Dehâlarımızın gönüllerini almayacak mıyız daha!

Türk Dil Kurumu sözlüğünde “dehâ” kelimesi, “insan zekâsının, insan kişiliğinin erişebileceği en yüksek düzey, dâhilik” olarak açıklanıyor. “Üstün” kelimesi de “benzerlerine göre daha yüksek bir düzeyde olan, onları geride bırakan” olarak… Öyleyse üstün zeka, diğer zekalara göre daha yüksek seviyede olanı ifade ediyor. Üstün yetenek de hakeza… Zeka bölümü (IQ) sınıflandırmasında 140 ve üstü deha, 120-140 aralığı çok üstün zeka, 110-120 üstün zeka, 90-110 normal zeka, 80-90 sınır zeka, 70-80 tutuk zeka, 0-70 zihinsel yetersizlik olarak belirleniyor. Dehaların değerlendirilmediği ortamda üstün yetenek veya üstün zekanın değerlendirilme ihtimali nasıldır, sormak gerek. Bu işin bir yönü, ya diğer yönü nasıldır acaba? Yani normal zeka, tutuk zeka ya da zihinsel yetersizlik sınıflandırmalarında yer alanların durumu ne olacak? İyi düşünmek gerek…

Zeka bölümü tasnifinde alt basamakta olan özel çocuklarımız ve ailelerinin yaşadığı sorunlara çare olsun diye her ilde hatta ilçe merkezlerinde özel eğitim okulları tesis ediliyor sorumlu bir yönetim anlayışının gereği olarak… Tabii ki devletimizin bu konudaki hassasiyetine millet olarak şükranlarımızı sunuyoruz, imkânlar ölçüsünde artırılmasını da diliyoruz. Ancak bence aynı derecede sorunlar yaşamakta olan üst basamakta yer alanları tatmin edecek bir modelimizin olmadığını, acilen olması gerektiğini de vurgulamak istiyorum. Üstün zekalı ve yetenekli çocuklar genellikle ilk yıllarda yeterli tanılanamadıkları için kendilerine uygun olmayan sınıflara yerleştiriliyor, farklı müfredat programlarını takip etme riskiyle karşılaşıyorlar. Öte yandan yaşıtlarının kendilerini kabul etmeleri için de yeteneklerini saklama çabasına giriyorlar. Dehâ seviyesinde zeki olan çocuklarımızın eğitimiyle ilgili olarak da, TÜBİTAK misali özerk yapıda, kayıtlarına müdahil olunmayan okullar yapmak, gönüllerini almak gerek bir an önce… Hem alt sınırda hem de üst sınırdaki çok sayıda insanımızın özel eğitim ve rehabilitasyon merkezlerinde, hastanelerde terapi ve tedavi gördüğünü, bu durumdaki deha seviyesinde zeki çocukların hiç de azımsanmayacak sayıda olduğunu belirtiyorum.

Dehaların eğitimi denilince tüm dünyanın tanıdığı model eğitim kurumu Enderun mektebi geliyor aklıma… Teşkilatlı yapısına Fatih Sultan Mehmed Han döneminde kavuşan Enderun, Osmanlı’ya yetenekli kumandanlar ve devletin farklı din, dil ve kültürlere mensup tebaasını maharetle yönetecek kadrolar yetiştiren bir eğitim kurumuydu. Topkapı Sarayı’nın ta kalbinde, en derûnunda yetiştiriyordu marifetli dehaları Enderun mektebi, gönüllerini alıyordu böylece onların… Orada eğitilecek dâhiler, özel oluşturulan, belirli kurallara göre hareket eden gezici ekipler tarafından fiziki, bedeni ve ruhi özellikleri incelenerek tespit edilmekteydi. İslam Ansiklopedisi Enderun maddesinde bildirilir ki; Habsburg elçisi olarak 16. yüzyıl ortalarında Osmanlı ülkesine gelen Busbeke, Batılıların iyi yetiştirilmiş attan ve köpekten zevk aldığını, Türklerin ise iyi eğitilmiş insandan büyük haz duyduklarını yazmaktadır mektuplarında… Akademisyen eğitimcilerimiz, tarihimizde üstün yetenekli bireylerin en iyi değerlendirildiği çağın Osmanlı İmparatorluğu’ndaki Enderun mektebi dönemi olduğunu, aynı zamanda bugünkü Amerikan eğitim sisteminin temelini de bu mektebin işleyiş sisteminin oluşturduğunu belirtirler. (http://www.necatebaykoc.com.tr).

Sağlık Bilimleri Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. Cevdet Erdöl, bugün gelişmiş toplumların deha seviyesinde, üstün yetenekli, yüksek zeka kapasitesine sahip çocukları tespit edip, onları derinlemesine özel bir eğitime tabi tuttuklarını söylüyor. “En özel olanlara, en özel eğitimi verme” stratejisine dayalı Batı’daki bu sistemin tamamen tarihimizdeki Enderun’dan kopya bir uygulama olduğunu hatırlatan Erdöl, üstün yetenekli çocukların yetiştirilmesi için bu öz sistemimizin örnek alınmasını öneriyor yetkililere… “Gönüllerini alın bu dehaların” mesajı veriyor bence… Türkiye'de keşfedilmeyi bekleyen en az yarım milyon üstün zeka ve yetenekli çocuk potansiyeli bulunduğunu belirten Erdöl, "Bu çocukların potansiyelinin en üst noktaya çıkarılmasının sağlanması halinde Türkiye eğitimden sağlığa, siyasetten ticarete, endüstriden tarıma, her sahada lider ülke seviyesine yükselecektir" diyor.

Dâhileri, ancak dehalık seviyesinde bir eğitim sürecinden geçirerek ilerleyebiliriz. Ancak böylece çağı yakalar ve geleceğe de sahip çıkarız. Dâhi çocuklarla yeterince ilgilenilmiyor; öğretmenler tarafından genç dehalara ‘o zaten yapar’ bakış açısıyla yaklaşılıyor hep... Öğretmenler çoğu zaman bu çocuklarla ilgilenmekten ziyade, notu düşük durumda olan çocukları ortalama bir seviyeye getirmeye çalışıyor. Zihnindeki çarkın dişlileri darmadağın oluyor bu dâhilerin o zaman… Dünyada gerek siber gerekse diğer savunma alanlarında çalışıyor böyleleri… İştihası tükenmeyen bir dinamizmle uzay, astronomi, tıp, yapay zekâ vb. çalışmalarına dalıyorlar adeta… Böylesi sıra dışı uğraşlar kesiyor dehaları, ancak zapt edilebiliyorlar. Evet, zapt edilebiliyor ifadesini bilinçli kullandığımı belirtmek istiyorum. Çünkü deha seviyesinde zeki olan bu çocuklar bütün alıcıları açık, 360 derecelik alanında ne olup bittiğini takip edebilen canlı radar gibi çalışıyorlar. Bilim alanında dünyanın zirve sayılabilecek çalışmalarını internetten anbean takip ediyor bu genç arkadaşlar…

Dâhi gençlerimizin eğitim, üniversite hatta iş hayatında beklentilerinin karşılanmamış olması ciddi bir tatminsizliği… Tabii ki arkasından da kocaman bir hayat boşluğunu beraberinde getiriyor. Bu boşluk art niyetli, kötü niyetli kişiler tarafından bombayla doldurulduğunda ne kadar tehlikeli olabileceğini ciddi düşünmek lazım. Hayatlarındaki memnuniyetsizlikten dolayı mutsuz ve sorunlu bir sosyal hayatla da karşı karşıya kalmaktalar... Sözünü ettiğim çocuklarımız yürüyecek 2023, 2053, 2071 hedeflerimize… Tedbirler almamız gerek bir an önce, bu gidişle zaman her geçen gün aleyhimize işler gibi… Öyleyse Türkiye'nin acilen bu alanda çalışmalar yapması kaçınılmaz görünüyor. Milli Eğitim Bakanlığı bünyesinde üstün yetenekli bireylerin gelişimlerinin desteklenmesi amacıyla kurulan Bilim ve Sanat Merkezlerinin ve diğer kurumların çalışmalarını önemsiyoruz, ancak az önce de ifade ettiğim gibi 500 bin üstün zeka ve yetenekli evladımız var, Bilim Sanat Merkezlerinin kapasitesi 10 bin civarı, yetersiz kalıyor. BİLSEM’lerdeki etkinlikler, öğrencilerin devam ettikleri örgün eğitim kurumlarındaki programlara destek olacak şekilde planlanıp yürütülüyor sadece… Öğrencilerin özel yetenek alanlarıyla ilgili örgün eğitim kurumlarında izledikleri program ile kurumdaki yapacakları çalışmalar arasında paralellik sağlanıyor ancak. Bu konuda daha yapılacak çok iş olduğunu bizzat TBMM tescilliyor raporuyla…

Üstün Yetenekli Çocukların Keşfi, Eğitimleriyle İlgili Sorunların Tespiti ve Çözümüyle İlgili Meclis Araştırma Komisyonu Raporunda (Kasım 2012); “günümüzde üstün yetenekli çocukların eğitimi genel eğitim politikası içinde açık bir şekilde tanımlanarak kurumsal ve devamlılık arz eden bir yapıya kavuşturulamadığı, potansiyelleri doğrultusunda eğitim aldıkları takdirde ülkenin geleceğinin şekillendirilmesinde önemli bir rol oynayabilecek bu çocukların, kabiliyet ve kapasitelerine uygun bir eğitim programı geliştirilmediği takdirde toplumda sorunlu bireyler hâline gelecekleri, toplumun % 2’lik bir kısmını oluşturan üstün yetenekli bireylerin tanılanması ve eğitilmesinin ülkemiz açısından stratejik önemi haiz bir politika olduğu, bugüne kadar üstün yetenekli çocuklara yönelik bazı düzenlemeler yapılmasına rağmen üstün yetenekli çocukların eğitimi ve izlenmesinin arzu edilen seviyeye ulaşamadığı, üstün yetenekli bireylerin potansiyellerinin değerlendirilmesinin sadece ülkemize değil bütün insanlığa yarayacağı, ülkemizin en büyük zenginlik kaynaklarından olan üstün yetenekli çocukların yeterli eğitim aldıkları takdirde ülkenin geleceğinin şekillendirilmesinde büyük bir rol oynayacakları, bu nedenle üstün yetenekli çocukların tespiti, eğitimi ve izlenmesi sistemi politikasının açık bir şekilde tanımlanarak kurumsal ve devamlılık arz eden bir yapıya kavuşturulması gerektiği…” gibi uzayıp giden tespit ve tekliflerle durumun nezaketi, bizzat Milli İrade’nin sesi tarafından 483 sayfa halinde dile getiriliyor.

Dert büyük, konu hassas, kayıp çok… Sözler bitmez, satırlar yetersiz… Devam edecek gibi… Nasıl 2 Nisan Dünya Otizm Farkındalık Günü vesilesiyle konunun hassasiyetine duyarlık için kamuoyunun dikkatini çekiyorsak, milli cevherlerimiz dâhilerimizin, üstün zekâ ve yeteneklerle dolu evlatlarımızın özel eğitimlerle işlenerek mücevhere dönüşmeleri için “DİKKAT” çekiyoruz: Dehâlarımızın gönüllerini almayacak mıyız daha!

Emrullah AYDIN