Hükümet kanadından Yalçın Akdoğan ve HDP Milletvekili Sırrı Süreyya Önder’in kamuoyu önünde yaptıkları açıklamalar ile PKK’ya silah bırakma çağrısı yapılarak, 28 Şubat tarihi ikinci kez önemli ve bu sefer hayırlı bir şekilde tarihe geçti. Bu sefer olayın siyasi sonuçları üzerine bir şey yazmayacağım. Çünkü o konu nasıl olsa çok konuşulacak ve tartışılacak. Ben sadece televizyon ekranlarına yansıyan açıklamanın psikolojik ve beden dili açısından yorumunu yapacağım.

Öncelikle fiziksel ortamın değerlendirmesini yapalım;

Konuşmacıların önüne yerleştirilmiş sehpanın üzerindeki çift Türk bayrağı, devletin gücünü ve “her iki tarafında aynı olduğu ve bölünme olmadığı” mesajını veriyor. Ancak bu “Kürt Milletinin tanınmadığı”nın da işaretidir. Masanın üzerinde yer alan ve Düğün Çiçeği olarak bilinen Beyaz Güller ise aşkı ve yeni başlangıçları ifade eder. Bu sebepten Almanya’da Hitler zamanında oluşturulan barış yanlısı hareketin de arması Beyaz Gül’dü. Fondaki ağır kahverengi perde, kapı ve oturulan koltuklar devletin ağırlığını ve huzursuzluğunu, klasik tarzdaki mobilyalar ise devlet geçmişini ve köklülüğünü gösterir.

Hükümet kanadında ise, beden dili açısından “Lider koltuğu” pozisyonunda oturan ve açıklamayı yapan Yalçın Akdoğan, genel olarak dik oturmuş ve elleri açık vaziyette gayet taviz vermez ve rahat bir görüntü çiziyordu. Gücü gösteren kırmızı renkli kravatı, aidiyeti ve mensup olduğu grubu ifade eden yaka rozeti ve temizliği ifade eden ve aslında kravatla aynı olması gerekirken, “temizlememiz gereken bir şey yok” anlamında mesaj içeren beyaz cep mendili ile, Sırrı Süreyya Önder konuşmasını dinlerken de hiç yüzüne bakmıyordu. Bu, “üst ve hakim makam konumu” anlamına gelir. Bütün hükümet temsilcileri ise açıklama yapan Akdoğan’a bakarken, İçişieri Bakanı Efkan Ala’nın bakmaması ve elleriyle devamlı tedirgin mesajlar vermesi, tırnaklarını kurcalaması ve ellerini koyacak bir yer araması, dışarıya aralarında bir sıkıntı olabileceği mesajını veriyor.

HDP heyetinde ise eller önde kenetlenmiş ve “küskün bir tavırla devamlı ileriye bakan” oturma tarzı, genel bir huzursuzluğun var olduğunu işaret eden bir durum var. Sırrı Süreyya Önder açıklama yaparken bile Akdoğan’a doğru yaslanır ve “destek alır” bir tarzda. Önder’in, çoğu zaman rahat giyinmeyi tercih etse de, bu sefer giydiği beyaz gömlek “temizliği ve güveni”, koyu renk takım elbisesi ise olayın ciddiliğini ifade etmekteydi. Elindeki ortak bildiriyi okurken sol eliyle oturduğu koltuğun ucunu sıkı sıkı tutması ve zaman zaman “tırmalaması” huzursuz bir destek alma ihtiyacını burada da gösteriyordu. Akdoğan konuşurken Önder’in ona doğru dönmesi de “ast-üst ilişkisinin” kabul edilmiş olduğunu ortaya koyuyor.

Sadece beden dili açısından olayı yorumlarsak görünen şu ki; Hükümet Apo’dan istediğini almış durumda ve HDP Heyeti tarafından buna verilen destek tamamen zorunluluktan dolayı.

Şahfırat Operasyonu

Şahfırat Operasyonu için şimdiye kadar birçok şey yazılıp çizildi. Türk toplumu olarak her zaman ki “duygusal tepkimizi” vererek mantık dışı ne varsa söyledik. Annesine küfredildiği için adam bıçaklayan bir milletten, 1 dönüm araziyi namus meselesi haline getirmesinden daha doğal bir şey beklenemezdi. Annesine küfredilmesinin “fiili bir sonuç yaratmaması bile”, “namus meselesi yüzünden” yıllarca hapis yatmayı göze alan bir millet için önemli değildir.

Milliyetçilik, bir toplumu ayakta tutan unsurlardan birisi olduğu için, “yapı harcı” olarak, tuğlaların birbirine tutunabilmesi için, devletler tarafından uygun şekillerde pompalanarak sistem ayakta tutulur. Ancak bizim toplumumuzda ezanı ilk Türkçeleştiren kişi olarak da bilinen Reşit Galip Bey tarafından yazılmış olan ve ilkokul sıralarında bilinçaltımızın, verilenleri almaya ve itaat etmeye en yatkın olduğu zamanda, milliyetçilik örgüsünü oluşturan “Andımız” gibi telkinlerin “aşırı doz olarak kullanımı” millet olarak “Altın Vuruşu gerçekleştirmiş ve Beyin Ölümü gerçekleşmiş” bir yapı doğmasına sebep olmuştur. Bu beyin ölümü gerçekleşmiş insan topluluğu için, milli gururu cilalamaktan başka bir anlamı olmayan 1 dönüm toprağın savunulması karşılığında, yüzlerce vatan evladının feda edilmesi gayet normaldir. Bu insanların, askere giderken rahat bir askerlik yapmak amacıyla torpil aradıklarını, çocuklarına askeri gazinolarda askerlik yaptırdıkları da düşünülünce “insaf ve merhamet” in, Türk Dil Kurumu’nun sözlüğünde kalmış kelimelerden ibaret olduğunu daha iyi anlarız.

Ufak bir toprak parçasını savunmak sorun değil. Asıl sorun burayı ele geçiremeyen IŞID’in, intikam olarak büyük şehirlerde yapabilme ihtimali olan bombalı saldırılardır. IŞID’in Ocak ayının başında Hükümete uyarı olarak gerçekleştirdiği ve 1 polisimizin şehid olduğu, iki polisimizin de yaralandığı Sultanahmet’teki Turizm Şube Müdürlüğü’ndeki bombalama olayındaki gibi, AVM’lere veya otobüs duraklarına yapılabilecek saldırılarda yüzlerce masum insanımızı kaybedebiliriz. Üstelik ABD ve Avrupa’nın bizi içine itmek istediği ve bizimle ilgisi olamayan bir bataklık uğruna.

Sonuç olarak ülke duygusal davranarak yönetilmez. Bazen hayatta daha büyük şeyleri kaybetmemek için, daha ufak şeylerden tavizde bulunmamız gerekir. Bu insan için de böyledir, devlet için de…