İsrail, kurulduğu 1948 yılından bu yana Orta Doğu’da çatışmaların merkezinde yer alan bir devlet olmuştur. Filistin topraklarında İsrail devleti kurulurken başlayan çatışmalar, günümüzde sadece bölgesel değil, küresel bir soruna dönüşmüş durumda.

İsrail'in politikaları ve attığı adımlar, sadece Filistin’de değil, tüm dünyada siyasi, ekonomik ve toplumsal sonuçlar doğurmakta.

Son dönemde ise İsrail’in ateşi tüm dünyaya yaymak istediği düşüncesi, farklı analizlerle gündeme taşınıyor. Peki, bu ateşin kaynağı ne? İsrail, gerçekten küresel bir çatışmanın fitilini mi ateşliyor? Bu sorulara yanıt aramak için hem tarihi süreçleri hem de güncel olayları detaylı bir şekilde analiz etmek gerekecek. 

İsrail’in Güvenlik Stratejisi ve Bölgesel Dinamikler

İsrail’in güvenlik stratejisi, çevresindeki tehdit algılarına dayanıyor. 1948’den bu yana Arap-İsrail savaşları, Filistin meselesi, İran ile olan gerginlikler ve Lübnan’daki Hizbullah gibi unsurlar, İsrail’in sürekli bir güvenlik krizi yaşamasına yol açtı.

İsrail, kendisini çevreleyen coğrafyada düşman olarak gördüğü unsurlarla çevrili olduğunu savunarak, savunma politikalarını sürekli olarak agresif bir şekilde yürütmüştür.

İsrail’in bu agresif stratejisi, özellikle 2000’lerden sonra farklı bir boyut kazandı. Özellikle 2010’larda Arap Baharı’nın ardından bölgedeki ülkelerin zayıflaması, İsrail’in bölgesel hâkimiyet kurma arzusunu daha da belirgin hale getirdi.

Ancak bu durum, sadece bölgesel sınırlarla kalmayarak, küresel güçler arasında da bir kutuplaşmaya yol açtı. ABD, İsrail’in en büyük destekçisi olarak pozisyonunu korurken, Rusya ve Çin gibi büyük güçler de bölgedeki güç dengesinde söz sahibi olmak için farklı politikalar izlemekte. 

Filistin Meselesi: Ateşi Körükleyen En Önemli Faktör

Filistin, İsrail’in küresel politikalarının en büyük tetikleyicilerinden biri.

Özellikle Gazze Şeridi ve Batı Şeria’da İsrail’in yürüttüğü işgal politikaları, sadece bölge ülkelerinde değil, tüm dünyada tepki çekmeye devam ediyor.

İsrail’in bu bölgelerde yürüttüğü yerleşim politikaları, Filistin halkının haklarının sürekli olarak gasp edilmesi anlamına geliyor.

Bu durum, İslam dünyasında büyük bir öfke yaratırken, Batı'daki bazı ülkelerde de insan hakları ihlalleri konusunda sert eleştiriler alıyor. Bu mesele, İsrail’in küresel bir ateşi yayma politikası olarak da yorumlanabilir.

Filistin’de uygulanan işgal ve yerleşim politikaları, bölgedeki Müslüman halklar ve İslam dünyasında büyük bir tepkiye yol açarken, bu tepkiler, küresel çapta radikalleşmeyi tetikleyebilecek bir dinamiği de barındırıyor.

İsrail, kendisine karşı oluşan bu tepkileri küresel bir terör tehdidi olarak göstermekte ve bunu kendi güvenlik politikalarını meşrulaştırmak için kullanmakta.  

İsrail-ABD İttifakı: Küresel Güç Mücadelesi

İsrail'in ateşi tüm dünyaya yayma politikasında en önemli müttefiki şüphesiz ABD'dir.

ABD, Orta Doğu’da İsrail’in güvenliği için sürekli bir koruma kalkanı görevi üstlenmiş, askeri ve diplomatik destek sağlamıştır.

Ancak bu ittifak, sadece İsrail’in güvenliğiyle sınırlı değildir; ABD’nin Orta Doğu’daki stratejik çıkarları, İsrail’le olan bu ittifakı daha da güçlendirmiştir.

ABD’nin İsrail’i destekleyen politikaları, özellikle Müslüman ülkelerle olan ilişkilerinde büyük bir çatışma yaratmış durumda.

Filistin meselesinde ABD’nin sürekli İsrail’den yana tavır alması, bölgedeki Müslüman ülkelerin ABD’ye karşı güvenini zayıflatmış ve radikal unsurların doğmasına zemin hazırlamıştır.

Özellikle 11 Eylül sonrası dönemde ABD’nin Orta Doğu’da yürüttüğü savaşlar ve İsrail’e verdiği kesintisiz destek, bölgedeki çatışmaların küresel bir boyuta taşınmasına neden olmuştur. 

İran ve İsrail Arasındaki Çatışma: Ateşin Büyüme Tehlikesi

İran, İsrail için en büyük tehditlerden biri olarak görülmektedir.

İsrail, İran’ın nükleer programını kendi güvenliği için büyük bir tehlike olarak algılamakta ve bu konuda uluslararası kamuoyunu harekete geçirmeye çalışmaktadır.

Özellikle ABD ile İran arasında yürütülen nükleer müzakerelerde İsrail’in sürekli bir engelleyici rol oynaması, bu çatışmanın sadece bölgesel değil, küresel bir kriz haline gelmesine yol açtı.

İsrail’in İran’a karşı yürüttüğü bu düşmanlık politikası, aslında sadece iki ülke arasındaki bir mesele değildir.

İsrail, bu çatışmayı küresel bir kriz haline getirmek için çeşitli diplomatik hamlelerde bulunmakta, özellikle ABD ve Batı ülkelerini İran’a karşı harekete geçmeye zorlamaktadır.

Bu da bölgede yaşanabilecek bir sıcak çatışmanın sadece Orta Doğu’yla sınırlı kalmayıp, küresel çapta büyük bir savaşın tetikleyicisi olabileceği endişelerini artırmaktadır. 

Küresel Bir Ateşin Eşiğinde İsrail’in bölgesel stratejileri ve politikaları, Orta Doğu’nun çok ötesine geçerek tüm dünyayı etkileyen bir ateşin fitilini ateşlemektedir.

Filistin meselesi, İran ile olan çatışma, ABD ile kurulan stratejik ittifak ve bölgedeki diğer aktörlerle yaşanan sürtüşmeler, bu ateşin yalnızca bölgesel sınırlar içinde kalmayıp küresel bir tehdit haline dönüşmesine yol açmaktadır.

İsrail’in bu politikaları, sürekli olarak bölgede tansiyonu yükseltmekte ve uluslararası arenada barışın tesis edilmesini zorlaştırmaktadır.

Özellikle Filistin topraklarında süregelen işgal politikaları, bölgede ve dünya genelinde radikal unsurların ortaya çıkmasına zemin hazırlamaktadır.

İsrail’in bu eylemleri, İslam dünyasında büyük bir öfkeye yol açarken, Batı’da dahi insan hakları ihlalleri konusunda ciddi eleştiriler almaktadır.

Bu da İsrail’in sadece bölgesel bir sorun olmaktan çıkarak, uluslararası bir çatışmanın merkezine yerleşmesine neden olmaktadır.

Radikalizmin yükselmesi, özellikle Avrupa ve Amerika’da güvenlik tehditlerinin artmasına yol açarken, İsrail’in bu politikaları dünya genelinde bir dengesizliğin kaynağı olarak görülmeye başlamıştır.

İran meselesi de bu küresel ateşin bir başka önemli boyutunu oluşturmaktadır. 

İsrail’in İran’a karşı izlediği sert politika, sadece iki ülke arasında değil, dünya genelinde büyük bir kutuplaşmaya yol açmaktadır.

İran’ın nükleer programına karşı yürütülen diplomatik ve askeri baskılar, İsrail’in güvenlik kaygılarıyla birleştiğinde, bu çatışmanın bir dünya savaşına dönüşme potansiyelini barındırmaktadır.

İsrail’in ABD’yi ve Batı ülkelerini İran’a karşı harekete geçirme çabaları, uluslararası dengeleri sarsabilecek bir noktaya ulaşmış durumdadır. Bunun yanında İsrail’in küresel arenadaki en büyük destekçisi olan ABD ile olan stratejik ittifakı, Orta Doğu’daki diğer aktörlerle olan ilişkilerini de doğrudan etkilemektedir.

Özellikle Müslüman ülkelerle olan ilişkilerde büyük bir gerilime neden olan bu ittifak, İsrail’in bölgesel çıkarlarını koruma adına dünya genelinde yeni çatışma alanlarının doğmasına neden olmuştur.

ABD’nin İsrail’e verdiği askeri ve siyasi destek, bu bölgelerdeki radikal unsurları güçlendirirken, aynı zamanda dünya barışını da tehdit eden bir unsura dönüşmüştür.

Sonuç olarak, İsrail’in bölgede izlediği politikalar, sadece kendi güvenliği ve çıkarları için değil, küresel anlamda istikrarsızlık yaratan bir boyuta ulaşmıştır. Bölgedeki çatışmaların çözülmesi, sadece İsrail’in politikalarına değil, aynı zamanda uluslararası aktörlerin daha dengeli ve barışçıl bir yaklaşım sergilemesine bağlıdır.

Aksi takdirde, İsrail’in ateşi tüm dünyayı saracak ve küresel çapta bir felaketin kapısını aralayacaktır. Bu noktada uluslararası toplumun, İsrail’in politikalarına karşı daha yapıcı ve barışçıl adımlar atması büyük bir önem taşımaktadır.

Orta Doğu’da başlayan bu ateş, küresel bir yangına dönüşmeden önce diplomatik çözümler ön plana çıkartılmalı ve tüm tarafların dahil olduğu bir barış süreci başlatılmalıdır. Ancak böyle bir adım, dünya genelinde barış ve istikrarın sağlanması için gerçek bir umut olabilir.