Günümüzde toplumları saran şiddet, cinayet ve genel anlamda artan hoşgörüsüzlük, bizleri derin bir sorgulamaya itiyor: İnsanlar neden bu kadar tahammülsüz hale geldi? Bu sorunun yanıtını ararken, ekonomik sıkıntılar, ahlaki çöküş ve uyuşturucunun yarattığı toplumsal sorunlar göz ardı edilemez.

Ekonomik sıkıntılar, insanların yaşam kalitesini ve psikolojik durumunu doğrudan etkiliyor. İşsizlik, alım gücünün günden güne düştüğü bir ortamda, insanlar gelecek konusunda umutsuzluk yaşamaya başlıyor. Geleceğe dair belirsizlik, toplumsal stres ve huzursuzluğu beraberinde getiriyor. Sabah kalkıp işe gitmek bile birçok insan için artık bir eziyet haline gelmiş durumda. Çünkü ne kadar çalışırlarsa çalışsınlar, faturalarını ödemekte ve temel ihtiyaçlarını bile karşılamakta zorlanıyorlar.

Bu umutsuzluk, insanları daha sinirli, daha tahammülsüz hale getiriyor. Eskiden gülüp geçilecek şeyler, artık tartışma konusu oluyor. Bir trafik sıkışıklığında, market sırasındaki küçük bir anlaşmazlıkta bile insanlar hemen sinirlenip kavga etmeye başlıyor.

Ahlaki değerlerde yaşanan erozyon ise toplumun temel yapı taşlarını zayıflatıyor. 

Televizyonu açıyorsun, interneti açıyorsun her yerde aynı şey: Şiddet, kavga, sahtekârlık… Gençler bunları izleyerek büyüyor, yanlış olanı normal sanıyor. Eskiden utanılacak şeyler şimdi marifet gibi anlatılıyor. Hırsızlık, dolandırıcılık sıradanlaştı. İnsanlar dürüstçe çalışmak yerine kısa yoldan köşeyi dönmeye çalışıyor. Ahlak diye bir şey kalmayınca da herkes birbirine düşman kesiliyor.

Eskiden insanlar birbirine karşı daha saygılıydı. Komşuluk ilişkileri güçlüydü, büyükler küçüklere öğüt verir, gençler yaşlılara hürmet ederdi. Ancak günümüzde bireysellik ön plana çıkmaya başladı. İnsanlar sadece kendi çıkarlarını düşünür hale geldi. Dayanışma ve yardımlaşma yerine bencillik ve umursamazlık aldı başını gitti.

İnsanlar artık gerçek hayatta daha az konuşuyor, daha az empati yapıyor. Dijital dünya, insanları duygusuzlaştırıyor ve yüz yüze iletişimi zayıflatıyor. Bu da toplumsal bağların kopmasına, saygının ve hoşgörünün azalmasına neden oluyor.

Uyuşturucu kullanımı ise bu karmaşanın üzerine ekstra bir yük bindiriyor. Uyuşturucu, bireylerin hem fiziksel hem de zihinsel sağlığını yok ederken, sosyal çevrelerine de zarar veriyor. Bağımlılık, aile yapısını çökerten, bireyleri suç dünyasına çeken ve dolayısıyla toplumsal huzuru bozan bir unsur olarak karşımıza çıkıyor. Uyuşturucunun etkisi altındaki bireyler, çoğu zaman gerçeklikten koparak, kontrol edemedikleri öfke patlamaları ve şiddet olaylarına imza atabiliyor. Bu durum, toplumda daha fazla cinayete, kavga ve diğer suç unsurlarının artmasına yol açıyor. Özellikle genç nüfus arasında uyuşturucu kullanımının artması, geleceğe yönelik büyük bir tehdit olarak değerlendirilmeli.

Tüm bu unsurların bir araya gelmesi, toplumsal yapıyı sarsan ve bireyler arasında sürekli bir çatışma ortamı oluşturan bir “çıkmaz”ı oluşturuyor. Ekonomik belirsizlik, ahlaki değerlerin kaybolması ve uyuşturucunun yaygınlaşması; bireylerin birbirlerine olan saygısını, sabrını ve hoşgörüsünü zedeliyor. Bu durum, toplumsal barışın yerini kaosa, hoşgörünün yerini ise tahammülsüzlüğe bırakıyor.

Çözümün anahtarı, toplumun tüm kesimlerini kapsayan bütüncül yaklaşımlarda yatıyor. Ekonomik sıkıntıların giderilmesi, eğitim ve sosyal politikaların güçlendirilmesi; ahlaki değerlerin yeniden inşa edilmesi ve uyuşturucu ile mücadelede kararlı adımların atılması, bu çıkmazdan çıkmanın yolları arasında yer alıyor. 

Günümüz toplumunda artan tahammülsüzlük, sadece bireysel sorunlardan kaynaklanmıyor; derin ekonomik, ahlaki ve sosyal problemlerden doğuyor. Bu sorunların çözümü, yalnızca bireysel çabalarla değil, toplumsal düzeyde atılacak bilinçli adımlarla mümkün olacaktır.