Hazret-i Ali (r.a.), Peygamberimizin (s.a.v.) amcası Ebû Tâlib’in oğludur. Künyesi Eb’ül-Hüseyin’dir.
Hazret-i Ali (r.a.), Peygamberimizin (s.a.v.) amcası Ebû Tâlib’in oğludur. Künyesi Eb’ül-Hüseyin’dir. Bir künyesi de Peygamberimizin (s.a.v.) iltifat buyurarak söylediği “Ebû Türâb”dır. Hiç puta tapmadan müslüman olduğu için “Kerremallahü vecheh”, kahramanlığı ve çok cesur olmasından dolayı “Kerrâr” “Esedullah-il gâlib” lâkabları verilmiştir. Ayrıca takdir-i ilâhiyyeye gösterdiği tam rızadan dolayı da “Mürteza” denilmiştir. Hz. Ali, Hicret’ten yirmiüç sene önce (m. 579) senesinde Mekke’de doğdu. Hz. Ali Cennetle müjdelenen on sahâbîden dördüncüsü ve Ehl-i beytin birincisidir.
Hz. Ali’nin babası Ebû Tâlib’in, geliri az, ailesi kalabalıktı. O sıralarda Mekke’de bir kıtlık hüküm sürdüğünden Peygamber efendimiz (a.a.v.), amcası Abbas’a (r.a.):
-“Ey amca, kardeşinin çoluk çocuğu çok olmakla masrafı da çoktur. Buna mukabil geliri azdır. Ona yardımcı olmak lâzımdır. Aile geçimindeki yükünü hafifletelim. Her birimiz bir oğlunu alalım”, teklifinde bulundu.
Bu teklifin, amcası Ebû Tâlib tarafından kabulü ile Hz. Ali beş yaşından itibaren Resûlullah ile yaşamış, Resûl-i Ekrem’in tâlim ve terbiyesinde yetişmiş, O yüce irfan hazinesinin feyzinden kana kana içmiştir.
Çocuklar arasında ilk defa Muhammed aleyhisselâmın Peygamberliğini tasdik edenlerdendir.
Güzel ahlâkın canlı timsali idi. “Allah’ın arslanı!” diye tanınmıştı. Şecaati, metaneti, cesareti eşsizdi, hiç bir vakit haddi aşmazdı.
Hayatının sonuna kadar Hz. Resûl’ün yanından hiçbir suretle ayrılmamış, daima meclislerinde bulunmuş, Onu can kulağıyla dinlemiştir. Küçük yaşta müslüman olmuş ve Nebîyy-i zi-Şân’ın yüksek nazarlarına, muhabbetlerine mazhar olduğundan dolayı kendisinde harikulade meziyyetler tecelli edip durmuş, Resûl-i Ekrem’in ilmen, ahlâken vârisi olmuştur.
Hz. Ali, Medine-i Münevvere’de, Mescid-i Nebevî’nin inşaasında çok çalışmış, bizzat sırtında taş ve toprak taşımıştır.
Başta Bedir, Uhud ve Hendek harbleri olmak üzere, Resûlullahın bütün gazvelerinde bulunarak, fevkalâde gayret ve kahramanlıklar göstermiştir.
Hz. Ali Bedir savaşında birçok azılı müşriki öldürmüştür. Daha savaşın başlarında mübârezede Velid bin Ukbe’yi bir kılıç darbesiyle öldürdü. Akşama doğru, iki taraf da birbirine karışmıştı. Kum tepesinin üzerinde zırhlara bürünmüş müşriklerden birisi, Sa’d bin Hayseme’yi şehid etmişti. Hz. Ali, O’na yaklaştı. Müşrik atından indi ve Hz. Ali ile vuruşmaya başladı. Hz. Ali, müşrikin darbesini kalkanı ile karşıladı ve müşrikin kılıcı kalkana saplanıp kaldı. Hamle sırası Hz. Ali’ye gelmişti. Hz. Ali kılıcı ile müşrikin göğsüne doğru çaldı. Zırhını enlemesine biçince müşrik titredi ve sarsıldı. Hz. Ali o esnada arkasında bir kılıcın parladığını ve şakıdığını görünce başını eğdi. Kılıcı parlatan
-“Al buda ben Abdulmuttalib’in oğlundan!” derken müşrikin kellesi, miğferiyle birlikte yere yuvarlandı.
Hz. Ali dönüp arkasına baktığı zaman, Hz. Hamza’yı gördü.
Yine bu savaşta Nevfel bin Huveylid ile karşılaştı.
Nevfel hakkında Peygamber efendimiz (s.a.v.) buyurdu ki: “
Yâ Rabbi! Nevfel bin Huveylide karşı bana yardımcı ol! O’nun hakkından gel!” diye duâ etmişti.
Hz. Ali, onun bu savaşta kılıcıyla önce bacaklarını sonra kafasını kopardı. Sonra Peygamber efendimize (s.a.v.) Nevfeli öldürdüğünü haber verdi. Bunun üzerine Resûl-i Ekrem,
-“Allahü ekber” diye tekbir getirdi ve
-“Allahü teâlâ O’nun hakkında duâmı kabul etti” buyurdu.
Hz. Ali, Bedir’de ayrıca Âs bin Sa’îd’i de katlederek, müslümanlara büyük hizmet etti.
İbn-i Esir’in rivâyetine göre Hz. Ali, Bedir savaşında müşriklerin başlarını ağaçlardan meyva düşürür gibi düşürüyordu. Bedir savaşına katıldığında 25 yaşında idi. Hz. Ali sadece Uhud gazvesinde onaltı kılıç darbesi almıştı. Hz. Ali, Tebûk harbinde bulunmayıp, Resûlullah (s.a.v.) tarafından Ehl-i beytin muhafazası için Medine’de bırakılmıştır. Birçok harplerde Resûlullah (s.a.v.) efendimiz, sancağı Hz. Ali’ye vermiştir. Yemen savaşında, ordu başkomutanlığı yapmıştır.
Hayber kalesinin fethinde, kalenin kapısını koparıp, kalkan olarak kullanmıştır. Bu savaşta Hz. Ali’nin gözleri ağrıyordu.
Resûlullah (s.a.v.) O’nu çağırtarak gözlerine üfledi ve şifa bulması için Allahü teâlâya duâ etti.
Hz. Ali’nin gözlerinde bir ağrı sızı kalmadı.
Bu savaşta, yahudilerin meşhûr pehlivanı Merhab:
“Hayber halkı iyi bilir ki: Ben, gelip çatan harplerin tutuştuğu, kızıştığı zamanlarda, tepeden tırnağa kadar silâhlanmış, cesaret ve kahramanlığı denenmiş Merhab’ımdır. Ben, kükreyerek geldikleri zaman aslanları bile kâh mızrakla, kâh kılıçla vurup yare sermişimdir” diyerek müslümanlardan er diledi.
Bunun üzerine Hz. Ali,
-“Ben O’yum ki: Anam bana Haydar (Arslan) adını takmıştır! Ben, ormanların, heybetli görünüşlü arslanı gibiyimdir. Sizi, geniş ölçüde ve çarçabuk tepeleyici bir er kişiyimdir” diye şiir söyleyerek Merhab’ın karşısına dikildi.
Bu şiir Merhab’a o gece gördüğü rüyayı hatırlattı.
Rüyasında kendisini bir arslanın parçaladığını görmüştü.
Hz. Ali, Merhab’la karşı karşıya geldiğinde, Merhab’ın tepesine öyle bir kılıç indirdi ki, kılıç, Merhab’ın siperlendiği kalkanını ve demirden miğferini kesti.
Başını, ikiye ayırdı.
Merhab’ın başına inen kılıncın çıkardığı ses o kadar fazla idi ki, Hayber karargâhında bulunan Ümm-i Seleme
-“Merhab’ın dişlerine kadar inen kılıcın sesini ben de işittim” demiştir.
Hz. Ali, o gün yahudilerin en namlı kişilerinden sekizini öldürmüştür. Hz. Ali şecaat ve kahramanlığı ile tanınmasına rağmen, düşmanlarıyla döğüşürken onlara acır ve haddi tecavüz etmezdi. Çok cesurdu, her yaptığı işi, insanlığın iyiliğini düşünerek yapardı. Savaşlarda düşmanlarının ölümüne bile acırdı. Çok şefkatli ve merhametliydi. Hz. Ali, servet sahibi değildi. Buna rağmen çok cömert, çok kerimdi. Son derece mütevazı, alçak gönüllü idi. Hakkında birkaç âyet-i kerîme nazil olmuş; kerem, cömertlik, adalet, merhamet ve diğer yüksek faziletleri öğülmüştür. Pek çok hadîs-i şerîflerde meth edilmiştir. Ehl-i sünnetin gözbebeği, kerâmetler hazinesi ve evliyanın reisidir.
Peygamber efendimiz, Aliyyü’l-Murtazâ’yı (r.a.) pek çok severdi. Sevgili kerîmesi (kızı) Hz. Fâtıma’yı, O’nunla evlendirmişti. Bu, Hz. Ali hakkındaki iltifât-ı Nebevînin en yüksek bir nişanesiydi. Bir gün Eshâb-ı kirâmdan bir zümre gazâ için yola çıkmışlardı. Hz. Ali de bunların arasında bulunuyordu. Resûl-i Ekrem efendimiz:
“Yâ Rabbi! Ali’yi bana tekrar göstermedikçe beni öldürme!” diye duâ buyurdu. Bir hadîs-i şerîfte de Aliyyü’l-Murtazâ’ya hitaben: “Seni ancak mü’min olan sever, sana ancak münafık olan buğz eder.” buyurmuştur. Resûlullah (s.a.v.), Hz. Ali ile Fâtıma, Hasan ve Hüseyin’i (r.a.) mübârek abaları ile örterek: “İşte, benim Ehl-i beytim bunlardır.
Yâ Rabbi, bunlardan kötülüğü kaldır ve hepsini temiz eyle!” buyurdukları bildirilmiştir.
İşte bu Ehl-i beyt, “Âl-i Nebî” namıyla, kıyâmete kadar her mü’min tarafından, her namaz ve duâda yâd olunurlar. Hz. Ali, fevkalâde beliğ, fasih konuşurdu. Resûl-i Ekrem (s.a.v.)’den sonra Aliyyü’l-Murtazâ derecesinde beliğ hutbe tertip ve irâd eden bir zât görülmemiştir.
Arap lisânının ilk kaidelerini koyan zât da Hz. Ali’dir. Bir gün Kur’ân-ı kerîm’in yanlış okunduğunu duymuş, bunun üzerine Arap gramerinin ana hatlarını ortaya koyarak buna mâni olmuştu. Zamanının en kudretli hatîblerinden biri idi. Her nutku bir şaheserdir. İslâmiyetin yayılmasında görülen hizmeti büyüktür. Bu vazifeyi herkesten fazla muvaffakiyetle ifâ ederdi.
Kur’ân-ı kerîm lisânına herkesten daha ziyâde âşinâ idi. Kur’ân-ı kerîm’in belâgatine, i’câzına, hakikatlerine herkesten daha ziyâde vâkıftı. Resûl-i Ekrem’den yayılan feyizlerin nûrlarına en evvel kavuşmuş olan Hz. Ali’nin nezih ruhu idi. Onun en büyük bir müfessir olduğunda kimse şüphe etmezdi. Hâsılı Hz. Ali’nin Kur’ân-ı kerîme büyük bir vukûfiyeti vardı. Hattâ bir gün hutbe irâd ederken cemâate hitaben: “Sorunuz! Bana ne sorar iseniz, size cevâbını veririm. Kitâbullah’dan bana sorunuz. Vallahi bir âyet yoktur ki, ben onun gecede mi, gündüzde mi kırda mı, dağda mı, nazil olduğunu bilmiyeyim!..” diye buyurmuştu. Bu sebepten, hakkında birçok rivâyet olup anlaşılması güç mes’elelerde, onun rivâyeti tercih edilmiştir. Hacc-ı Ekber’in, “Kurban Bayramı” olduğuna dâir olan rivâyeti, bunlardan biridir.
Hz. Ali, Ehl-i beytten olması sebebiyle, Peygamber efendimizin sünnetine herkesten daha fazla vâkıf idi. Bu hususta herkesin müracaat kapısı idi. Kendisinden 586 hadîs-i şerîf bildirmiştir. Bunlardan 20 tanesi, hem Sahîh-i Buhârî’de, hem de Sahîh-i Müslimde vardır. Bundan başka 9 hadîs-i şerîf Buhârî’de, 15 hadîs-i şerîf Müslim’de tamamı da Ahmed bin Hanbel’in “Müsned” adlı kitabında vardır.
Hz. Ali, Eshâb-ı kirâmın en büyük fıkıh âlimlerinden idi. Halledilemeyen konular ona havale edilirdi. Peygamber efendimiz onu Yemen’e kadı olarak gönderdi. “Yâ Resûlallah! Ben âlim değilim, Kadılık ahkâmını bilmem” dedi. Mübârek elini göğsüne koyup: “Yâ Rabbi! Kalbine hidâyet, diline doğruluk ver.” diye duâ buyurdu. Hz. Ali buyuruyor ki, bundan sonra ben asla iki kimse arasında hüküm vermekten şüpheye düşmedim. Resûl-i Ekrem (s.a.v.) “Yâ Ali! Benim deveme binip Yemen’e git. Falan dağdaki tepeye geldiğin zaman üzerine çık. Halkın seni karşıladıklarını göreceksin. O zaman (Ey taşlar, ey ağaçlar! Allahın Resûlü size selâm ediyor, diye söyle)” buyurdu. Hz. Ali oraya gidip selâmı tebliğ edince, yeryüzünde bir gürültü, uğultu koptu. Taşlar ve ağaçlar Resûl-i Ekrem’in selâmına: “Salât ve selâm, Allah’ın Resûlünün üzerine olsun” diye cevap verdiler. O tepede bulunanlar, bu hali görünce, hepsi birden imân ettiler.
Peygamber efendimiz (s.a.v.) vefât edince, O yıkayıp kefenledi. Bu son mübârek vazife, ona nasib oldu. Definden sonra, halife seçilen Ebû Bekir’e (r.a.) biat edip, ona devlet işlerinde yardımcı oldu ve kadılık (hâkimlik) görevlerinde bulundu. Hz. Ömer’in halifeliğine de biat edip, halifenin danışmanı ve hâkimliğini yaptı. Hatta Hz. Ömer buyurdu ki: “Şayet Hz. Ali olmasaydı, Ömer helâk olurdu.” Hz. Osman’ın da halifeliğine biat edip, hilâfet işlerinde onun vezirliğini yaptı. Hz. Osman’ın şehid olmasından evvel, gerek kendisi ve gerekse oğulları ile birlikte Hz. Osman’ı korumak için gerekli tedbirleri almıştır. Hz. Osman’ın şehâdetini duyunca da oğullarının yüzüne karşı:
“Siz yaşarken onun şehid düşmesine nasıl imkân bıraktınız?” diye büyük bir teessürle hitap etmiştir.
Hz. Ali, mâni olmaya çalıştığı halde bir türlü önüne geçemediği elim şehâdet vak’ası üzerine Hicrî 35 yılının zilhicce ayında, Medine-i Münevvere’de, halife seçildi. Halife olmasında hiç bir itirâz olmadığından icmâ-ı ümmet ile hilâfet makamına geldi.
Hazret-i Ali (r.a.), 40 (m. 660)’da şehid edildi. Hicretin kırkıncı yılının Ramazan-ı şerîf ayının onyedinci Cuma günü sabah namazına giderken İbni Mülcem adlı bir harici tarafından başına zehirli bir kılıçla vurularak yaralandı. İki gün sonra altmışüç yaşında iken, şehid oldu. Techiz ve tekfini, oğlu Hz. Hasan tarafından yapılmış ve namazı eda olunduktan sonra Kûfe’nin kabristanı sayılan Necef’e defnedilmiştir.
Ebu’l Esved ed-Düelî hazretleri
Ebu’l Esved ed-Düelî hazretleri, Tabiînin büyüklerinden. Fıkıh ve
hadîs âlimlerindendir. İsmi Zâlim bin Amr’dır. Kûfe’de doğup,
Basra’da büyüdü. Tâûn’dan (Vebâ) vefât etti. Edebiyatçı ve şâir bir
zât idi. Hz. Ömer ve Hz. Ali’den çok hadîs-i şerîf bildirmiştir.
Kaidelerin (kuralların) yazılmasına ilk teşebbüs etmiş olması
bakımından, edebiyatın piri dense lâyıktır.
Nâzik ve nükteci bir zât idi. Hz. Ali ile beraber Sıffîn savaşında bulunmuştur.
Ünlü şahsiyetler arasında, isabetli görüşleri ve doğru düşünceleri ile seçkin bir yeri vardır. O, şair ve hazır cevap olup, hadîs ilminde de güvenilir bir râvi idi. Ali bin Ebî Talib, İbni Abbas, Ebû Zer (r.anhüm) ve başka âlimlerden hadîs rivâyet etti. Ondan da, oğlu Yahya bin Ya’mer hadîs-i şerîf bildirdi. Hz. Muaviye ile de görüştü. Hz. Muaviye kendisine ikramda bulundu. Ona Basra Kadılığını verdi.Ebû Esved ed-Düeli hazretleri, buyurdu: “İlimden daha azîz birşey yoktur. Sultanlar, insanlara; âlimler de sultanlara hükmediyorlar”
İmam Zemahşeri Hazretleri
İmam Zemahşeri Hazretleri’nin asıl adı: Kâsım bin Ömer, lakâbı
Allâme Cârüllâh’tır. 1074 (H. 467) senesinde Hârezm’in Zemahşer
kasabasında doğdu. İyi bir tahsil gördü. Tefsir, fıkıh ve lügat
ilimlerinde büyük bir âlimdi. Zemahşerî Hazretlerinin yazmış olduğu
“Keşşâf” isimli tefsiri belâğât ve fesahât bakımından çok önemli
bir tefsirdir. Ehli sünnet âlimleri, belâgatla ilgili bilgileri
onun eserinden faydalanmışlardır. Zemahşeri, amelde hanefî
mezhebinde olmasına rağmen, önceleri itikâd bakımından mü’tezile
mezhebindeydi. İmam Gazalî Hazretlerinin onun yazmış olduğu
“el-Keşşâf” isimli tefsirini cinlere istinsâh ettirmesi ve bir çok
âlim ve ilim talebeleri ve devlet adamlarının huzurunda ona vermesi
üzerine cinlerin varlığını kabul ederek, tevbe edip, ehli sünnet
olmuşlardır. Zemahşerî Hazretleri, 1144 (H. 538) yılında bir arefe
gece Cürcâniye’de vefat etti.
Radıyyüddîn Hasan Sağânî hazretleri
Radıyyüddîn Hasan Sağânî hazretlerinin ismi, Hasan bin
Muhammed bin Hasan bin Haydar’dır. Künyesi Ebü’l-Fedâil olup,
lakabı Radıyyüddîn’dir. 577 (m. 1181) senesinde Safer’in onunda
Lahor’da doğdu.
Hasan Sagânî (r.a.) önce babasından ilim öğrendi. Gazne’ye gidip orada yetişti. 615 (m. 1218) senesinde Bağdad’a gitti.
Burada bir müddet kaldı. Bağdad’dan Hindistan’a, daha sonra hacca gitti. Oradan Yemen’e geçti. Sonra Bağdad’a gitti. Bilâhare Hindistan’a geri döndü. Tekrar Bağdad’a gitti. Lügat ilminde çok yükseldi. Hadîs, fıkıh ve zamanın diğer ilimlerinde de geniş bilgiye sahipti. 650 (m. 1252) târihinde Ramazân-ı şerîf ayında Bağdad’da vefât etti.
Eserlerinden ba’zıları şunlardır:
1)Mecmâ’ul-Bahreyn: Yazma olup Süleymâniye Kütüphânesi’nin Şehid Ali Paşa kısmı, 2673 numarada mevcûttur. Lügat ilmine dâir olup iki cilddir.
2) Et-Tekmile: Sıhah-ı Cevherî’ye tekmile olarak yazılmıştır. Altı cilddir.
3) El-Ubâb: Lügat ilmine dâir olup, harf sırasıyladır. Halîfe Mu’tasım’ın veziri Alkâmi için yazılmıştır.
4) Eş-Şevârid fil-lügat.
5) El-Ezdât,
6) Meşârik-ul-Envâr, hadîs-i şerîfleri ihtivâ eder. Abbasî halîfesi Müstensır için yazılmıştır. Beydâvî şarihi Şeyhzâde Muhammed tarafından şerh edilmiştir.
7) Şerh-i Sahîh-il-Buhârî,
8) Dürr-üs-sehâbeti fî mevâdıa vefeyât-üs-Sahâbe,
9) Şerh-u Ebyât-ıl-mufassal,
10) Yef’ül: Süleymâniye Kütüphânesi’nin Şehid Ali Paşa kısmı, 2719/1 numaralı mecmûada yazması mevcûttur.
11) Muhtasar-ül-Vefeyât,
12) Mâ teferrede bihî Ba’dü eimmet-il-lüga,
13) Ubâb-üz-zâhir. Süleymâniye Kütüphânesi’nin Ayasofya kısmı, 4701 numarada mevcûttur.
14) Ferâid-ül-kalâid: Süleymâniye Kütüphânesi’nin Lâleli kısmı, 1883 numarada mevcûttur.
Radıyyüddîn Ebü’l-Fedâil-Hasan bin Muhammed Sagânî, Süleymâniye Kütüphânesi’nin İ. İsmâil Hakkı kısmı, 387 numarada kayıtlı
HİKMETLER
Müslümanların Sevgisni Kazanmak
İbrâhim Havvâs (k.s.) hazretleri buyurdu:
"Bir müslüman, Allahü teâlânın emir ve yasaklarına ne kadar dikkat edip tatbik ediyorsa, Allahü teâlâ da onu o derece azîz eder. Diğer müslümanların kalbine de onun sevgisini verir."
Âlim
İbrâhim Havvâs (k.s.) hazretleri buyurdu:
"Esas âlim, ilmi ile amel edendir."
Allâhü Teâlâ Hazretlerinin Sevdiği Kişiler
Seyyid İbrâhim Desûkî hazretleri, buyurdu:
"Cenâb-ı Hak şu kimseleri sever: İffetli ve kalbi temiz olanı, elini fenâlıktan men edeni, dilini gıybetten ve lüzumsuz sözden koruyanı, edep yerine sâhib olanı, iyilik, ikrâm ve ihsâna koşanı, dâimâ Allahü teâlâyı hatırlayanı, affetmeyi seveni."
Allâhın Sevgisi
İbn-i Vefâ hazretleri, buyurdu:
"Allahü teâlâ kimin kalbini kendi sevgisi ile doldurursa, onun kalbi başka bir şeyle meşgûl olmaz. Çünkü o, görünüşte halkla, iç hali ile de Allahü teâlâ iledir."
Zaruri İlimler
İbn-i Semmâk hazretleri buyurdu:
"Zarûrî din bilgilerini alıp, faydasız şeyleri terk etmek, akıl sâhiplerinin işidir."