Dışişleri Bakanı Hakan Fidan, medya temsilcileriyle düzenlediği sohbet toplantısında, Türkiye'yi ve dünyayı ilgilendiren birçok konuda önemli açıklamalarda bulundu. Fidan, 3. Dünya Savaşı ihtimali, Gazze’de ateşkes umudu, ABD'nin yeni Başkanı Trump'tan beklentiler ve küresel kutuplaşma gibi konularda değerlendirmelerde bulunarak, Türkiye'nin bölge ülkeleri, komşuları ve ABD ile ilişkilerini masaya yatırdı.
Bakan Fidan'ın açıklamaları şöyle:
Hoş geldiniz. Sizlerle en son Ocak ayında bir araya gelmiştik. Bu süre zarfında, dünyada da bölgemizde de çok şey oldu ve olmaya da devam ediyor. Ocak ayındaki buluşmamızda, belli şeylerin emarelerini görüyorduk. Devam eden dinamik olaylar o günden bugüne nihayete ermiş değil. Ukrayna-Rusya savaşı da, Gazze'deki soykırım da devam ediyor. İsrail’in Lübnan’a da saldırmasıyla bölgedeki gerilim yeni bir boyuta taşındı. İran'la halen savaş riski var. Amerika'da seçimi kimin kazanacağına dair tartışmalar da Kasım ayında geride kaldı. Dört yıllık bir aradan sonra şimdi Trump’ın ikinci dönemini yaşayacağız. Trump bu kez, Kongre'nin iki kanadında da artık üstünlüğü ele geçirdi. Bu her zaman her lidere tek seçimde nasip olmaz. Böyle bir üstünlüğü var.
"ABD İSRAİLE DAHA NE KADAR DESTEK VERCEK"
Tabii burada Demokratların dönüp bakıp “Biz ne yaptık, niye bu kadar büyük bir kayba uğradık?” diye bir sorması lazım. Amerikan seçmeninin tercihine etki eden şartlarının herkes tarafından iyi analiz edilmesi lazım. Trump'ın kazanmasıyla beraber şu anda gündemimizi meşgul eden birtakım jeopolitik krizlerin biraz daha netleşeceği söylenebilir. İyi veya kötü yönde olmasından bağımsız, belli konularda belirsizliğin kalkacağı algısı var. Tabii bu bizim ne kadar lehimize olur, ona da bakmamız gerekecek. Rusya-Ukrayna savaşını durdurmayla yönelik ne türden bir adım atılacak merak ediliyor. Gazze meselesinde ABD İsrail'e daha ne kadar destek verecek? Savaşı durduracak mı yoksa yaygınlaşmasına mı destek verecek? Bu konuda açıkçası, “Yüzde yüz şunu yapar” dememizi mümkün kılacak fazla bir veri yok.
"BÖLGEDE YAPTIĞIMIZ İSTİŞARELER VAR"
Temelde iki husus var. Birincisi, eğer Kabineye bakarsanız, görülen emare, bu kadar İsrail yanlısı bir kabinenin Netanyahu'nun bütün yayılmacı emellerini destekleyeceği yönünde. İkincisi ise Trump’un “Ben savaşları bitirmeye geliyorum, yeni savaş çıkarmaya değil” diyor olması. Bu sözünü esas alırsanız, buradan hareketle tam aksi yönde bir emareden söz etmek de mümkün. Şimdi bu iki farklı, iki tezat emeranin birbirini ne kadar dengeleyeceğini, bunun bölgeye nasıl yansıyacağını önümüzdeki süreçte göreceğiz. Bu esnada tabii Gazze savaşıyla, Lübnan'daki savaşla ve İran'la muhtemel gerilimle ilgili devam eden görüşmeler, konuşmalar, stratejik analizler var. İşte bölgede muhataplarımızla yaptığımız istişareler var. Onları da belki ilerleyen dönemlerde paylaşırız.
Gazetecilerin sorularını yanıtlayan Dışişleri Bakanı Hakan Fidan, şu cevapları verdi:
Trump döneminde, Suriye konusunda beklentileriniz neler? ABD’nin PKK/PYD ile ilişkisi sürecek mi?
Suriye'de Trump’ın ne yapacağı konusunda şu an çok fazla emare yok. Ancak ilk dönemindeki birtakım yaklaşımlarından hareketle, bugün ne yapabileceğine dair tahminler var. Ama sadece bunu esas alırsak, isabetli düşünmeyiz diye değerlendiriyorum. ABD, Suriye’de YPG/PKK ile işbirliği yaptığı sürece Türkiye ile ilgili stratejik sorun alanı tabii ki devam edecektir. Güvenlik ağırlıklı bir dış politika izleyen Amerika’nın, aslında Türkiye'yi en iyi anlayacak durumda olması lazım. Bize düşen hem diplomatik hamlelerimizle hem sahadaki duruşumuzla, bu konudaki tavrımızı net ortaya koymaktır. ABD, Trump döneminde Suriye'den çekilmeyi istedi, denedi. Fakat, o dönem Amerikan sistemi bunu dinlemedi, razı olmadı. Başkanın direkt emrinin savunma bürokratları nezdinde çok fazla bir kıymet-i harbiyesinin 5 olmadığı görüldü. Trump geçmişte yaşananlardan tabii ki ders almış olmalıdır. Nitekim şu anda, benzer hadiseleri bir daha yaşamamak için kendine daha sadık kadroları iş başına getirme arayışında olduğunu görüyoruz.
Sanki şu anda Trump'ın gündeminde Suriye yok gibi görünüyor. Trump döneminde ABD Suriye’de sizce ne yapacak? Suriye’nin kuzeyindeki terör unsurlarına karşı mücadelemiz ne yönde seyredecek?
Suriye konusunda ABD’nin masasında şu anda birkaç konu var. Bu DEAŞ ne olacak? Al Hol kampındakiler ne olacak? Bunlara yönelik ne yapılacak? Bir diğer husus İsrail’in bölgede girdiği aktif savaş kapsamında Suriye’nin durumu. Biliyorsunuz, ABD’nin Orta Doğu’daki en önemli varlık sebeplerinden biri İsrail'in güvenliği. Dolayısıyla, İsrail'in güvenliğiyle ilgili konularda Suriye’nin bir etkisi olur mu olmaz mı? Bunu da çok ciddi biçimde gündeme alacaktır diye düşünüyorum. PKK/PYD ile olan ilişkiyi gözden geçireceklerini değerlendiriyorum. Çünkü, biz bu konuda ne kadar ciddi olduğumuzu kendilerine her fırsatta iletiyoruz. Demokratlar böyle bir arayışın içerisine son zamanlarda girmişlerdi. Çünkü, bu iş birliğinin sürdürülemez olduğunu onlar da görüyorlar. Geçici olarak başlayan bir şeyin bu kadar uzun sürmesi ve Türkiye gibi bir müttefikin artık başka bir noktaya itilmesi, rasyonel olarak da stratejik olarak da izahı olmayan bir konu. Açıkçası biz bunu çok fazla sineye çekemeyeceğimizi, çekmeyeceğimizi gösteriyoruz onlara. Bu yolda da devam etmemiz gerekiyor. Yeni dönemde çeşitli alternatif senaryolar olabilir. Önemli olan tartışmaya devam etmek. Biz sahada terörle mücadele faaliyetlerimizde de, diplomasi masasındaki pozisyonumuzda da son derece netiz. Savunmaya ve ileri teklifler getirmeye devam etmemiz gerekiyor. Bölgede bizim kendi güvenliğimizi sağlamak için her türlü adımı atacağımızı, atmaya hazır olduğumuzu Amerika görüyor. Belli konularda kendilerinden bir tavır değişikliği beklediğimizi de görüyor. Hani belli operasyonları farklı türden yapıyorsak, bunun sebebi beklentilerimizin karşılanmasına imkan sağlamaktır. Ama arazideki durum daha farklı türden bir operasyonu zorunlu kılarsa, Cumhurbaşkanımız da ifade etti, elbette gereği yapılır.
Trump döneminde, Amerika'nın Suriye'den çekilmesi söz konusu olabilir mi?
Az önce de dediğim gibi Trump’un ilk dönemde Suriye’deki Amerikan askerlerini geri çekme girişimi savunma bürokratları tarafından akamete uğratılmıştı. Hatırlarsanız Cumhuriyetçilerin Afganistan’dan çekilme kararını hayata geçirmek Demokratlara kalmıştı. Ama Demokratlar o çekilme işini iyi yapamadılar. Zor durumda kalmaları, siyaseten de içeride büyük maliyet üretmişti. Aynı maliyeti bir kez daha yaşamamak için Suriye'den geri çekilme düşüncesini rafa kaldırdılar. Aslında Suriye’de 800 asker tutmanın ABD’ye çok fazla katkısı yok. Tam tersine, o askerlerin bölgedeki varlığı Amerikan askeri operasyonlarına adeta engel teşkil ediyor. Zira özellikle İranlı milislere yönelik yapılacak her türlü bölgesel operasyonda, Irak'taki ve Suriye'deki Amerikan askerleri adeta rehin olarak kullanılıyor. Amerika İran’ı veya İranlı milisleri bir yerden vurduğu zaman, bölgedeki askerleri saldırılara hedef oluyor. Bu da tabii sürekli bir gerilim alanı oluşturuyor. Ama dediğim gibi Demokratlar döneminde, Amerikalılar Afganistan'da geri çekilmede yaşadıkları zorluğu, Suriye’de görmek istemediler. Şimdi Cumhuriyetçiler iktidarı devraldıklarına, bunu hayata geçirmeleri için tabii ki bir imkan olabilir. Benim değerlendirmem bu yönde. Olumlu adım atılabilir.
Türkiye’nin Suriye’de teröre mücadele konusunda ABD’ye farklı bir teklif götürebilir mi? ABD’yi DEAŞ ile mücadele adına PKK/PYD ile işbirliği yapmaktan vazgeçmeye, doğrudan bizimle birlikte çalışmaya davet edebilir mi?
Bizim bu konudaki mesajımız net. Milli Savunma Bakanlığımız da bizler de yaptığımız görüşmelerde muhataplarımızın sürekli dikkatlerini çektiğimiz bir husus var: Biz, bölgede terörle mücadele operasyonlarına mutlaka destek veririz. Her zaman söylediğimiz gibi, bölgede DEAŞ'la mücadele etmek için Amerika’nın bir başka terör örgütü ile iş tutması yanlış. Buna gerek de yok. Ama Amerikalıların yanlışta ısrarları tabii ki ayrı bir konu.
Rusya ile yeni Amerikan Yönetimi arasında Suriye konusunda birtakım pazarlıklar olabileceğine dönük iddialar var. Dolayısıyla iki tarafın Bazı anlaşmalara varabileceği olasılığını da göz önünde bulundurursanız, Türkiye için bu ne ifade eder?
Ukrayna-Rusya savaşında bir donma ya da yumuşama olursa, Suriye meselesinde de belki başka konuları konuşabilirler. Yani bu, ihtimal dışı değil. Gelişmeleri yakından takip ediyoruz. Amerikalıların tabii bölgeden çıkarken üzerine yatırım yaptıkları aktörün zarar görmesini önleyecek birtakım arayışlara girmeleri de pekala mümkün. Önemli olan bizimi her türlü senaryoya hazır olmamız.
Sayın Bakan, dün akşam Rusya Devlet Başkanı küresel savaş ifadesini kullandı. Bir, size göre küresel savaş var mı? İki, nükleer doktrini onayladıktan sonra dört maddenin üçü yerine gelmiş vaziyette. Pentagon, balistik füzeleri kullandığını önceden bildirdiğini ifade etmesine rağmen, siz bir nükleer doktrinin hayata geçirilme riskini görüyor musunuz? Ayrıca Kuzey Koreli askerler ifadesi Pentagon'un açıklamasında çok dikkat çekti ama bu savaş, yani Türkiye'nin bu konuda bir defa bir bilgisi var mı, Ukrayna ve Rusya hattında ne kadar yabancı savaşçı olduğu konusunda. Bir, daha da yaygınlaşması, küresel savaş başladı mı ve nükleer savaş tehlikesini ne kadar gerçekçi buluyorsunuz doktrin çerçevesinde? Sayın Bakanım, bir ekleme yapmak istiyorum. Bu Rusya-Ukrayna savaşı, Rusya-NATO savaşına dönüşürse bizim buradaki tavrımız ne olur? Şu an Macaristan ile Türkiye burada tarafsız kalmaya çalışıyor. Ama biz bu durumda hangi pozisyonda olabiliriz ilerleyen süreçte?
Putin'in ifade ettiği küresel savaş riski, -tabii ki savaşı geniş manasıyla kullanmak koşuluyla- sürekli bizim de uyardığımız bir konu. Ukrayna'da devam eden savaşın, Gazze'de devam eden savaşın artık fay hatlarını giderek derinleştirdiğini ve belli aktörleri bir araya getirdiğini, kutuplaşmanın arttığını görüyoruz. Dolayısıyla belli kanatlar artık birbirini gözlemeye başlıyorlar. Bu manada bir küresel yaygınlaşma var. Şimdi yani Kuzey Kore'nin dünyanın öbür ucundan savaşa aktif taraf olmasını görüyoruz askerlerini göndererek. Amerika'nın baştan beri gönderdiği silahlar, Avrupa'nın gönderdiği silahlar, savaşa açıktan taraf oldukları bir durumu ortaya çıkardı. Şu anda hem ekonomik, hem siyasi hem de sıcak savaş olarak devam eden topyekun bir mücadele var. Bunu kelimenin geniş anlamıyla bir küresel savaş olarak nitelendirmek mümkün. Önemli olan bunun şiddetinin artmaması. Belli yerlerdeki ekonomik ve siyasal savaşın, sıcak savaşa dönüşmemesini temin etmek. Şimdi her iki taraf da elini yükselterek bir gerçekliği ortaya koyuyor.
"BU ŞAKA DEĞİL"
Biden bu kararı Trump ile görüşmeden almış olabilir mi sizce? Çünkü görüşme yaptıktan sonra açıklandı, Oval Ofis görüşmesi. Yani ona rağmen alınmış bir karar olması mümkün mü?
Demokratların belli konularda atmak istedikleri adımları, şimdi seçim baskısı olmadan attıkları kanaatindeyim. İşte Ukrayna konusunda, İsrail konusunda görüyoruz atılan adımları. Burada nükleer bir risk var mı? Açıkçası nükleer adı konuşulmaya başladığı andan itibaren nükleer risk oluşur. Adam şunu söylüyor: ‘Siz benim topraklarımın içerisinde benim tolere edebileceğimden daha fazla füze ve saldırı yaparsanız, benim bunu durdurmamın yolu, elimdeki araçlarla olmuyorsa, diğer bir üst aracı kullanırım’. Bunu açıktan söylüyor. Bu bir şaka değil. Karşı taraf ise ‘Senin elinde nükleer silah var, sen beni nükleerle tehdit ediyorsun diye istediğin yeri işgal etmene de ben izin vermem’ diyor.
Oldukça sıkıntılı bir konu. Tabii Batılıların en çok endişe ettikleri konulardan biri de Rusların bu kadar asker karşılığında Kuzey Kore'ye ne verdikleri veya verecekleri konusu. O şunun için önemli. Eğer Kore yarımadasında, bölgede şu anda inşa edilmiş mevcut dengeyi bozacak bir oyun değiştirici hamle yapılmış olursa, bu sefer yani Amerika için, Batılılar için yeni bir ilave cephe daha açılmış olacak. Yani bu cephe illa sıcak savaşın olduğu bir cephe olmasa da ama sıcak savaşa hazır olmayı gerektirecek. Güney Kore'ye de daha farklı kabiliyetleri kazandırmayı gerektirecek bir yaklaşma olacak.
Yani Rusya’nın Kuzey Kore'ye asker karşılığında kapasite kazandırdığına ilişkin bir yazı ve yorumlar var. Bunu çok ciddiye ve dikkate aldığınızı ve bunun da Batı için yeni cephe oluşturacağını özetlemiş oldunuz.
Evet. Yani bu çünkü artık üzerinde düşünülmesi gereken sağlam bir stratejik denge. Bozulduğu zaman sizin başka bir hamleye girişmeniz lazım. Yani oraya kaynak ayırmanız lazım, para ayırmanız lazım, kapasite ayırmanız lazım. Karşı tarafın geliştirdiği dengeye göre daha caydırıcı bir şey getirmeniz lazım.
TBMM Plan ve Bütçe Komisyonu’ndaki konuşmanızda siber tehdidi, beşinci savaş cephesi olarak tanımladınız. Bu konuyu biraz açabilir misiniz?
Her alanda olduğu gibi siber tehdit konusunda da giderek bir evrilen sürece şahitlik ediyoruz. Tehdit tanımlaması bundan 20 yıl önce yapılmıştı. İnternet bağlantısının artmasının, bu sayede otonom sistemlerin ve uzaktan komuta sistemlerin mümkün kılınmasının ardından siber tehdit, kritik altyapıyı hedef alabilecek hale geldi. Finans, bankacılık sistemleri, ulaştırma dahil birçok konuda muhtemel saldırıları içeren bir çerçeveye büründü. Giderek pazarı da müşterisi de büyük bir konuya dönüştü. Siber tehdit, devletlerin giderek çare aradığı bir mesele haline geldi.
Çevrimiçi olma sayısı dünyada inanılmaz derecede arttı. Özellikle pandemi sürecinde, çevrimiçilik oranı başdöndürücü bir hızla yükseldi. Pandemi insanları eve mahkum etti ve herkes işini daha ziyade internet üzerinden yapmaya çalıştı. Bunun sonucunda da, normalde 10-15 yılda üretilecek data miktarı pandemi yüzünden kısa bir zaman diliminde üretildi. Yapay zekadaki patlamanın kimsenin beklemediği bir anda olmasının sebebi de bu. Aşırı çevrimiçi hareketliliğin, internet hareketliliğinin getirdiği bu büyük “data”, böyle bir işe yaradı.
Siber tehdit kavramı giderek değişiyor. Kritik altyapıyı hedef alan siber tehdit, artık insan zihnini hacklemede de ciddi bir araç olma yolunda ilerliyor. Yapay zekanın gelişimine baktığınız zaman başka bir boyuta evrilmiş durumdayız. Sosyal medya artık bununla manipüle ediliyor. Öncelikler okunabiliyor, davranışlar kestirilebiliyor, kişilik analizleri daha rahat yapılabiliyor. İltisak analizleri çok daha rahat yapılabiliyor. Her şeyin bu kadar rahat yapıldığı bir dönemde tehdit de tabiatıyla boyut değiştiriyor. Yani siz artık kritik altyapınızın hedef alınması meselesi bir tarafa, ürettiğiniz hareketlilik neticesinde başkalarına öngörülebilirlikle ilgili bir veri seti sunuyorsunuz. Dolayısıyla yeni zamanlarda, datanın korunması açısından insanların çevrimiçi hareketliliğiyle alakalı bir sınır meselemiz var. Datanın hareketliliğiyle alakalı dijital sınırların oluşturulması gerekiyor. Bir başka deyişle, benim halkımın, devletimin işleyişiyle ilgili veriler her yere kolaylıkla gidip gelmemeli. Tüm bu açılardan, MİT’te görev yaptığım dönemden bu yana üzerinde çalıştığımız Siber Güvenlik Başkanlığımızın yakında hayata geçecek olması ülkemiz için hayati önem taşıyor.
Libya konusunda son dönemde Türkiye'nin Bingazi ve Hafter yönetimiyle daha sık temasta bulunduğunu görüyoruz. Büyükelçimiz de geçen haftalarda oradaydı. Hatta İstanbul'a davet edilen yöneticiler oldu Bingazi’den. Oradaki Başkonsolosluğumuz tekrar açıldı. Gelinen noktayı bize özetleyebilir misiniz?
Libya'nın doğusuyla da ilişkilerimizi ilerletiyoruz. Bingazi Başkonsolosluğumuzu açtık. Başkonsolosumuzu atadık. Oradaki bina ve diğer konuları da hallediyoruz. Libya’nın doğusundaki yetkililer ile temaslarımız devam ediyor. Kendileri Türkiye'ye geliyorlar. Türkiye'den gidenler var. Özellikle de iş adamlarımız. Malumuzun iş adamlarımızın Bingazi'de zaten yoğun faaliyetleri vardı. Şimdi o faaliyetler yeniden ağır ağır canlanıyor.
Libya’da Türkiye'nin önayak olduğu ve devamına büyük önem atfettiği çatışmasızlık ortamı, semerelerini veriyor. Çatışmasızlık ortamı ilerledikçe insanların bunun kalıcı olabileceğine dair inancı artıyor. Artık ekonomiye, yatırımlara, altyapı çalışmalarına yöneliyorlar. Bu konularda adım atıyorlar. Bu da iş adamlarımıza fırsat alanı doğuruyor. Türkiye olarak biz, Libya’da sahadaki gerçekleri göz önüne alarak milli birlik ve beraberliğin sağlayacak bir ortam oluşturulmasına büyük önem veriyoruz. Belirli bir strateji çerçevesinde bunu aşama aşama hayata geçirebilmek için elimizden geleni yapıyoruz.
Siz 8 Kasım'da Atina'daki görüşmelerinizde Ege sorunlarını ele aldınız. Basın toplantısında da Yunan muhatabınız görüşmelere başlamak için ön koşulları değerlendirdik diye bir ifade kullandı. Bununla kastedilen nedir? Acaba Ege’deki sorunlar için yeni bir müzakere süreci mi inşa edilmeye çalışılıyor? Önce istikşafi, sonra istişari olan müzakerelerin sonunda yeni bir aşamaya mı geçiriyoruz?
Biz, Ege’deki sorunlar, Doğu Akdeniz’deki meseleler, Türk azınlığa dair meseleler dahil tüm sorunları bir paket olarak ele almayı tercih ediyoruz. Bunları hep birlikte ele almayı, imkan dahilinde de kamuoyunun gözünden uzakta tartışmayı tercih ediyoruz. Meselelerin aşırı politize edilmesini doğru bulmuyoruz. Ama biliyorsunuz özellikle Yunanistan’daki iç politikada, Türkiye ile ilgili konular aşırı derecede politize edilebiliyor.
Biz pozitif gündem üzerinden ilerleyerek, kazan-kazan anlayışıyla mesafe almak istiyoruz. Milli menfaatlerimize halel getirmeden, var olan sorunları resmi yollardan çözmeyi, belirsizlikleri ortadan kaldırmayı hedefliyoruz. Bir yeryüzü cenneti olan Ege denizi, ülkelerimiz için bir ekonomik refah bölgesine dönüşmeli. Hedefimiz bu. Bu yapılabilir mi? Yapılabilir. Her iki tarafta da gerekli miktarda olgunluk olduğu zaman, yaratıcı çözümlerle bu hedefin yakalanabileceğine inanıyorum. Yunan muhataplarımızla arayışlarımız ve tartışmalarımız da zaten yönde. Şu anda, Ocak veya Şubat ayında, Yunanistan Başbakanı Miçotakis’in Türkiye ziyaretinde ülkelerimiz arasındaki Yüksek Düzeyli Stratejik İşbirliği Konseyi toplantısının da yapılması planlanıyor.
Son bir haftadır Hamas ve Türkiye ilişkilerini sorgulatan haberler çıkıyor. Önce İsrail basınında çıktı, sonra Amerikan Dışişleri Sözcüsünün bir açıklaması oldu. Onun ardından Hamaslılar hakkında bir yaptırım kararı çıktı. Hamas’ın Katar’daki siyasi bürosunun kapatıldığı söyleniyor, sonra Katar yalanlıyor. Kimileri bunların Türkiye’ye geleceklerinden söz ediyor. Neler olduğunu bize bir anlatabilir misiniz?
Türkiye olarak biz bu dedikoduları yalanladık. Bakanlık Sözcülüğümüz, Hamas Siyasi Bürosu’nun Türkiye'ye taşınmadığını açıkladı. Dediğiniz söylentileri Katarlılar da yalanladı. Dolayısıyla, şu anda dediğiniz türden bir şey söz konusu değil. Yani Hamas'ın Siyasi Bürosu Türkiye'ye gelmiş değil. Görünen o ki ABD’deki Demokratlar giderayak Hamas'ın üzerinde biraz daha baskı yapmak istiyorlar. Muhtemelen bu sayede kendilerince bir mesafe almayı umuyorlar. Ateşkes, barış anlaşması vesaire tarzı bir şey çıkar mı ya da rehineler ile ilgili bir gelişme olur mu, ona bakıyorlar. Ama onların şu anki ateşkes şartları, Hamas’ın kabul ettiği şartlar değil gibi gözüküyor.
İsrail, ne Birleşmiş Milletler kararlarını umursuyor, ne de Uluslararası Adalet Divanı’nın kararlarını. Uluslararası Ceza Mahkemesi'nin verdiği yakalama kararlarını da tanımıyor, hepsini reddediyor. Bölge ülkelerinin tepkileri cılız kalıyor. İsrail'in durdurulması için sizce ne yapılmalı? İsrail nasıl durdurulacak?
Uluslararası Ceza Mahkemesi'nin Netanyahu ve Gallant hakkında tutuklama kararı çıkarması, tarihi bir hadise. Bu son derece değerli bir karar. Belli başlı ülkelerin bu kararı uygulayacaklarını söylemesi önemli bir gelişme. Bu gelişme, güç kullanımı dışındaki imkan ve araçları kapsayan diplomasi ve adalet mekanizması ile sonuç alınabileceğini göstermiştir. Gönül isterdi ki bu sonuç daha erken çıksın. Tutuklama kararının çıkmasında, uluslararası seferberlik neticesinde insanlık vicdanının İsrail'in izlediği soykırıma karşı artık ortak bir tavır alması ve ortak bir söylem etrafında birleşmesi de büyük rol oynadı. Artık herkes aynı noktaya geldi: Derhal ateşkes olsun, insani yardımlar başlasın ve iki devletli çözüm olsun. Ama İsrail bunları istemediğini her tutumuyla ortaya koyuyor. Apaçık soykırım işleyen İsrailli yöneticiler hakkında tutuklama kararı çıkarılmış olması elbette önemli.
Gazze’ye insani yardımların girişine halen müsaade edilmediği için orada 2 milyon insan halen açlıkla boğuşmaya devam ediyor…
Netanyahu ve Gallant hakkında tutuklama kararı çıkarılmış olması önemli ama bu tabii ki dediğiniz sorunu çözmüyor. Oradaki 2 milyon insanı açlıktan kurtarmanın artık tek bir yolu var: Gazze’ye gıda götürmek için uluslararası bir inisiyatif başlatılmalı. Zira diplomasinin tüm imkanları kullanılmış olmasına rağmen, Gazze’de 2 milyon insan tüm insanlığın gözü önünde taammüden aç bırakılarak ölüme mahkum ediliyor. Birleşmiş Milletler bunu maalesef önleyemiyor. Bu durumda uluslararası toplum başka alternatifler düşünerek, bu drama bir çare bulmalı. Ama bir savaş yöntemi olarak sivil halkın açlığa mahkum edilmesi, insanlığın katlanamayacağı bir konudur. Bu gaddarlığa mani olmak için diplomasinin bütün imkânları kullanıldı. Birleşmiş Milletler’de bunu önlemeye yönelik girişimler hep ABD vetosuna takılıyor. Bu insanlık dramı karşısında isyan etmemek mümkün değil. Gazze’de 2 milyon insanın açlık ve susuzlukla ölüme terk edilmesine seyirci kalınmamalı.
"TÜRK HAVA SAHASINA İZİN VERMEDİK"
Sayın Bakanım, ben de müsaadenizle bir soru sormak istiyorum. Basında, Azerbaycan’a gitmek isteyen İsrail Cumhurbaşkanına hava sahamızı açmadığımıza ilişkin haberler yer aldı. Doğru mu bu?
Evet, doğru. Çoluk çocuk, kadın demeden 50 bin Filistinli kardeşimizin katledilmesine tepki olarak, hava sahamızı açmadık. Gazze’deki insanlık dramını önlemeye yönelik bir adım atılmaması, milletçe hepimizi çok derinden yaralıyor. Dolayısıyla Türkiye’nin hava sahasının kullanılmasına izin vermedik. Cumhurbaşkanımızın kararı bu yönde oldu. İzin verilmedi.