Gençtim Ya, Ne Fark Eder Deyip Geçerdim.
Ne buyurmuştu Peygamberimiz “ İki nimet vardır ki, insanların çoğu bu nimetleri kullanmakta aldanmıştır: Sıhhat ve boş vakit.” Sıhhat yani sağlık...Dolaylı olarak da gençlik... Hep her fırsatta Z kuşağı diye başlayıp bizim zamanımızda ile biten cümlelerin hepsi... Bol bol yargılı, asmalı kesmeli ve yermeli yorumlar yapabileceğimiz gençlik... Gençlerimizin, değneğin ucunun kendine değebileceğini varsayarak uzaydan geldikleri iddialarına inanmak isteyenler ile bizim uzantımız ve neslimizin devamı olduğu konusunda uzlaşamıyoruz sanırım. Ekseriyet biz böyle değildik derken azımsanacak kesim o halde nereden öğrendiler de gördüler bu vaziyette olmayı diyenler arasında gidip geliyoruz. Galip gelen yok. Fikirler uçuşuyor havalarda. Gençlik şöyle dursun biz boş vakte gelelim.
“Okurken bir başka kimse bizim için düşünür: Biz sadece onun zihin sürecini takip etmekle yetiniriz. Nasıl ki yazmayı öğrenirken talebe öğretmen tarafından kalemle çizilmiş çizgileri takip eder, okurken de tıpkı bunun gibidir; düşünme işinin büyük bir bölümü zaten bizim için bitirilmiştir.
Bunun içindir ki kendi düşüncelerimizle meşgul olduktan sonra elimize bir kitap almak her zaman bizi bir parça rahatlatır, fakat okurken zihnimiz aslında başka birisinin düşüncelerinin oyun alanından başka bir şey değildir ve sonunda onlar bizden ayrılır, geriye kalan nedir? Ve dolayısıyla öyle olur ki çok fazla yani neredeyse bütün gün okuyan ve arada düşünmeksizin, eğlence yahut meşgale ile kendisini eğlendiren kimse, yavaş yavaş kendi kendine düşünme yeteneğini kaybeder. Tıpkı at üstünden inmeyen bir adamın sonunda yürümeyi unutması gibi...” Diyor Schopenhauer Okumak Yazmak ve Yaşamak Üzerine kitabında... Tanıdık geliyor mu bize eğlence yahut meşgale ile kendisini eğlendiren kimsenin düşünme yeteneğini kaybetmesi? Her boş vakitte kaydırmak için elimize aldığımız sosyal portallara girme hızımız yaşadığımız rutinin bir parçası zaten. Ve dolayısıyla at üzerinden inmeyen adamın yürümeyi unutması sonucu şaşırtmıyor bizim de düşünmeyi ertelediğimiz gerçeği gibi. Derin düşünmenin ne demek olduğunu sorsam üzerine çokça yorum yapabilir pratikte ne kadar zorlandığımızı ayan beyan koyabiliriz ortaya. Bizim yerimize düşünen ve neye ihtiyacımız olduğunu belirlemeyi kendilerine hak gören fenomenlere teslimiz. Dolaştıkları pistlerde ayak izlerini takip eden biziz. “Bunu görünceye kadar böyle bir şeye ihtiyacım olduğunu bilmiyordum” sloganı ile çok da iyi işliyor bu düzen. Ve haliyle bizim düşünmemize gerek kalmıyor ki düşünecek mevzu da kalmıyor. Okuduğumuz metinleri derince düşünerek hazmedebiliriz tıpkı yediklerimizi sindirebilmek gibi. Yaşantıya dönüşmemiş bilgi, gerçek bilgi değildir der Konfüçyüs. Bilmek uygulamaktır. Bunun için zaman gerek. Sıhhatli zaman gençlikle beraber. Velhasıl gençliğin de zamanın da kadrini bilebilelim.
Özel’in çok sevdiğim Münacaat şirinde ki dizeleriyle bitiriyorum.
Gençtim ya, ne fark eder deyip geçerdim. Nehrin uğultusu da olur, dalların hışıltısı da. Gözyaşı, çiğ tanesi, gizli dert veya verem. Ne fark eder demişim, bilmeden farkı istemişim...