttuğumda, kendimi çok yüksek derecelerde, rûhsat yolunu tuttuğumda ise, kendimi o yüksek mertebelerden mahrûm olarak görürdüm.”
Tefsirde Bir Anlattığını Bir Daha Anlatmadı
Radıyüddîn Kazvînî (k.s.) hazretleri müderris olarak Nizâmiye Medresesine tâyin edilince, müderrislik hil'ati (elbisesi) ile geldi. Yanında fıkıh âlimleri vardı.
Orada kendisini diğer müderrisler, ileri gelenler, yüksek şahsiyetler karşıladılar. Tedris kürsüsüne oturunca duâ edildi. Tefsîr ilminden anlatacaktı.
Derse başlamadan önce cemâate iltifât edip;
“Tefsîr kitaplarının hangisinden anlatmamı istersiniz?” diye sordu. Cemâat, tefsîr kitaplarından birini belirtti. Sonra;
“Hangi sûreden anlatmamı istiyorsunuz?” diye sordu. Onu da tâyin ettiler. Onların istediği yerden anlattı.
Fıkıh, usûl, hılâf ve diğer ilimlerde ders vereceği zaman, hep bu şekilde dinliyenlerin hangi meseleyi arzu ettiklerini sorar, neyi istiyorlarsa onu anlatırdı.
Derslerinde bulunanlar onun ilminin çokluğuna hayret ederlerdi.
Kazvînî, Ramazân-ı şerîfte terâvih namazı kıldırırdı. İnsanlardan birçoğu cemâat olarak onun câmiine gelir, sohbetini dinlerdi. Ramazân-ı şerîfin son gecelerinden birinde, terâvih namazından sonra, Kur’ân-ı kerîmi sûre sûre tefsîr etti.
Bu, sabah namazı vakti girinceye kadar devâm etti. Fecir doğduktan sonra, yatsının abdesti ile sabah namazını kıldırdı.
Sonra Nizâmiye Medresesine gitti.
O gün ders vermek sırası onda idi. Mimbere çıkıp, âdeti üzere o gün insanlara vâz etti.
Dinliyenler kıymetli sözlerinden istifâde ettiler.
Bağdât vâlisi Kutbüddîn Kaymaz, o gün Kazvînî’nin sohbetlerine geldiğinde, kendisine, dün gece hiç yerinden ayrılmadan, bir oturuşta Kur’ân-ı kerîmin pekçok yerini tefsîr ettiğini söylediler.
Kutbüddîn hayretle baktı ve;
“Bu zor işi ancak bu zât yapabilir.” dedi.
Vâlinin bu sözünü işiten Kazvînî iltifât edip;
“Allahü teâlânın izniyle biz bu işi yaparız, fakat sizler dinlemeye tâkat getiremezsiniz.” buyurdu.
Onlar da,
“Siz anlatın. Biz usanmadan dinleriz. Bizim için zorluk olmaz. Bilakis, biz bundan memnun oluruz, seviniriz.” dediler.
Bunun üzerine, Kur’ân-ı kerîmi başından sonuna kadar tefsîr etti.
Fakat önceki gece anlattıklarından söylemedi.
Bu sefer başka türlü tefsîr etmişti.
Öncekini ve bugünkünü dinleyen âlimler, Kazvînî’nin hâfızasının kuvveti ve ilminin çokluğu karşısında susup kaldılar.
Hiç bir şey söyleyemediler.
Hepsi hayret ve teaccüb içinde kaldılar.
Nâsih-ül-Kur’ân ve Mensûhuhü
İbni Haccac Nişâbûrî hazretleri, kıraat, hadis ve Kur’ân-ı kerimin nâsih ve mensûhünü çok iyi biliyordu.
Yüzbin hadîs-i şerîfi râvileriyle birlikte ezberleyerek hâfız oldu.
Hadîs rivâyet eden âlimler ve kitap yazanlar hakkında tam bir ihtisasa sahip oldu.
Nişâbûr’da yirmi sene bu hususta ders okuttu.
Kur’ân ilimlerinde engin bilgi sahibi idi.
Kırâat ilminde kırâatine herkes itibar ederdi.
Onun kırâatinin doğruluğunda, âlimlerin kanâati vardı.
Mes’eleleri çok güzel kavrar, fasîh bir dille izâh ederdi.
Bu yüzden yirmi yıl bıkıp usanmadan, gece ve gündüz onun derslerine devam eden âlimler oldu.
İlminden istifâde edip, güzel sözlerini duydular.
Yaşı seksenin üzerine çıkınca, hadîs rivâyet edemez oldu.
Kur’ân-ı kerimin nâsih ve mensûhu hakkında kitap yazdı. Kitabına “Nâsih-ül-Kur’ân ve Mensûhuhü” adını verdi.
Celâleyn Tefsiri
Celâleyn tefsiri (İki Celâl’in tefsiri) demektir.
Bu tefsire iki Celâlin tefsiri manasında “Celâleyn tefsiri” denilmesinin sebebi; iki Celâl’in onu yazmış olmasıdır.
Celâleyn tefsiri, ilk olarak başlatan kişi,
Celâleddîn Mahallî hazretleridir. Celâleddîn Mahallî hazretleri, İsrâ sûresine kadar tefsîr etti.
Ömrü yetmedi.
Vefat etti.
Kalan kısmın tefsîrini Celâleddîn Süyûtî tamamladı.
Onun için bu tefsîre, Tefsîr-i Celâleyn (iki Celâleddîn’in yaptığı tefsîr) denir.
Yoksa bu tefsirin asıl ismi, “Tefsîr-ül-Kur’ân-il-Kerîm”dir.
Yirmiüç Senede Tefsir Yazdı
İbn-i Şuhbe, Tabakât’ında İbn-i Akil hazretleri hakkında;
“İbn-i Akil, Kur’ân-ı kerîmin tefsîrini yaparak, talebelerine yirmiüç senede hatmettirdi.
Kur’ân-ı kerîmi bu şekilde okutmaya tekrar başladığı zaman vefât etti” demektedir.
Esnevî de onun hakkında şöyle demektedir:
“İbn-i Akil, nahiv ve beyân ilimlerinde derin bir âlim idi.
Fıkıh ve usûl-i fıkıh ilimlerini çok güzel izah eder ve anlatırdı. Cömert ve heybetli bir zât idi.”
Celaleyn Üzerine Şerh Yazdı
Sâvî (r.h.) hazretleri, Celâleyn Tefsîri üzerine yazdığı dört ciltlik haşiyesinde buyurdu:
Lokman aleyhisselâm, Târuh bin Nâhur bin Fahûr’un oğludur. İbrâhim aleyhisselâmın kardeşinin, oğlunun oğludur.
Eyyûb aleyhisselâmın kızkardeşinin oğlu olduğu da rivâyet edilir.
Eyyûb aleyhisselâmın halasının oğlu olduğu, bin sene kadar yaşadığı ve Dâvûd aleyhisselâma ulaştığı söylenir.
Tefsîr âlimleri onun hakim (hikmet sahibi, va’z edici) olduğu, peygamber olmadığı husûsunda ittifâk ettiler.
Ancak İkrime ve Şa’bî peygamber olduğunu bildirdiler.
Lokman aleyhisselâmın peygamberlikle, hakimlik arasında serbest bırakıldığı ve hakimliği tercih ettiği de rivâyet edilir.
Hâzin Tefsiri
Alâüddîn el-Bağdâdî hazretleri aklî ve naklî ilimleri okudu.
Tefsir ve hadis ilimlerinde büyük bir dehâ idi.
Tefsîr ilmiyle de meşgûl olmuş, bu ilimde meşhûr Hâzin tefsîrini yazmıştır.
Bu tefsîrinin asıl ismi “Lübâb-üt-te’vîl fî me’ânit-tenzîl’dir.
Alâüddîn-i Bağdâdî’nin Semisâtiyye hangâhında (külliyesinde) kütüphâne hâzinliği (me’mûrluğu) yaptığı için, yazdığı tefsîre “Hâzin Tefsîri” denilmiş ve bu isimle meşhûr olmuştur.
Bu eser Mûsâ, bin Hacı Hüseyn el-İznikî tarafından Türkçeye tercüme edilerek, “Enfes-ül-Cevâhir” adı verilmiştir.
Her Âyet-i Kerimeyi On Değişik İlimle Tefsir Etti
Ebü’l-Hasan el-Cüveynî hazretleri, çok kıymetli bir tefsir yazdı.
“Kitâb-üt-tefsîr”
Büyük bir tefsîr kitabıdır.
Her âyeti kerîmenin tefsirinde on çeşit ilimden bahsedilmiştir.
HİKMETLER
Sıkıntılar
Ebû Muhammed er-Râsibî hazretleri buyurdu:
"Sıkıntı ve üzüntüler, günahların cezâlarıdır."
İbretle Bak
Ebû Midyen Mağribî (k.s.) hazretleri buyurdu:
"Yaratılmış olan bir şeye, şehvet arzusu ile bakan kimse, o şeyden ibret alamaz ve o şeyden faydalanamaz."
Korku ve Ümit
Ebû Osman Mağribî hazretleri buyurdu:
"Nefsini recâ ve ümid ile meşgul eden tembelleşir, amelsiz kalır. Kendini havf korku ile meşgul eden ümitsizliğe düşer. Bu sebeple insan hem recâ hem havf ile meşgul olmalıdır."
Riyâkârlar
Ebû Saîd bin el-Arabî hazretleri buyurdu:
"Hüsranda kalanların en kötü durumda olanı, yaptığı iyi amelleri halka gösteren ve şahdamarından daha yakın olan Allahü teâlânın huzûruna, kötü amellerle çıkandır." buyururdu.
Açlığı Ganimet Bilmek
Ebû Süleymân Dârânî hazretleri buyurdu:
"Ben öyle insanlara yetiştim ki, onlar açlığı kendileri için ganîmet sayardı. Tıpkı şimdikilerin tokluğu ganîmet saydığı gibi."
Üç Şey Sizin Değil
Ebû Türâb Nahşebî (k.s.) hazretleri, buyurdu:
"Ey insanlar! Şu üç şeyi seviyorsanız, biliniz ki onlar sizlerin değildir. Nefsinizi ve canınızı seviyorsanız, onlar Allahü teâlânındır. Malınızı seviyorsanız, onlar da vârislerinizindir.