İnsanın sanata ilgisini kendisinin insanlaşma süreciyle olan ilgisi ve bağı olarak düşünürüm. Kişinin kendisini bulması, merkezlenmesi, ifrat ve tefritten azade bir şekilde dengeye gelerek kendi hakikati ile tanışması sanata dolayısıyla hayata olan bağlarıyla yakından ilişkilidir.

Elbette meşakkatli bir yoldur ve menzil uzundur. Ancak yolun da kendisini beklediğinin bilincine erişenler bu yolu gönül tınıları bir olan canlarla yürür ve zoru kolay eylerler.

Bugün bu serüvenin her tarafında bulunmuş ve aşkla yürüdüğünden yorulmayan bir hocası Çini Sanatçısı Pınar Külek Hocayı sizlerle tanıştırmak istedim. Keyifli bir söyleşi, buyurun.

Bu yolculuk nasıl bir ilginin arkasından başladı?

-Gezdiğim çeşitli sergilerdeki sanat eserlerini gördükçe benliğimdeki üretme arzusu içten içe oluşmaya başladı. Ancak sürece başlama miladım enerjisi oldukça yüksek olan oğlumun yuvaya başlamasıyla fiiliyata geçti.

Ebru, ahşap boyama, kaligrafi ve tezhip çalıştınız. Bunlar birbirinin ardından mı gerçekleşti yoksa hepsini aynı anda mı yürüttünüz?

-Tezhip ile başlayan sanat serüvenim sırasıyla merakımın ve içselleştirmemin referansı doğrultusunda çini sanatı ile tanışana dek ayrı ayrı devam etti.

Bu sanat yolculuğunuzu nasıl tarif ediyorsunuz?

-Sanatı “Sonsuz yolculuk” olarak tanımlamaktan çekinmiyorum. Çünkü mağara duvarlarındaki ilk resimlerden Mezopotamya’ya, Eski Mısır’dan Antik Yunan’a ve Avrupa’ya öyle uçsuz bucaksız bir yolculuğa tanık oluyoruz ki; bu yolculuğun bir sonu olmadığı aşikâr.

Buna seyir içinde seyir diyebilir miyiz?

-Elbette. Hem de ne seyir... Hem yolda olmayı hem de durmayı, izlemeyi, şahit olmayı hatırlatıyor. Hayatımın gemisinde hem kaptanım dümen elimde hem ağırca ilerliyorum suyun üzerinde hem de sakince manzarayı izliyorum, yolculuğumdaki manzaranın yavaşça akarak geçtiği noktadan seyreyliyorum şu âlemi.

Çini ile tanışmanız bu seyrin sonrasında oldu sanırım. İlk karşılaşma, ilk merak, ilk ilgi nasıl oldu?

-Çoğumuzun sıkça yanından geçtiği, göz ucuyla süzdüğü, bazen de usulca güvercinlerin önüne savurmak üzere bir tabak yem alıverdiği Eminönü’ndeki Sultanahmet Cami’de kılınan bir öğle namazı sonrasında başladı hikayem...

Peki kendisini sanata adayan kişinin çıktığı yol hâlini mi belirliyor sizce yoksa hâli mi yolculuğu belirliyor?

-“Evvel refîk ba'del-tarîk” demiş eskiler. Önce yoldaş sonra yol...

Yolun güzelliği ise yoldaşın güzelliğinden geliyor. Yolsuz yolcu, yolcusuz yol olmaz ... Ama pes etmeden... Umudunu kaybetmeden...

Bu yolculukta ustaların teşviki belirleyici mi?

-Şüphesiz... Yolun güzelliği, ustanın güzelliğinden geliyor. Bir Japon düşünür der ki: Kendine usta diyebilmen için; önce ustanı geçeceksin, sonra seni geçecek bir öğrenci yetiştireceksin.

Tanbey Özdil ile olan dört yıllık sanat yolculuğunuzu nasıl tarif edebilirsiniz?

-Tanbey Özdil hocamın emeği çoktur bende. Türk İslam Sanatları İhtisas Okuluna devamlılığımdaki teşviği yardımı ve çabası tartışılmaz ve unutulmaz. Geçen dört yıllık eğitim sürecinde kuralcılığı, sabrı, sanata karşı sadakati, donanımı bir o kadar mütevazılığı ve bana kattıkları ile ömrümce hayır duaları ile anacağım hocalarımdan biridir.

Çiniden bahsederken herhalde desen tasarımından söz edilmeden geçilemez değil mi?

-Bütün sanatların temelinde bir tasarım olgusu yatar. Dolayısıyla bir planlamaya sahiptir. Tasarlama, elde edilecek ürünün ve yapının organizasyonu ile ilgili her türlü faaliyeti içine alır. Öncelikle alanınız ile ilgili veri toplarsınız. Geleneksel sanat olduğundan dolayı bu veri geçmişte ecdadın parmak izlerinden oluşmaktadır. İzleri sindirmek için uzun zamana yaymak en doğrusudur. Sindirmeden tasarıma geçmek sizi sadece zaman kaybına uğratır. Ancak bunların ardından yaratıcılık kısmına geçersiniz ki en önemli aşamadır. Tasarımcı kâğıda ilk eskizlerini karaladığında “dışavurumculu yaratıcılık” aşamasındadır. Eskiz biraz daha ayrıntılı bir hale getirildiğinde ise “üretken yaratıcılık” aşamasına geçilmiş olur. Son aşama ise uygulama kısmıdır. Tüm aşamalardan geçmiş olan tasarımın hazır hale getirilmesi işlemidir.

Timur Bilir Hoca size neler kattı?

-Timur Bilir ile tanışmama vesile olan Mehmet Gürsoy hocamdır. Tasarım anlamında bana katkısı emeği çoktur. Naif kişiliği mütevazi yaklaşımı ve sizi daima motive eden enerjisi ile eğer dediklerini yaparsanız ve çok çalışırsanız tasarım anlamında azımsanamayacak derecede yol alırsınız.

Bu işin bir matematiği yani geometrisi de var değil mi?

-Geometri hayatımızın her alanında motifinden detayına kadar bizi bir bütün olarak saran bir konu aslında. Hepimiz bu hayata doğum tarihimize kazınmış şifrelerle geliriz. Hayatın matematik sistemi ile bu şifreleri deşifre ederek kendi kullanım kılavuzumuzu öğrendiğimiz zaman mutluluk ve başarı yolunda çok önemli bir adım atmış oluruz. Parmak izlerinin en başına gittiğinizde ecdadın geometrik desenlerle yola çıktığını görüyorsunuz. Ne mutlu ki İslam sanatında geometrik desenlerin en güzel örnekleri Türkiye’de. Bakıyor hesaplıyor ve kusursuz zekalarına hayran kalıyorsunuz.

Burada da Yasin Çakmak Hocadan bahsetmeli miyiz?

-Yasin Çakmak ile eğitim sürecimin vesilesi de Timur Bilir hocamdır. Yasin Çakmak bu anlamda alanında çok başarılı olduğu kadar kişiliği ile de kazanç sağladığım hocalarımdan biri olmuştur. Öğretim şekli ile alanınız geometri olmasa bile bir zaman sonra kendinizi milim milim hesaplamalar yaparken bulursunuz.

Bu sanat yolculuğunda Kütahya ve Mehmet Gürsoy Hocanın yeri ve konumu nedir?

-Mehmet Gürsoy deyince ben önce derin bir nefes almak isterim. Çünkü onu kelimelere dökmek kolay bir hadise değil. Anlatılmaz yaşanır deyimi adeta onunla vücut bulmuştur bende. Tanıştığımız andan itibaren beni ince ince kilim dokur gibi dokudu. Yanında bir yıl boyunca çalıştım. Sonraki süreçte eğitim online olarak devam etti ve ediyor da. Ben onunla olan sürecimde kendimi bir çini bisküvisine benzetirim. Darmaduman olmuş parça parça olmuş hamurumu gördü önce. Topladı, bir araya getirdi. Senden olur dedi bana bir gün. Önce bana şekil form verdi ve ilk pişirimi yaptı. İlk imtihanı alnımın akıyla tamamlayınca üzerimde ecdadın parmaklarını gezdirir gibi çizmeye başladı. Çizdiklerini aktarmaya başladı. Öğretti her şeyi. Sonra mücevher renklerini anlattı bir bir. Renklendirdi beni. Daha sonra beni sırladı, sırlarını anlattı. Son pişirim için yerleştirdi fırına. Bu benim için son imtihan olacaktı. Ya çatlayacaktım ya da onun deyimiyle şıkır şıkır çıkacaktım. Çıktım. Başardıkça ben demiştim dedi bir gün. Bu mirasın taşıyıcısı olacaksın. Hakkınızı ödeyemem dedim bende ona. Ödeyeceksin dedi. Nasıl dedim heyecanla. İznik’e bağlı kalarak dedi. Tek başına kalacağını bilsen dahi ödün vermeyecek, sadık kalacak, beni yanıltmayacaksın dedi. Söz ver dedi. SÖZ dedim. Sana güveniyorum dedi. Bilgilerim sana mirasımdır dedi. Aileme de vasiyetimdir dedi. Ben yoksam eğer Pınar’a ben varım gibi yine ne isterse yanında olacaksınız dedi. O sebeple beni ben yapan MEHMET GÜRSOY’dur. Ben ondan razıyım Allah da ondan razı olsun inşallah.

Şimdi tam burada usta çırak ilişkisinin bu sanata katkısını sormak isterim.

-Ustanız eğer gerçek bir ustaysa, bilgilerini saklamadan gerçekten sanata adanmışsa, sizi çırak olarak seçmişse ve siz de o çıraklığın hakkını veriyorsanız bitmeyen masalınız başlamıştır. Çünkü ustanızın tecrübeleri ile deneme yanılma yapmadan daha hızlı yol alacak ve kendi tecrübelerinizi deneyimlemeye zamanınız olacak demektir. Bu anlamda sanata katkısı çok büyük usta çırak ilişkisinin.

Siz uygulayıcı olmanın yanı sıra iyi bir hoca olarak biliniyorsunuz. Öğretici olmak farklı bir performans gerektiriyor olmalı?

-Öğretici olmayı nasip edene şükürler olsun öncelikle. Elbette bambaşka bir dünyadır eğitmen olmak. Ruh haliniz yansır sınıfa. Eğer sanat şifalı, sanatçı şifacı ise öğrencim benimle şifa bulmalı. Bu yeti olmasaydı bende sadece uygular ve bu işe hiç girmezdim. Çünkü o zaman çalıştığı yerde saat dolduran bir çalışandan farkım kalmazdı. Öğrencilerimle ilk anda göz sonrasında gönül kontağı oluşturmaya çalışıyorum. Karşımdakini önce dinlerim, sonra anlarım, ardından anlatmaya başlarım. Hamd-ü senalar olsun bırakanı hiç görmedim. Çünkü benimle yola çıkan, yola revan olduğumu anlıyor ve bu aşkın bende daima alev alev yandığını görüyor. Saatler nasıl geçiyor anlamıyoruz. Üretmenin verdiği pozitif enerjiyle şifalanıyoruz.

Peki, yol arkadaşlıklarınızın yani öğrencilerinizin de size katkıları oluyor mu?

-Olmaz olur mu. İnsan küçük bir âlemdir. Âlemin küçültülmüş bir misalidir. Kâinatta ne varsa, Allah insanın hakikatine onu öz olarak yerleştirmiştir. Âdeta âlemde ne varsa, insanda numunesi vardır. Kâinat küçültülse insan, insan büyültülse bir kâinat olur. Öyle çok şey öğreniyorum ki her birinden. Allah hepsinden razı olsun inşallah...

İnsanın ana maddesi toprak. Buradan yola çıkarak ana maddesi toprak olan insanın toprakla uğraşması ona neler kazandırıyor diye sorsam?

- Hammaddemiz topraktır, tabir yerindeyse hepimiz "Toprağın çocuklarıyız." Ancak, insanın topraktan yaratılması, onun bir toprak parçası olması anlamına gelmez. Allah, o toprağı süzmüş, ona ruh üfleyerek hayat vermiş, hislerle süslemiştir. Yer yüzü kâinatın kalbi olduğu gibi, toprak unsuru da yeryüzünün kalbidir. İnsan topraktan yaratıldığı için toprağın özelliklerini taşır. Toprak, zaman zaman kurur, sıcaktan kavrulur, suya hasret çeker. Bir mevsim kışın cefasına katlanır. Bereketli bahar yağmurları ile yeniden dirilir. Bin bir güzellik, renk, koku ve ahengi ile ilâhî kudret nakışlarını sergiler.

Yani siz kendinizi yoğuruyor, şekil veriyor, renklendiriyor, pişiriyor ve oluyorsunuz. Tıpkı Mevlana’nın dediği gibi. “Ömrümün hülasası sadece şu üç kelimedir; hamdım, piştim, yandım.”

Hayatın akışını birazda insanın duygu durumları şekillendiriyor. Bu duygulara renk dersek sanatçı kendi rengini mi sanatına veriyor?

-Bir şiir nasıl oluşur desem size? Cevabınız şairin duygu durumu olacaktır. Şairin yaşadığı aşk, acı, ıstırap, kavuşma durumları o mısraları yazdırır. Ya da bir yazar, bir ozan, bir bestekar hepsi aynı. Bu anlamda şöyle bir tanımlama yapsam yeridir diye düşünüyorum. Kompozisyonlarınız ahlakınızla, fırçanız sizinle, çizgileriniz kişiliğinizle ve renkleriniz ise ruh halinizle doğru orantılıdır.

Kendinizi bir renkle tanımlamanızı istesem bu hangi renk olurdu?

-Cevabımı buraya uzun uzadıya alamam ama lütfen Edip Cansever’in muhteşem “Mavi Huydur Bende” şiirini cevabım olarak kabul etsinler. 

Çini ve seramikte toprağın pişmesi, ısının derecesi, süresi ve pişme kıvamı önemli mi?

-Elbette çok önemli hatta olmazsa olmazıdır. Az pişen çiğ kalır, çok pişen yanar. Bize kıvamında hamur, kararında ateş lazım.

Çini ve seramik sanatının ilk uygulayıcıları biliniyor mu?

-Çini sanatı Uygurlardan başlar. Kadim bir sanattır bu anlamda. Kap kacak yapmakla başlamış her şey. Yani önce zaruri ihtiyaçtan doğumu gerçekleşmiş. Sonrasında estetik görünüm ve form kazanmaya başlamış. Maalesef kayıt altında ilk uygulayıcıları bilinmiyor.

Türk sanatlarında çini sanatının önemi nedir?

-Sanatın hangi alanı olursa olsun emektir, göz nurudur. Ruhun yansımasıdır şüphesiz. Türklerin başlatıp geliştirdiği çini sanatı hem bir mimari süsleme kolu hem de geleneksel el sanatı olarak, kültür turizmi içerisinde küçümsenemeyecek bir paya sahiptir. İç ve dış mimaride karşımıza çıkarak yapıları estetik yönden daha çekici hale getiren çini sanatı, ziyaretçilere görsel bir zenginlik sunmaktadır. Camiler, medreseler, türbeler, çeşmelerin ruhu olmuştur adeta. Dünya müzelerini süslemekte ve müzayedelerde bu zamana dek görülmemiş duyulmamış rakamların karşılığı olmuştur.

İsimlendirmeler nasıl ortaya çıkıyor bu sanatta?

-Kuranda geçen her sûre ismini yaşanmışlıktan alır. Gezindiğiniz sokakların isimleri bile yaşanmışlıkların temsilidir. Yani yaşanmışlık ismin doğumudur. Çini sanatındaki üslupların isimleri de tamamen bir atıf ve yaşanmışlık hadisesinden yola çıkılarak verilmiştir.

Türk çini sanatının büyük ustaları kimlerdir?

-Aghamiri, Şahkulu, Kara Memi, Hafız Mehmed Emin Efendi, Faik Kırımlı, Sıtkı Olçar, Faruk Şahin gibi sanata değer katan bu isimlere Allah’tan rahmet diliyor ve hala deli gibi çalışan canım hocalarım Mehmet Gürsoy, Mehmet Koçer ve Turgut Tuna’ya uzun ömürler diliyorum.

Atölyenizde yetiştirdiğiniz öğrenciler sizi yeniliyor mu?

-İnsan insanı yeniler, insan insanı değiştirir, insan insanı iyileştirir. Hayatımızda çengele, negatifliğe yer yok. Onlar değişirken ben de değişiyor, onlar yenilenirken ben de yenileniyorum.

Sergileriniz var. Sergilerin önemi nedir ve kaç sergiye katıldınız?

-Sergi sizin çalışmalarınızın görücüye çıkma halidir, meyvesidir. Sergi size ait eserlerden oluşuyorsa pazarınız, öğrencilerinizin eserleri ise gururunuz, onurunuzdur. İki elimin parmakları kadar sergiye katıldım. Ancak yolun başındayım. Umuyorum ki Allah ömür verirse sayısını hatırlayamamağım günlerde gelecektir inşallah.

Son olarak atölyedeki bir gününüzü anlatır mısınız?

-Atölye günümün bir gün öncesi muhakkak öğrencinin son durumunu gözden geçirir duruma hâkim olarak güne başlarım. Öğrenci işleriyle gelir. Kaldığımız yerden sistemli ve disiplinli bir şekilde sindire sindire yol alırız. Hem sohbet ederiz hem kahvelerimizi yudumlarız hem dertleşiriz hem üretiriz ve gün sonu nasıl gelir anlamayız. Bir sonraki derse yapacaklarımızın ön bilgisini verir sarılır uğurlarım.

Kaynak: istiklal.com.tr