İNSAN VE İHSAN ODAKLI MEDENİYETİMİZİN İHYASI

İnsan, Yüce Allah’ın “ahsen-i takvim” üzere en güzel kıvamda yarattığı “eşref-i mahlukât” varlıktır. Üstlendiği görev ve sorumluluklarıyla yaratılış gayesine uygun yaşayan her insan, Rabbimizin bahşettiği bu güzellik ve şerefe lâyıktır. Beşeriyet tarihinde Âdemoğlunun aklî ve ruhî melekeleriyle tesis ettiği nice kadim medeniyetlere tanık olunmuştur. On beş asırdır cihana damgasını vuran insan ve ihsan odaklı İslam medeniyetimiz de söz konusu köklü medeniyetlerin en önde gelenidir.

Mensubu olmaktan onur duyduğumuz medeniyetimiz insan odaklıdır, çünkü “İnsanı yaşat ki devlet yaşasın” düsturunu baş tacı etmektedir. Şehir ve toplum yapılanmamızda temel insan haklarının korunmasına, kardeşlik ve komşuluk hukukunun gözetilmesine önemle yer verilmektedir. Medeniyetimiz aynı zamanda ihsan odaklıdır, çünkü “Allah'ın her an yanımızda olduğu inanç ve bilinciyle görevlerimizi en güzel şekilde yapmayı, başkasına iyilikte bulunmayı” öncelemektedir. Allah’a karşı görevini bilmeyen, kullara karşı görevini hiç bilemez. Bir insanın gerçekleştirdiği işin ihsan mertebesine ulaşabilmesi için neyi nasıl yapması gerektiğini iyi bilmesinin yanı sıra bu bilgisini en güzel biçimde eyleme dönüştürmesi de şarttır. Medeniyetimizin insan tasavvuru, Divan edebiyatımızın son büyük şairi kabul edilen Şeyh Galib’in mısralarına ne de güzel yansımıştır:

“Hoşça bak zâtına kim zübde-i âlemsin sen / Merdüm-i dîde-i ekvân olan âdemsin sen”

(Hoşça bak kendine ki kâinatın özüsün sen / Bütün yaratılmışların gözbebeği olan insansın sen)

Bir yandan akıl ve ilmi son sınırlarına kadar hayatımızın içine katan bakış açısıyla, diğer yandan da Allah, insan ve çevre ilişkilerimizi belirleyen makul sınırlarla dengeli yapısını muhafaza eden kadim medeniyetimiz, köklerinin derinliği ve beslendiği kaynaklar bakımından kıyamete kadar etkin varlığını sürdürecektir. Sevgili Peygamberimizin hicretiyle cahiliye karanlığından kurtulup vahyin aydınlığına kavuşarak Yesrib’den Medine’ye dönüşen o kutlu belde, insanları Allah ile buluşturacak her ortamı hazırlayan medeniyet dünyamızın kurucu ve sembol şehridir.

Müminlerin ırk, renk, makam, mevki ayrımı olmaksızın günün her vaktinde fert ve toplum olarak sevgi ve saygıyla bir araya geldiği Mescid-i Nebi, medeniyetimizin ana üssüdür. Bizi koruyup gözeten, binbir türlü nimetle donatan, şah damarımızdan daha yakın olan Yüce Allah’a ibadet için secdeye kapandığımız mescitlerimiz, Yaratıcımız ile biz yaratılanlar arasındaki kopmaz bağın şahidi mekânlardır. Mescitlerimiz, Peygamberimiz Hz. Muhammed (s.a.v)’in bir hadisinde “kulun Rabbi’ne en yakın olduğu an” olarak tanımlanan secdelerimizin karargâhıdır. Kalplerimizdeki imanı kökleştirmek, hayatımızda manevi değerleri derinleştirmek, müminleri ortak duygu ve hedeflerde birleştirmek, ibadetimizi huzurla yerine getirebilmek için mescitlerin hayatımızın merkezinde olması gereklidir.

Hayata dair her konuyu “Oku!” emriyle gündem başına alan medeniyet kaynağımız Kur’an, ilim ve hikmeti elde etmeyi kutsal bir dava olarak görür; bilenlerle bilmeyenlerin eşdeğer olamayacağını vurgular. Sevgili Peygamberimiz de ilim yolunda gidenlerin cennet yolcusu olduklarını müjdeleyerek, hayatımızın her safhasında ilim öğrenmenin her mümin için gerekli olduğunu belirtir. İlim öğrenmenin sistematik yapısında, planlı programlı eğitim öğretim faaliyetleri yer almaktadır. Milletimizin varlığı ve geleceği için hayati önem taşıyan eğitim öğretim çalışmalarının merkezleri de her kademedeki okullarımızdır.

Memleketimizin maarif davasına ömrünü veren merhum mütefekkir Nurettin Topçu, bakınız tahayyülündeki okulu nasıl tarif ediyor: “Bize bir insan mektebi lâzım... Bir mektep ki bizi kendi ruhumuza kavuştursun; her hareketimizin ahlâkî değeri olduğunu tanıtsın; hayâya hayran gönüller, insanlığı seven temiz yürekler yetiştirsin; her ferdimizi milletimizin tarihi içinde aratsın; vicdanlarımıza her an Allah’ın huzurunda yaşamayı öğretsin.”

Köklü medeniyetimizin tüm insanlığın gönlünde ve zihninde yeniden hak ettiği mertebeye gelmesi için öncelikle istikametimizi doğru belirlememiz gerekmektedir. Bu konuda fikri ve teşebbüsü olmayanlar, teslimiyeti tercihle karşı karşıyadır. Ne yazık ki bu umursamazlık, İslam âleminin içinde bulunduğu en büyük sorunlardan biridir. Kendi medeniyeti konusunda hayali olmayanın başka hiçbir konuda iddiası da olamaz. İnsan ve ihsan odaklı kadim medeniyetimizin ihyası için insanımızı Yüce Allah ile buluşturacak her ortamı hazırlamak, doğrudan bizim sorumluluğumuz altındadır. Okullarımızda milyonlarca öğrenci ve öğretmenimizin uzun yıllar dile getirdikleri mescid talepleri, 21 Aralık 2012 tarihinde Eğitim Bir-Sen İstanbul 1 No’lu Şube Başkanı olarak şahsen Milli Eğitim yetkililerimize duyurulmuştur. “Her Okula Bir Mescit” önerimiz 22 Şubat 2013 tarihinde Talim ve Terbiye Kurulu Başkanlığı tarafından kabul edilmiştir. 24 Haziran 2017 tarihinde de tüm okullarda bay ve bayanlar için ayrı olmak üzere doğal aydınlatmalı uygun mekânda abdesthane ve mescit açılması zorunlu hale getirilmiştir.