Kutlu doğum tartışmaları
Aslında Peygamberin doğumunu kutlama geleneği bizde çok eskilere kadar uzanmaktadır. Bu konudaki en meşhur uygulama 1400’lü yıllarda Süleyman Çelebi tarafından yazılmış bir Na’t olan Mevlut’tur. Bu mevlut, o kadar beğenildi ki birçok dile çevrildi ve Resulullah (sav)’in doğum günlerinde anmak için okunmaya başlandı. Hatta Osmanlılarda Mevlithanlar oluştu ve bu işi bir meslek haline getiren bir kesim haline geldi. Mevlut, zamanla bir kutlamadan çok kendine ait törenleri ve adabı olan bir dini anma gününe dönüştü…
Tabi ki beraberinde bu günü kutlamanın doğru olup olmadığı tartışmasını yani “bidat” tartışmasını da doğurdu. Kimi kesimlerce şiddetle yerilen bir uygulama olurken, kimi kesimlerce de aynı şiddetle savunulan bir uygulama haline geldi. Böylece insanlar ikiye ayrılmış oldular. Fakat sonuçta geniş halk kitleleri bu günü benimsedikleri gibi, her şeyin arkasında (Sünnetlerde, Evliliklerde, Nişanlarda, Ölünün arkasında….) bir mevlut okuma geleneği de yaygınlaştı.
Ama aslında mevludu kutsal bir metin gibi görmemek ve sadece bir şiir olduğunu kabul etmek kaydıyla Peygamberin doğumunu kutlamanın ve anmanın kötü bir yanı olmadığı gibi, o günde Resulullah (sav)’in doğumunu kutlamak ve bu vesileyle onu anmak, arkasından onun şerefine ikramda bulunmak da yanlış değildir. Yani her sonradan meydana gelen bidat kötü değildir. (bidaatı hasene) önemli olan, bunu dini bir iş haline getirmemektir. Samimi insanların bir araya gelip peygamberi anmaları ve dua etmeleri onlara tabi ki bir ecir olarak dönecektir.
Tarihimizde oluşmuş olan bu geleneği Diyanet İşleri Başkanlığı günümüz şartlarına uyarlamaya ve bu vesileyle Peygamberimizin doğumunu anmayı bir devlet sistemi içerisine dahil edip geniş kitlelere ulaşmaya çalıştı. Yani özellikle resmi kurumlarda Peygamberi anmak için bir takım düzenlemeler yaptı. 1989 yılında Mevlit uygulamalarının Miladi Takvime dönüştürülmesi ve resmi programlarla anılması projesi hazırlandı. Peygamberimizin doğumunun miladi takvimine göre olan tarihi 20-27 Nisan aralığı bir “Kutlu Doğum Haftası” olarak düzenlendi…
İşte asıl tartışma bundan sonra başladı. Bu konuda insanlar kendi meşreplerine göre çeşitli görüşlere ayrıldılar. Bunlar;
- Mevlutte olduğu gibi bu uygulamayı da bidat kabule edenler,
- Peygamberimizin doğumunun miladi takvime endekslenmesine karşı çıkanlar,
- Kutlu Doğum programlarının 23 Nisan kutlamalarına alternatif oluşturmak amacına yönelik olduğunu savunan Kemalist ve laik çevreler
- Bunun bir Feto projesi olduğunu savunanlar,
- Bu etkinliklerle geniş kitlelere ulaşıldığını söyleyip her şeye rağmen bu çalışmayı savunanlar.
Kutlu Doğum Etkinlikleri bu tartışmalar ekseninde çeşitli zamanlarda müdahalelere uğradı. Özellikle Kemalist ve Laik çevreler kutlu doğum etkinliklerinin yaygınlık kazanması, yurt dışı ve yurt içi resmi programlarda gösterilmesine çok tepki gösterdiler. 28 Şubat sürecinde Kutlu Doğum etkinlikleri sönük geçerken, Diyanet artan 23 Nisan’a alternatif oluyor eleştirisine karşı programın tarihini bir hafta öne çekerek 20 Nisan’da bitecek şekilde yeniden ayarlama ihtiyacı hissetti. Fakat buna rağmen laik ve Kemalist kesimlerin kutlu doğum düşmanlıkları bitmedi. Çünkü onlar, bu gün vesilesiyle başta okullarda olmak üzere tüm devlet protokollerinde Peygamberimizin anılmasını kabullenmek istemediler.
Dışardan gelen bu eleştirilere bir de içerden dini çevrelerce yapılan eleştiriler dikkat çekmiştir. Bunların başında Kutlu Doğumun bir bidat olduğunu savunanlar ile Peygamberin doğumunun miladi takvime sabitlenmesi gelir. Kutlu Doğumun bidat olduğunu savunan kesimlerin başında Selefi akımın temsilcileri gelmesi gerekirken (çünkü bu tür tartışmaları genelde onlar çıkarır) daha çok tasavvufi çevrelerden gelmesi de ilginç bir paradoks olmuştur. Bu çevrelerin Mevlute özel bir önem atfetmeleri ve yıllarca mevlutu kutlamalarına rağmen, kutlu doğuma bidat demeleri ayrı bir dikkate değer durumdur. Yıllarca kendilerine mevlut kutladıkları için yöneltilen bir eleştiriyi bu sefer onlar karşı tarafa kullanmaktadırlar. Bu durum, aynı zamanda dini kavramların nasıl da farklı zaviyelerden kullandığımızı göstermesi açısından da ilginçtir. Sonuçta Kutlu Doğum ne kadar bir bidatse, mevlut de o kadar bir bidaattır. İkisi de Resulullah (sav) zamanında olmayıp sonradan ortaya çıkması açısından bidat tanımına uygundur. Fakat kitlelere inme ve Resulullah (sav)i anmaya insanlara tanıtmaya vesile olması açısından da güzel bir uygulamadır.
Fakat maslahat ve genel ilkelere aykırılık açısından incelenmesi gereken bir mesele tarihsel olarak incelendiğinde böyle tenakuzlar doğması kaçınılmaz olmaktadır.
Bu konuda en dikkate değer eleştiri Kutlu Doğumun zamanlamasına yönelik olmasıdır. Yani Peygamberin doğumunun miladi takvime göre düzenlenmesi, peşinden diğer dini günlerimiz için de bir kapı aralama tehlikesini doğurabilmektedir. Bu konuda en çok sesi çıkanlar Yaşar Nuri, Cübbeli Ahmet ve Muhammed Emin Er hocalar olmuş ve peygamberin doğumunun miladi takvime göre düzenlenmesini doğru bulmamışlardır.
Artan bu eleştiri üzerine hükümet cenahı, bu günü hicri takvime göre düzenlemeyi bir seçenek olarak sunarken, projenin sahibi olan Diyanet daha farklı bir çözüm önermiştir. Diyanet, bu günü bir kutlu doğum olmaktan çıkartıp “Siret Haftası” olarak düzenlemeyi talep etmiştir. Böylece hem miladi ve hem de hicri takvime göre oluşmuş olan iki ayrı doğum günü kutlaması yani paralel kutlamalar ortadan kalkmış olacaktır.
Bana göre Başkan Mehmet Görmez sorunu güzel bir şekilde çözerek tartışmaya son noktayı koymuştur. Fakat ilginç olan, özellikle tasavvufi çevrelerde hala bu tartışmanın sürmesi ve onların müntesiplerinin hakarete ve dışlamaya varan eleştirilerinin devam etmesidir. Bu durum, onların başındaki kanaat önderleriyle görüşmek gerektiğini bize göstermektedir. Çünkü bu tartışma dili, gittikçe dozajını artırdığı gibi ötekileştirici sürece yani kutuplaşmaya doğru gitmektedir. Kanaat önderlerinin bir an önce duruma müdahale etmeleri iyi olur.
Bu arada bazı çevreler, Kutlu Doğumun bir FETÖ projesi olduğunu dile getirmelerinin temel amacı diyaneti itibarsızlaştırmak ve her işlerine gelmeyen olayı FETÖ ile ilsaklandırarak mevzi kazanmak olduğunu düşünüyoruz.
Kutlu Doğum projesinin “Siret Haftası” olarak düzenlenmesi ve bu konuda görüş belirten tüm tarafların ikna edilmesi güzel bir gelişme olacaktır. Diyanetin bir an önce farklı görüş belirten ve ikna olmamış taraflarla görüşerek bir diyalog zemini oluşturması gerekir. Ülkemizde eksik olan iletişimsizliktir. Bir an önce iletişim köprüleri kurarak aramızdaki uhuvveti güçlendirecektir.