Kafkaslar ve Türkiye’nin Kafkaslar Politikası
Türkiye, SSCB’nin dağılmasından sonra bağımsızlığını kazanan Azerbaycan, Gürcistan ve Ermenistan’ı aynı anda tanımıştır. Türkiye’nin bölge ile ilişkisinin temelinde Hazar enerji havzasına ulaşma ve buradaki enerjinin borularla Türkiye üzerinden Avrupa’ya taşınması oluşturmuştur.
Türkiye, Kafkasya’ya yönelik politikalarının temel hedeflerini, bölge ülkelerinin bağımsızlığına, toprak bütünlüğüne ve içişlerine karışmama ilkesine saygılı, eşitlik ve iyi komşuluk esaslarına dayanan dostane ilişkilerin kurulması ve bunun karşılıklı ortak çıkarlara hizmet eden çok taraflı bir işbirliğine dönüştürülmesi olarak belirlemiştir.
1858-1863 yılları arasında Türkiye’ye sığınan Kafkasların sayısı 1.5 milyondur. Türkiye, Kafkas halkları ile kardeş ülkedir. Türkiye’nin Orta Asya ile arasındaki ilişki Kafkaslar üzerinden sağlanacağından bölge ile yakın ilişki kurmak zorundadır. Kafkaslar, bir dil, din, mezhep ve etnik mozaiktir. Toplam 25 milyon nüfusa sahip olan Kafkaslarda 40 civarında farklı dil ve lehçe konuşulmaktadır. Bu nedenle bölgedeki ortak dil ve yazı dili Rusça’dır. Kafkasya’da 3 bağımsız cumhuriyet (Azarbaycan, Ermenistan ve Gürcistan) ile 10 özerk Cumhuriyet bulunmaktadır.
Kafkasları etnik yapı olarak üç grupta incelemek gerekir.
- Türk soyundan olanlar; Azeriler (Güney Kafkasya), Kumuk, Karaçay, Balkar ve Nogaylar (Kuzey Kafkasya)
- İndo-Germenler; Ermeniler ve Osetinlerdir.
- İber-Kafkas Halkları; Bunlar da Gürcü, Dağıstanlar, Abhaza ve Çeçenlerdir.
Dini açıdan da çeşitlik göstermektedir. Bölgenin %60’i Müslüman, %43 Hristiyan ve %0,4 Musevidir. Hristiyanlar da kendi içerisinde bölünmüş olup Ortodoks ve Gregoryen mezhebine bağlıyken, Müslümanlar da Şii, Sünni (Şafi ve Hanefi) mezhebi olarak ayrılmışlardır.
Rusya, İran ve Türkiye arasında Kafkas egemenliği uğruna yüzyıllarca savaş yapılmıştır. Osmanlı Devleti bu rekabette İran’ı saf dışı bırakırken Ruslar tarafından da saf dışı bırakılmıştır. Kafkaslarda son hamlemizi Birinci Dünya savaşında kurduğumuz Kafkas-İslam ordusu ile yaparak Azerbaycan’ın Ermeni işgaline uğramasını engellemiş olduk. Osmanlı için bölge, Orta Asya Türk toplulukları ile ilişkileri kurmayı sağlayan bir geçiş güzergahı, Kırım’ın güvenliğini sağlayan bir unsur, İran’ı kuzeyden kuşatmaya yarayan bir bölge ve Rusya’nın da bölgeye sarkmasını engelleyen bölge olarak görmüştür. Rusya da aynı şekilde baktığı gibi Avrupalılar için de Hazar denizi ve zengin yeraltı kaynakları bakımından önem kazanmıştır. Osmanlı Devleti, Rusya’nın Kafkaslara sarkmasını engellemek, Kırım’ın güvenliğini sağlamak, İran savaşlarında üstünlük elde etmek ve Orta Asya ile irtibat kurmak amacıyla Don-Volga deniz yolu projesine başladı. Fakat Sokullu Mehmet Paşa’nın ölmesi ve Kırım Devleti’nin projeyi baltalamak istemesi nedeniyle başarısız oldu. Bu başarısızlık bizim Kafkaslarda güçlü bir şekilde bulunmamızı da engellemiş oldu.
Türkiye – Kafkasya ilişkileri ve politikasına baktığımızda da şunu görürüz:
- Rusya ile aramızda tampon bölge görevini görmesi,
- Hazar Petrollerinin ülkemiz üzerinden Avrupa’ya taşınması,
- Kardeş topluluklarının ve tarihsel ilişkilerinin olduğu coğrafya olması.
Kafkaslarda her ne kadar Türkiye dostu bir iklim olsa da Ermenistan’ın bölgedeki varlığı tüm ilişkileri zor zemine hapsetmektedir. Ermenistan’ın Rusya ve Avrupa ülkeleri ile kurduğu yakın ilişki, Türkiye ile tarihten gelen husumet, bölgede ortak tavır alınmasını engellemektedir. Ermenistan ile yakın vadede tüm sorunların çözülmesi imkânsız olsa da ticari partnerlikle başlayacak ilişkiler, diplomatik ilişkilerdeki tansiyonu düşürebilir. Ermenistan’ın Azerbaycan ile yaşadığı sorunlar ve Dağlık Karabağ’ı işgal altında tutması da ilişkileri zora sokmaktadır. Buna rağmen, Ermenistan’ın gelişmek için Türkiye’ye ihtiyacı olduğunu düşünmesi, ilişkileri geliştirme potansiyeline ulaşmamızı sağlar.
İran ise, bölgede Türkiye ve Azerbaycan’a karşı Ermenistan’ı bir denge unsuru olarak görmekte ve Ermenistan ile çok yakın ilişki içerisinde bulunmaktadır. İran’ın bölge ile ilgili siyaseti iyi takip edilmelidir. Türkiye’nin bölgede önünü kesecek hamleler İran tarafından gerçekleşebilir. İran’ın; Rusya ve Ermenistan ile yakın ilişki içinde olması onun elini kuvvetlendirirken Güney Azerbaycan’ı işgal altında tutması da zayıf noktasıdır. Fakat İran, Azerbaycan’ı Şiilik kartı ile vurup bize karşı kullanma temayülleri gösterse de milli bilince sahip Azeriler bu oyuna gelmemektedir. Ancak İran’daki Azerilerin İran üst yönetiminde bulunması ve dini hiyerarşide Ayetullahlık makamına kadar yükselmesi İran’ın elinin de zayıf olmadığını göstermektedir.
Türkiye’nin Ermenistan ile ilişkileri makul bir seviyeye taşıması bölge için kazanım olacaktır. Türkiye’nin Ermenistan ile tarihten gelen problemlere rağmen ilişkilerini düzeltmeye çalışması uzun vadede çıkarına olacaktır. Çünkü Türkiye’nin olmadığı bir Ermeni pazarında yerini İran ve Rusya dolduracaktır ve bu devletlerle Türkiye arasında bölgede ciddi rekabet ve çıkar çatışması bulunmaktadır. Türkiye’nin en azından Ermenistan’da bir etki oluşturarak denge unsuru olması gerekir. Bölgede oluşabilecek bir istikrarsızlık en çok Rusya’nın işine gelecek ve bu istikrarsızlık Rusya’yı bölgeye davet edecektir.
Ermenistan ile ilişkiler, tarihten gelen sorunlardan dolayı istenen seviyede olmamıştır. Ermenistan’ın “soykırım” iddialarını gündeme getirmesi ve tarihe sıkışmış olması ilişkilerin gelişmesini engellemiştir. Ayrıca; Ermenistan’ın Azerbaycan’ın Kelbecer bölgesini işgal etmesi de iki devletin ilişkilerini bozmuştur. Türkiye’nin Ermenistan ile ilişkileri Ermenistan’ın düşmanca tutumundan vaz geçmesi ve işgal ettiği Azerbaycan’ın topraklarından çekilmesi ile gelişecektir.
Kafkaslarda en yakın ilişki içinde olduğumuz devlet Azerbaycan oldu. Türkiye’nin Azerbaycan ile ilişkileri dostluk ve kardeşlik üzerini kuruludur ve her ne olursa olsun sürdürülmek mecburiyetindedir. Azerbaycan lideri Haydar Aliyev’in dediği gibi “Bir millet, iki devlet” prensibi tüm ilişkinin biçimini özetlemiş oldu.
Türkiye, Azerbaycan’ı her alanda desteklediği gibi Ermenistan ile yaşanan Yukarı Karabağ sorununda da desteklemiş ve Ermenistan ile sınırlarını kapatmıştır. Azerbaycan ile siyasi ilişkilerin yanında yoğun bir ekonomik ilişki de kuruldu. Özellikle Bakü-Tiflis-Ceyhan Petrol Boru Hattı ve Bakü-Tiflis-Erzurum Doğal Gaz Boru Hattı ilişkilere farklı bir boyut kattı. Ayrıca Hazar Denizi’nden çıkan doğal gazın Avrupa’ya taşınmasını sağlayan Nabucco projesi ve Trans Anadolu Doğal Gaz Boru Hattı Projesi TANAP’da üzerinde çalışılan projeler olmuştur. Azerbaycan ile askerî alanda da işbirliğini sağlayan “Stratejik ortaklık ve karşılıklı yardımla ilgili” antlaşma ile iki ülke, stratejik ortak olmuştur.
Türkiye, 1991’de bağımsızlığını elde eden Gürcistan ile de diplomatik ve ticari ilişkilerini geliştirmeye çalışmıştır. Türkiye, Gürcistan’ın toprak bütünlüğünü savunmuş, Gürcistan ve Rusya arasındaki savaşta ABD askerî gemilerinin Karadeniz’e geçişine izin vermiş, bu durum ilişkilerin gelişmesini sağlamıştır.
Türkiye’nin Gürcistan ile ilişkileri beklenenin çok üzerinde seyretmiştir. Gürcistan’ı ilk tanıyan devlet olduğumuz gibi, Rusya ve Gürcistan arasında yaşanan savaşta arabuluculuk yapması da iki ülkeyi yakınlaştırmıştır. Gürcülerin bir kısmının Müslüman olması da iki ülke ilişkileri için bir avantaj hüviyetine sahiptir.
“Türkiye için kardeş halklarla dolu Kafkasya ile ilgilenmek, her bakımdan zorunludur. Üstelik Kafkaslar Türkiye’yi Orta Asya’ya bağlayan kuşak içinde stratejik açıdan anahtar konumunda olduğu gibi Kafkas ülkeleri için de Türkiye, onların Batı dünyasına açılan kapılarıdır. Türkiye Kafkaslarla eskiyi ihya amacıyla ilgilenmemektedir. Aksine, Türkiye’nin barış ve istikrar arayışı, yakın eksenindeki Kafkasya’nın bir barış kıtası olmasını istemesi, bu ilginin asıl sebebidir. Bölgedeki huzursuzluk, daimî surette Rusya gibi, Batı dünyasının da işine yaramıştır ve halen yaramaktadır. Rusya, Türkiye olmadan Kafkasya’da kendisini hep daha rahat hissetmiştir.
Batı dünyası ise, coğrafî olarak uzak bulunduğu ve Rusya faktörü nedeniyle kolay ulaşamadığı Kafkasya’ya, Türkiye vasıtasıyla kolayca ulaşma ve bölgede var olma arzusundadır. Oysa bu tür müdahalelerin yaramadığı tek ülke Türkiye’dir. Bitişik olduğu bu coğrafyaya, hem Rusya faktörü yüzünden, hem de batının çıkarcı yaklaşımları ve Rusya’nın batının Kafkasya’da bulunma ihtimaline duyduğu tepkiler nedeniyle adeta uzak bir ülke konumunda kalmıştır.
2006’da dünyanın ikinci en uzun petrol boru hattı projesi olan Bakû-Tiflis-Ceyhan projesini hayata geçirerek ve bir yıl sonra da Bakû-Tiflis-Erzurum doğal gaz boru hattı projesine geçerlilik kazandırarak Rusya’ya karşı büyük avantajlar elde eden Türkiye, günümüze uzanan süreçte Rusya’ya olan önemli derecedeki enerji bağımlılığı nedeniyle, Kafkaslarda etkinliğini artırırken ve artırmayı sürdürürken, Rusya’nın tepkisini de kendi üzerine çok fazla çekmemeye özellikle dikkat etmektedir ve enerji bağımlılığı devam ettikçe de dikkat etmelidir.
Türkiye’nin yanı başındaki Kafkasya kıtasına karşı zaman zaman yansıttığı ilgisizliği ve onun getirdiği sorunların tekrar gündeme gelmesi istenmiyorsa, Türkiye Cumhuriyeti Kafkasya politikalarını yeniden gözden geçirmeli, sürekli güncellemeli ve bu politikaları devletin birinci derecede öncelikleri arasına koymalıdır. Bu sadece, devletin bu bölgeyle ilgili çıkarları ve Türk Dünyası ile bağlantılarını temin etme açısından değil, istikbaldeki güvenliği, emniyeti ve bölgedeki çıkarları açısından da en gerekli hususlardan birisidir.” (Enis Şahin, Yeni Türkiye 71/2015)
Türkiye için kardeş halklarla dolu Kafkasya ile ilgilenmek, her bakımdan zorunludur. Üstelik Kafkaslar Türkiye’yi Orta Asya’ya bağlayan kuşak içinde stratejik açıdan anahtar konumunda olduğu gibi Kafkas ülkeleri için de Türkiye, onların Batı dünyasına açılan kapılarıdır.